|
- Bu
operasyonun hedefi Amerikan yönetimini
11 Eylül’ün akşam saatlerinde
yaptıklarını yapması gereken
bir yöne doğru itmekti. Dünya
üzerindeki her devletin, kapalı
bir şekilde, birer birer tüm
ulusal selahiyetini İngilizce-konuşan,
Roma-tarzı Dünya imparatorluğuna
teslim etmesi operasyonuydu.
|
|
|
Türkiye Lyndon
LaRouche’un renkli kişiliğinden 11 Eylül 2201’in
trajik olaylarından sonra haberdar oldu. Amerikan
devletinin kimi çevreleriyle de önemli ilişkiler
içinde olan LaRouche başından beri ısrarla Dünya
Ticaret Merkezi ve Pentagon’a uçaklarla yapılan
intihar saldırılarının “içerden” düzenlendiği
ve bunun bir Amerikan “hükümet darbesi” olduğunu
savundu.
Büyük basında
o zaman kendisinden demeçler yayınlanan LaRouche daha
sonra Türkiye gündeminden çıktı. Ancak Clinton
dönemi ABD dış politikalarıyla şimdiki Bush
döneminin dış politikasını kıyaslayan ya da
Türkiye ve Dünya ekonomisinin geleceği ile ilgili
“birşeylerin yolunda gitmediğini” düşünen her
kes LaRouche’un söylediklerine kulak vermelidir.
YARIN: Öncelikle
LaRouche kimdir? 11 Eylül sonrası düşünceleriniz
Türkiye’ye aktarıldığında, tahmin edilenin
üstünde olumlu bir tepki gördük. Bize kendinizi ve
hareketinizi nasıl tanımladığınızı anlatabilir
misiniz?
LaRouche:
Bir çok anlamda ben kendimi tipik Amerikalı bir
yurtsever olarak tanımlıyorum. Daha da önemlisi,
benim uzun dönem şahsi hasımlarımdan Henry
Kissinger’ın 10 Mayıs 1982’de London Chatham House
dinleyenlerine başkan Franklin Roosevelt’i tarif
ederken kullandığı ‘Amerikan entellektüel geleneğinin’
içinden birisiyim. Kissinger tarafından referans
gösterilen Amerikan entellektüel geleneği, John Locke
ve Gottfried Leibniz’e muhalif olan Klasik Avrupa
geleneğinin 1776’da Bağımsızlık
Deklarasyonu’nun ve 1787-1789’da ise anayasa taslağının
Birleşik Devletler kurucusu Benjamin Franklin tarafından
şekle sokulmasını etkileyen ilkeler bütünüdür.
Ben Amerika’nın oluşması anlamında da yine tipik
bir Amerikalıyım. Şöyle ki, benim ilk bilebildiğim
atalarım 17. y.y’da İngiltere ve Fransa’dan gelmişler.
Bazı akrabalarım ise 19. y.y’da İskoçya ve İrlanda’dan
gelmişler. Bir aile tarihçimize göre ise Fransız
damarımızda Kızılderili bir kol da bulunmakta.
Amerika göçmenler ülkesi. Bu ülke göçmenlerle
kuruldu ve tabiatı böyle devam etti. Birleştirici
unsur farklılıklara rağmen beraberce yaşama düsturu
oldu. Bu Amerikan kimliğini oluşturdu.
Siyasal durumumuza
gelince: Ben ve benim muhaliflerim Birleşik Devletler
siyasal yapısının felsefi spektrumunda farklı duruşları
olan kişileriz. ABD’deki temel siyasi-kültürel
mücadele tarafları 1763’ten beri bilinen “Amerikan
Muhafazakarları” geleneği (Kissinger’ın dahil
olduğu grup) ile Amerikan entellektüel geleneği arasındadır.
Amerikan Muhafazakarları geleneği de kendi içinde iki
alt gruba ayrılır. En azından böyle bir okuma yapılabilir.
Bunlar orijinal Kuzeydoğu Amerikan Muhafazakarları
(genelde finans ve benzeri çıkar grupları) ile
Konfederasyon geleneğidir. Başkanlardan Washington,
Monroe, John Quincy Adams, Abraham Lincoln, Franklin
Roosevelt, ve John F. Kennedy tipik Amerikan
entellektüel geleneğinin talebeleridir. Theodore
Roosevelt, Woodrow Wilson, Coolidge, Truman, Nixon, ve
Bush ise Amerikan Muhafazakar geleneğindendir.
Bugünlerde ‘Hıristiyan Siyonistler’ diye anılan
ekip paradoksal olarak ırkçı bir gelenekten,
antisemitik bir duruştan ve faşist bir temelden
beslenen Konfederasyon geleneğinin içinde bir damardır.
Ben yarım asrı aşkın bir süredir, Franklin,
Hamilton, Careys, List, Lincoln ve Franklin
Roosevelt’in oluşturduğu Amerikan entellektüel
geleneği içinden gelen ve bu geleneğin mücadelesini
veren, aslen ekonomist olan bir düşünürüm.
Akademisyen hayatım, fiziksel ekonomi bilimini oluşturmakla
ve bununla alakalı olarak projeksiyonlar geliştirmekle
geçti. İsmimin bir süre sonra ABD’de ve dışarıda
bir çok tartışmaya konu olması ise benim 1962-1963
arasında gerek ABD’nin siyasal duruşuna gerekse de
başarılı üretici bir toplumdan, 1945-1965 savaş
arası dönemle başlayan ve aptallaştırılmış bir
‘tüketici toplumuna’ dönüşmesine karşı çıkmam
ve mücadele etmemle başladı.
YARIN:
Sizin ve hareketinizin hakkında bitmek tükenmek bilmez
spekülasyonlar ve arkasında sizin bizzat yalan üreten
merkezler dediğiniz güçler var. Kim bu güç
merkezleri? Düşünceleriniz onları niçin bu denli
rahatsız ediyor? Bu konuyla bağlantılı olarak ABD
medyası hakkında neler söylemek istersiniz? niçin
CNN International CNN yerli yayınından farklı? Ya da, siz mesela kendinize niçin ABD merkez medyasında hiç yer
bulamıyorsunuz?
LaRouche: Amerikan eğlence ve haber medyası bence Avrupa
veya başka herhangi bir yerle kıyas götürmeyecek
kadar tekelci ve ahlaki olarak çökmüş durumda.
Toplumun bütün gündelik aklını şekillendiren ve
bozan şu anki durum iki önemli faktörün meyvesi aslında.
Birincisi, 1922’de Walter Lippmann’ın “Kamuoyu”
isimli kitabında şekillenen, ABD medyasının
dejenerasyonu ve ahlaksızlaştırılması politikası
sürecidir. Bu politika tüm ahlaksızlığıyla toplum
aklını şekillendirir. İkincisi ve daha önemlisi ise
şu anki ABD medyası en baştan en aşağı uluslararası,
İngilizce konuşan, aşırı muhafazakar, finans çıkarcılarından
oluşan ABD, Kanada, Avustralya ve İngiltere’de
odaklanmış tek bir güçten ibarettir.
1965-2002 arasında üretici bir toplumdan
tüketim toplumuna dönüşen ABD’nin ekonomik ve
kültürel dejenerasyon sürecinde; 1960’lardan bu
yana fuhşiyattan diğer tüm bozulmalara dek adeta
antik Roma’nın ‘ekmek ve sirk’ düzeneğinin
popüler aklı şekillendirmesinde oynadığı rolü
medya üstlenmiştir. Amerikan kitle-medyası emperyal
Roma’da olduğu gibi haber medyasını eğlence medyasından
ayrılmayacak bir hale getirerek bu bozulmayı yaşamıştır.
Kontrol eden güç merkezlerine gelince; ABD medyası
her büyük şehir ve merkezde baştan aşağı finans
firmaları, muhasebe firmaları ve onlarla ilişkili
büyük hukuk firmaları tarafından oluşturulmuş
‘Kabbal’ (gizli) bir güç tarafından kontrol
edilir. Bu ABD’ye özgü Kabbal organizasyonun
iktidara oynayan parti ile, adalet bakanlığı, hazine
bakanlığı ve Beyaz Saray’la ciddi bağları vardır.
Bu gizli gücün kendisini vakfettiği ana dava Dünyayı
küresel olarak özgür ulusların kendi kaderlerini
belirlediği bir düzenden, Roma İmparatorluğu taklidi
kendi icadı bir modern parodiye çevirmektir. Bu modern
parodi ise; ulus devlet sonrası sürecini oluşturacak,
devletlerin küçük parçalara bölünmesi ve adeta
Romalı Lejyonlar gibi dünyanın uluslararası bir
askeri güç tarafından yönetilmesidir. Ruhsatları
ise İngilizce-konuşan finansör oligarşiler tarafından
Venedik tarzında - tıpkı Venedik’in emperyal deniz
gücünün MS. 800’den
siyasi gücünün safdışı kaldığı 17. y.y.ın
sonlarına kadar tüm Dünyayı sürüklediği gibi -
verilmektedir.
Benim ve
hareketimin temel hedefi ABD’de Amerikan entellektüel
geleneğinin yeniden inşası ve tüm dünyadaki ulusların
kaderlerini belirleme hakkının savunulmasından
ibaret. Bu siyaset tarzı ve hedefi post emperyalist
ulus devletlerin tam egemenliğinin inşası ve korunması
ilkesi altında toparlanabilir. Savunduğumuz model
1945-1965 arasında para sistemindeki başarılı
yönetime referans olmuştur. Bu dönemde sorunlara rağmen
bir çok ulus devlet eşit partnerler gibi hareket etme
şansı yakalamışlardır. Bu model İngiliz monarşisi
altındaki Amerika dönemleri de dahil olmak üzere
merkezdeki güçlerin ‘dalgalarına’ karşı öncü
kalkan görevi görmüştür. Bu çatışma elbette beni
karşılarına alma sonucunu getirdi.
|
Türkiye’ye
yönelik, ütopik Anglo-Amerikalının
stratejisi, Türkiye’nin stratejik
potansiyelini Türkiye’nin bir ulus
olarak dağılma sürecinde “sonuna
kadar kullanmaktır”. |
|
|
YARIN: 11
Eylül’ü ‘hükümet darbesi’ olarak tanımladınız
ve ‘düşmanın içerde’ olduğunu iddia ettiniz.
Son haftalarda yaşanan gelişmeleri de göz önüne
alacak olursak, 11 Eylül’ü nasıl bir okumaya tabi
tutmalıyız? Bu düşman kim? Planları neler?
LaRouche:Bu
operasyonun hedefi Amerikan yönetimini 11 Eylül’ün
akşam saatlerinde yaptıklarını yapması gereken bir
yöne doğru itmekti. Darbenin asıl niyeti Amerikan
hükümetinin politikalarını avuç içine almak,
hükümeti Zbigniew Brzezinski, Samuel P. Huntington ve
İngiliz istihbaratının Ortadoğu akıl hocası
Bernard Lewis’in açıkça dillendirdikleri jeopolitik
‘medeniyetler çatışması’ savaş hali tezini
hayata geçirmek üzere safdışı etmekti. Dünya
üzerindeki her devletin, kapalı bir şekilde, birer
birer tüm ulusal selahiyetini İngilizce-konuşan,
Roma-tarzı Dünya imparatorluğuna teslim etmesi
operasyonuydu. Bu bağlamda politikalarının ilk
merkezi stratejisi tüm İslam uluslarını antik
Roma’nın ‘limes’ politikasında olduğu gibi
hedefe alıp yok etmek. Bu İslam’ı yok etme ve bozma
hedefi, tıpkı Germenlerin Romalı lejyonlarca dağıtılması
gibi, yeni emperyal güç oluşturma çabasının saldırgan
savaşçı karakteristiğinin tamamlayıcı yapısını
oluşturma niyetiyledir. Bizans’ın, Moğolların ve
Osmanlının yükselişi ve düşüşü bugünkü
ulusların kaderlerini belirlemede en değerli
tarihsel-stratejik örnekleri önümüze sunmaktadır.
Bugünkü politikaları anlamak isteyenler; kimin kimi
nerede nasıl vurduğuna takılmak yerine, tarihe ismini
yazdırmış tüm önemli imparatorlukların neler yaptıklarına
ve ne gibi karakteristiklere sahip olduklarına bakmalıdırlar.
Mezopotamya’nın antik imparatorluklarına bakın. İskender
öncesi dönemlere bakın. Roma imparatorluğuna bakın
ve diğerlerine…Görece olarak küçük hareketlerin o
imparatorlukları nasıl ele geçirip uzun süreler
kontrol altına aldığına bakın. Nasıl olup da bir
çok farklı yapıdaki nüfus, kültür ve dinden
insanin ezilen kurbanlar olarak bir araya gelip güç
oluşturmaları ve özgürlüklerine kavuşmak için
mücadele etmeleri engellenmiştir? O imparatorlukların
hepsinin saldırgan savaş siyasetlerine bakınız.
Hiçbir zaman yerel bir gelişmeyi (örn. 11 Eylül
olayları, ç.n.), umumi politikalarını tanımlamak
için kullanmadıklarına bakın. İmparatorlukları
yönetenlerin hepsi, çokkültürlü, çokuluslu,
çokdinli bir söylemi birbirlerine karşı nasıl
kullanmışlardır. Tüm bu motor güçleri ‘böl ve
yönet’ ilkesinde birleştirmişlerdir. Bush’un
bugünkü ‘terörle savaş’ söylemiyle geçmişteki
ünlü veya ünsüz imparatorlukların tecrübeleri arasında
ciddi fark yoktur. (Belki problem, bizim bugünkü
okullarımız, üniversitelerimiz ve askeri
stratejistlerimizin bu kadim hikmete ve bilgiye sahip
olmamalarıdır).
YARIN: 11 Eylül
sonrası yayımladığınız özel raporda Zbigniew
Brzezinski’nin doğrudan olayla ilgili olduğunu iddia
ettiniz. Brzezinski ve Kissinger’ın gerçekten bu
olayda rolleri nelerdi? Sözde ‘medeniyetler çatışması’
tezi hakkındaki fikirleriniz neler? Amerika gerçekten
bir medeniyetler savaşı mı veriyor?
LaRouche: Bugünkü olay bir medeniyeti başka bir medeniyete
karşı savunma olayı değildir. ABD’deki trendi
‘medeniyet’ diye isimlendirmek, medeniyet kelimesini
bizzat maskaraya çevirmek olur. ‘Medeniyetler çatışması’
doktrinini anlamak için ABD içindeki ve yine dışındaki
ABD’ye karşı yaşanan trendi okumak yeterlidir. Ben
bu konuda ‘video oyunları’ fenomenini yardımcı
görüyorum. Video oyunları,
Massachusetts Institute of Technology’deki RLE
merkezinde İngiliz Bertrand Russell ve devre arkadaşı
Norbert Wiener ile John von Neumann’ın ‘Oyunlar
Teorisi’, daha sonraları ise Sözde ‘suni zeka’
çalışmalarıyla icad edildi. Bu çalışmaların
tarihleri hava kuvvetlerinin ilk oluşma dönemi ile
çok yakın ilişkisinin olduğu RAND Şirketinin kuruluşu,
yani 1940’ların sonudur. Burada temel etken (leitmotiv)
Bertrand Russell’ın Pennsylvania Üniversitesi’nde
Bilimlerin Birliği projesinin 1938’de;
Josiah Macy Jr. Vakfı’nın oynadığı kilit
rol aracılığıyla
“Sibernetik” projesine dönüşmesi vakasıdır.
1950’lerden beri defalarca yayınlanmış olan
“Asker ve Devlet” kitabında ‘video oyunları’
projesinin gerekli desteği alması ve motivasyonun
korunması için tüm projeyi ‘delphic’ (1) (üstü örtük ç.n.) kavramlar üzerine inşa etmiştir.
Günümüzdeki yaygın, şiddet dolu ve ilkel video
oyunları, ilk zamanlarda belli bir sınıf Amerikan ve
İngiliz askeri stratejik fraksiyonunun, Nazi Waffen-SS
ve Roma Lejyonlarının askerlerine benzer, İngilizce
konuşan ve dünyaya hükmetmeyi planlayan oligarklarının
hüküm sürmesini sağlayacak yeni bir profesyonel
asker tiplemesi yaratmak için dönüştürülmeleri
aracı olarak ortaya atıldı, çalışmaları yapıldı.
Altyapısı böyle hazırlanmış olan bu oyunlar
bugünkü haliyle II. Dünya ve Kore Savaşı sırasında
“öldürme katsayıları berbat olan” (bu da yine
kendilerinin verdiği bir bilgi) ABD askerlerinin,
gelecek nesillerde düşünmeden öldürecek,
katledecek, sorgulamadan toplu kıyımlar yapacak
zihniyete kavuşturulması çabasının sonucu bugünkü
son ilkel halini almış durumdadır. Hedef gelecekteki
asker gençlerin öldürmek üzere yetiştirilmesidir.
Bu oyunlar öncelikle askeri eğitim için geliştirilse
de daha sonraları özel sektöre satıldı ve 3-11 yaş
grubunun temel hedef kitle, diğer yaş gruplarının ise normal müşteri
haline geldiği bir piyasa metası şekline büründü.
Asıl amaç yetişkin Amerikalıları ucuza eğitilmiş
‘otlar’ haline getirip Huntington’ın formatını
kurduğu bir savaşta kullanılacak hazır kitle
yaratmaktı. Romalı Lejyonlarda olduğu gibi, ABD’de
de II. Dünya Savaşı ve Vietnam Savaşı’nda baskın
birliklerinin kanlı ölüm ve öldürmelerinin yıllar
süren psikolojik dersleri ortadayken, bu proje
sorgulamadan öldürecek yeni bir tip geliştirme çabasıdır.
Bizzat takip ettiğim bir dizi terapide video-oyunları
kurbanlarının bir çok patolojik ruhsal sorunlar yaşadığı
ve akılalmaz bir şiddet eğilimi içinde olduğunu
gözlemledim. Hasılı bu bize anlatıldığı gibi
‘medeniyetler çatışması’ değildir.
YARIN: William
Elliot, Robert Strausz-Hupe, Bernard Lewis, Zbigniew
Brzezinski, Samuel Huntington ve Sir Henry Alfred
Kissinger arasındaki organik bağ nedir? Bütün bunları
bir araya getiren ortak payda/lar nedir? (Herhalde think
tankları da listeye dahil etmek lazım:Foreign Policy
Research Institute (FPRI), John M. Olin Institute for
Strategic Studies, Center for Strategic and
International Studies (CSIS), Cato Institute, ve Council
on Foreign Relations (CFR))
LaRouche: Bu
fenomenin çıkışı Harvard Üniversitesi’nde
Professor Elliot’ın direktörlüğünde yürütülmüş
bir programdır. Brzezinski, Huntington, ve Kissinger doğal
olarak Elliot’ın dizaynına uygun aynı kalıptan çıkma
tiplerdir. Elliot’ın kendisine gelince, Nashville,
Tennessee merkezli olan ve “Nashville Çiftçileri”
olarak bilinen ve orijinal Ku Klux Klan’ın
liderlerinin çocukları olan bir grubun
liderlerindendir. Grubun üstünde en ciddi etkiyi
fanatik bir ütopist olan İngiliz H. G. Wells yapmıştır.
Kişiler adeta, Wells’in 1928 tarihli “Açık
Komplo” isimli kitabında ve yine Wells’in 1933
tarihli “Geleceğin Şekli” isimli filminde bu İngiliz
ütopistin Yankee karşıtı “Güneyli
beyefendisinin” hayata geçmesinden ibarettir. Bana
yönelttiğiniz sorudaki isimlerin ‘ortak paydası’,
Wells’in “Açık Komplo” kitabında dile getirdiği
evrensel faşist ideolojidir.
YARIN: Bu
organizasyonlar ve isimlere dahil olarak, bir çok kişi
APIAC (İsrail Amerika Halkla İlişkiler Komitesi), ADL
ve ZOA (Amerikan Siyonist Organization)’nın ABD
politikaları üzerinde ciddi anlamda etkileri olduğunu
söylemektedir. Bu ne denli yerinde bir tesbit olur?
|
Türkiye,
Transkafkasya ve Orta Asya’ya
yönelik askeri
operasyonlarda üzerine görevlerin
yüklenmesi sürecinde parçalanacak
ve bu Türkiye’nin
şimdiki haliyle bilinen bir millet
olarak son
nefesi olacaktır. |
|
|
LaRouche:
Yahudilerin ABD’yi kontrol ederek Dünyayı da kontrol
ettiklerine dair mit, popüler ama tehlikeli bir mittir.
Bu yorumu yaparken şunu söylemek istiyorum: Bu
meseleye ‘Hıristiyan Siyonistler’ noktasından başlamak
lazım. Bu ‘Hıristiyan Siyonistler’ İngiltere’nin
‘Britanya İsraelitleri” mezhebindendir, temelde
Ariel Şaron ve Netanyahu’nun fanatik taraftarlarıdır.
Bu grubun bugüne kadar ABD tarihinde anlatılamaz
derecede zehirli ve yobaz bir anti-semitizm hikayesi
vardır. Bu tehlikeli dinci fanatikler ‘Armageddon
savaşının’ nihai olarak ‘Hıristiyan
Siyonistlere’ vadedilmiş toprakları hediye edeceğine
inanmaktadırlar. Aklıselim sahibi olan birisinin 1905
Rus devrimi akabinde ünlü Zubatov’un etkisini,
Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki geçmişini,
Yahudi olmayanlar tarafından Siyonizm tarihinde sahneye
konmuş olan envai çeşit Siyonizm politikalarını,
öncelikle İngilizlerin, Osmanlının kriz içindeki
yapısal zaaflarını fırsat bilip, Ortadoğu’daki
emperyal çıkarlarına hizmet için nasıl şekillendirdiğini
ve bugün de bu politikaları nasıl kullandığını
görmesi gerekmektedir. Yine akli selim Türk
yurtseverler Zubatov’un bir devamı olan Vladimir
Jabotinsky ve Alexander “Parvus” Helhand’ı ve
bunların her ikisinin de Jöntürklerin kurulmasında
İngiliz istihbaratıyla nasıl işbirliği içinde olduğunu
görmek zorundalar. Bütün bunların içinde Parvus,
uzun bir gezi sonucunda 1890’larda, İngiliz
istihbaratı tarafından İngiltere’de bizzat
görevlendirilmiş ve Jabotinsky ile birlikte İngiliz
güdümlü Jöntürk operasyonunda kullanılmıştır.
Faşist Jabotinsky ile ilişkili olan Siyonizm
faaliyetleri aslında Çarcı hükümetin Yahudi karşıtı
politikalarıydı. Zubatov ve onun üretimi
Jabotinsky’nin Yahudi halefleri, Moses
Mendelssohn’un takipçileri halini aldı ve hemen ardından
da “Yiddish Renaissance” (Yahudi Rönesansı) gelişti.
Daha sonra Mendelssohn ve Yiddish Renaissance
takipçileri Nazi rejiminin açık katliamına uğradılar.
Nazilerin Yahudi katliamının vahşeti II. Dünya Savaşı
sonrasında Yahudi politikaları ve hedeflerine meşruiyet
zemini oluşturdu.
Kontrol, İsrail’deki
alakalı güç merkezleriyle, ABD ve Britanya monarşisi
içindeki güçlerin ortak işbirliğindedir. Lakin
burada şu soruyu sormak gerekmektedir. ‘Mega
enstrüman’ İsrail’in ABD üzerindeki kontrolü
müdür, yoksa ‘Mega enstrüman’ Anglo-Amerikan
güç merkezinin İsrail üzerindeki kontrolü müdür? Tarih, emek verilmiş değerli çalışmalarla bize öğretmektedir
ki, ‘Hıristiyan Fanatikler’ hem ABD’de hem de İsrail’de,
İslam’a karşı bir ‘medeniyetler çatışması’
başlatmak üzere İsrail tarafından bilinçli bir şekilde
seferber edilmiş bulunuyorlar.
YARIN: Global güç
merkezlerini tanımlamak istersek, bunu nasıl yapmalıyız?
Mesela toplam kaç güç merkezinden bahsediyoruz?
Amerikan unilateralizmi? Yada, mesela Anglosakson Yahudi
ittifakı ve odağından, diğer yandan ise
Avrupa-Katolik, Ortodoks ve Çin merkezli Asya odaklarından
söz edebilir miyiz? Eğer bir Anglosakson-Yahudi odağı
tarif etmekte iseniz, bu odağın küresel finans
kapital oligarşisi ile bağını nasıl
resmediyorsunuz? Buna öyle zannediyorum 11 Eylül
sonrası açık bir şekilde ortaya çıkan
Protestan-Yahudi işbirliğini de, özellikle ABD
içinde, ekleyebiliriz.
LaRouche: Aslında bu türden sınıflandırmalar tehlikeli ve
yanlış sonuçlara götürücü bir yapıya
sahiptirler. Örneğin, ABD içindeki en çılgın
Katolik grup Papa’nın düşmanı olan Arlington,
Virginia’daki Piskoposluk bölgesi grubudur. Mont
Pelerin Society/Heritage Foundation’un öncülüğünde
Christendom College isimli bir kurum tarafından kontrol
edilmektedir. Bu pisliğin başında eskiden FBI’ın
başında bulunmuş iki aynı “Sienalı Azize
Catherine’leri” (2) görüyoruz: ABD Yüksek Mahkeme
Yargıcı Antonin Scalia ve şimdi suçlanan eski FBI
ajanı Robert Hanssen var. Bu network’ün ideolojisi
açıkça Carlist (3) türü bir faşizm ve Hıristiyan
teolojisinin Gnostik sapkınlık dediği türden dini
görüşler ifade ediyorlar.
Arlington
piskoposluğundaki bu hizbin en sıkı müttefiki “Hıristiyan
Siyonistler” denen bir seri grup olup, bunlar siyasi
olarak Profesör William Yandell Elliott’un Nashville
Çiftçileri’nin etrafında toplanmışlardır. Bu
“Hıristiyan Siyonistler” birliği ve Christendom
College ittifakı “tek konularda” birlik temelinde
örgütlenmiştir. Her ikisi de ABD hükümetinin
“derin unsurlarıyla” (vurgu çevirenin) ilişkileri
açısından dikkat çeker; örneğin genelde adalet
Bakanlığı ya da özelde FBI gibi. Bu dini kurumlar
hükümet içindeki ilgili fraksiyonların siyasi
“kapatmalarıdır” (vurgu çevirenin).
YARIN:1 Mayıs konuşmanızda
şöyle dediniz: “Deli bunlar. Gerçekten psikopat.
Gerçek dünyada değiller. Virginia’da Pat Robertson
gibilerin arkasında önemli bir politik güç oldular;
tehlikeliler. İşte seçmen bunlar; nefret seçmeni, Ku
Klux Klan seçmeni. Nefret edecek, öldürecek birisi
lazım onlara. Ve diyorlar ki, “o Araplar bence aynı
Zencilere benziyorlar.” Öyle, değil mi? Hayır
Siyonist lobiyi, ABD’yi kontrol eden İsrailliler değil.
Bu bir tür Anglo – Amerikan hizbi; İsrail içinde de
uzantıları var; adı sağcı Likud, örnek tipi
Netanyahu, ve o Şaron’dan da daha tehlikeli. Bu
herifler katil ve Ortadoğu’da Anglo-Amerikan Roma
Lejyonu kafasıyla iş görüyorlar.” Efendim, ‘bu
herifler’ kim? Edward Said onlara “amerikan
Siyonistleri” diyor. Dahası onlar Tel Aviv’in kendi
halindeki Yahudisinden de daha fanatik davranıyorlar.
Daha önemlisi bu tarikat kültürü Amerika’da nasıl
ortaya çıktı?
LaRouche: Bu
olguların açıklanması ABD’nin iç ve dış
tarihinin derinliklerinin önemli bir bölümünü
açacaktır. Daha önceki sorumlarınızda da bu olgunun
önemli boyutlarını açtık. ABD’de dinin siyasi
tarihi üzerine birkaç söz sorunuzun ima ettiği durum
hakkında işe yarar bir tablo oluşturmak için yeterli
olur. İngilizce
konuşan Kuzey Amerika’nın ana dini – doktrinsel
etkilenimleri Massachusetts Körfez kolonisi içinde İngiliz
İsraelitleri ile Withrop’lar ve Mather’ler arasındaki
17. yy. çatışmalarına dayanır. İngiliz etkisi açısından
en tipik kötü örnek Jonathan Edwards’tır; o hain
Aaron Burr’un dedesidir. Edward’ın maskaralıklarının
bütün delice özelliklerine “Hıristiyan
Siyonistlerde” ve Christendom College etrafındaki faşist
yanlısı Katoliklerde rastlamak mümkün.
ABD’deki asıl Katolik etki saf ve yurtsever
idi; bugün Christendom College’in sergilediği bariz
anti-Amerikanizmin zıddıydı. Katolikler arasındaki
bozulma genelde Amerikalara Prens Metternich’in Kutsal
İttifak zamanı Habsburgların yaptığı müdahalelere
dek geri gider. Bu ismen Katolik hizbin İspanya ve 3.
Napoleon Fransası ile ve dolayısıyla
Konfederasyon’la (4),Meksika’yı aldığında da
Maximillian’la arası iyi idi; ta ki İç Savaş’ta
Birlik’in zaferine dek (5). Bu dönem İspanyol monarşisinin
İngiliz imtiyazlarıyla ABD’ye Afrikalı köle
ticaretine girdiği dönemdir. İşte Arlington
piskoposluğunun temsil ettiği
bu Faşist anti–Amerikan akım, bugün ABD
Katolik Kilisesi’ndeki çürümeyi simgeler.
YARIN: AB’nin,
ABD’nin geçen ay Çelik ithalatına gümrük duvarını
yükseltmesine misilleme olarak Haziran’da Amerikan
mallarına gümrük uygulama girişimi Brüksel ile
Washington’u yıllardan beridir ticaret konusunda şiddetli
bir çekişmenin eşiğine getirdi. Bu gerilim konusunda
ne söylemek istersiniz? Bunu nasıl okumalıyız? Basit
bir ticaret kavgası mı, AB’nin bir güç merkezi
olarak yerleşme çabası mı? Gelecekte bu ikisinin ilişkileri
konusunda ne beklemeliyiz?
LaRouche:
Avrupa’nın bütünü için kritik konu, onun şimdiki
Bush – Blair yönetimleri ortaklığının ve kıta
Avrupası üzerindeki emperyal uzak etkisinden ve
Japonya’nınkinden kurtulmak isteyip istemedikleri ve
bunun olabilirliğidir. Avrupa’nın temel ve çok acil
objektif çıkarı, benim
biraz da Rusya’dan Yevgeni Primakov’un,
Asya’nın “Stratejik Üçgeni” olarak tanımladığı,
Rusya, Çin ve Hindistan işbirliğinde tüm kıtasal
Avrasya faydasına, Asya ile uzun vadeli ticaret ve kalkınma
programları çerçevesinde sistemli işbirliğine
girmektir. Avrupa ya bu politikayı benimser ya da
basitçe ABD – İngiliz çabaları altında ezilir; ya
da şimdiki Dünya para – finans siteminin kendi hazırladığı
çöküş ile global kaosa sürüklenir.
YARIN:
Global sistemde Londra’nın durumuna ne
diyorsunuz? Özelde Londra’nın Türkiye’nin
jeopolitik ve jeostratejik konumu üzerindeki –merkezvari-
etkileri hakkındaki düşünceleriniz nedir? Bu bağlamda
AB- Türkiye ilişkileri için bize ne diyeceksiniz?
LaRouche: Bugünün
İngilizce konuşan ulusları arasında en yüksek çılgınlık
derecesine sahip iki ülkeyi ABD ve Avustralya
örneklerinde görüyoruz. ;İngiltere’de aptallar
Amerika’dakiler kadar aptalsa da burada etkili bazı
politik çevreler güncel ABD politikasının delice
trendlerini görüyor ve muhalefet ediyorlar. Bu kısmen
İngiltere’nin ekonomik ve diğer güvenlik
ihtiyaçları için kıta Avrupası’nın refahına
verdiği önemdeki daha fazla hassasiyetini gösteriyor.
Türkiye’ye
yönelik, ütopik Anglo-Amerikalının stratejisi,
Türkiye’nin stratejik potansiyelini Türkiye’nin
bir ulus olarak dağılma sürecinde “sonuna kadar
kullanmaktır”. Türkiye’nin
bu şekilde hemen kullanılışına iki örnek; Suriye
ile Irak’a karşı ve Transkafkasya kanalıyla Orta
Asya’ya yöneliktir. İsrail nasıl bugünkü
politikalarının devamı sonucu yok olacaksa, Türkiye
de Transkafkasya ve Orta Asya’ya yönelik askeri
operasyonlarda üzerine görevlerin yüklenmesi
sürecinde parçalanacaktır. İran’a karşı bir
harekat Türkiye’nin şimdiki haliyle bilinen bir
millet olarak son nefesi olacaktır.
YARIN: Türkiye bir
köprü ülkesidir. Avrasya jeopolitikalarına bakıldığında
Türkiye’nin bölgesel rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye aynı zamanda ABD ve İsrail’in de stratejik
müttefikidir. Bu ortaklık ne derece gerçekçi ve
gelecekte ABD-Türkiye ilişkileri için ne düşünüyorsunuz?
Bu ilişkide İsrail kaçınılmaz bir unsur mu?
LaRouche:
Türkiye’nin Arafat ile Rabin arasında amaçlanana
benzer bir barışın kurulması işinde görev alması
gerçekten arzulanır. Türkiye Afrika ve Asya kavşağının,
Akdeniz’i ve Hint Okyanusu’nu bağlayan Ortadoğu’nun
kuzey unsurudur ve genelde Asya’ya, Mısır
kanalıyla da Afrika’ya önemli bağlantılar sağlamaktadır.
Türkiye’deki
büyük depremin şehirlere etkilerinin son korkunç
görüntüleri, Türkiye’de potansiyel ekonomik gelişmenin,
kişi başına milli gelirin, ulusal güvenlikle bağdaşır
bir barınma kalitesi ve kent altyapısı düzeyine artırılması
için gelişme odaklarını seferber etmenin hızlandırılmasında dayanak
noktası olarak kullanılmalıdır. Türk işgücü, koşullar
yerine geldiğinde iyi bir potansiyel vardır. Düşük
maliyetli ve uzun vadeli bol kredi akışı sağlanmalı;
Ortadoğu ve ilgili pazarlar açılarak Türkiye’nin
halihazırdaki iç güvenlik ihtiyacını karşılayacak
bir ihracat geliri elde edilmelidir. Benim yaklaşımım,
doğal coğrafi ticaret yolları boyunca ulaşıma
yönelik gelişme koridorlarının tarif edilmesidir.
Ortadoğu bir bütün olarak ele alındığında, bu
tarz bir çalışmanın ana karakteristiği temiz su
kaynaklarına ve enerji üretimine görece büyük ağırlık
vermek olmalıdır.
Yarın: Son olarak,
Türkiyeli okura ne diyeceksiniz?
LaRouche: İşbirliği
yapalım, bütün dünyada bir zamanlar ABD Dışişleri
Bakanı John Quincy Adams’ın Amerikalar için teklif
ettiği gibi, bağımsız milli cumhuriyetlerin bir
ortak fayda birliğini kuralım; buna Başkan Franklin
Roosevelt “iyi komşu politikası” diyordu. Böyle
bir politika hala Amerikalar için de lazım; Dünya
için de böyle bir stratejik perspektif lazım. Teşekkür
ederim.
Lyndon
LaRouche Kimdir?
LaRouche adı, 1970 ve
80'lerin seyrinde zamanın ençok tartışılan
politik kişiliklerinden biri olarak ortaya çıktı.
Hakkındaki tartışmalar, uluslararası uyuşturucu
trafiğini durdurmak, ya da Başkan Reagan tarafından
23 Mart 1983’te ilan edilen “Stratejik Savunma
inisiyatifi” (meşhur tabiriyle “Yıldız Savaşları
Projesi”) gibi konulardaki çabaları nedeniyle
sadece ABD’de değil , tüm Dünya’da sürmüştür.
Uzun vadeli ekonomik tahminleri , bugünün kriz içindeki
global ekonomik sistemi tartışmalarında onu odağa
taşımıştır. LaRouche 1948’den başlayarak
Norbert Wiener ve John von Neumann’ın öncülüğünü
yaptığı “Sibernetik” biliminin gerçek ekonomik
faaliyetleri sanallaştırması ve insansızlaştırması
eğilimlerine şiddetle muhalefet etmiş; temellerini
Gottfried Leibniz’in attığı(1671 – 1716) ve
1852’de Bernhard Riemann’ın geliştirdiği
“fizik ekonomi” prensiplerini savunmuştur. Uzun
erimli ekonomik öngörüleri arasında 1959-60’ta
yaptığı, Truman Eisenhower doktrini çerçevesindeki
politikaların sürdürülmesi durumunda Bretton Woods
sisteminin çökeceği uyarısı 15-16 Ağustos
1971’de gerçekleşti. İkinci önemli öngörüsü
büyük güçlerin ekonomi yönetiminde paracı
politikalara giderek daha çok ağırlık
vermesinin sonucunun Dünya ekonomisinin çöküşüne
dek gidecek ard arda krizler olduğudur. Ekim 1987
Wall Street krizinden beri Dünya ekonomisini giderek
daha derin krizlere girmesi ona bir haklılık payı
çıkarıyor. Dünya ekonomisi için LaRouche’un önerilerinin
temelleri tüm ulusların tam bağımsızlığı
temelinde karşılıklı ekonomik ilişkiler ve
genelde Londra kaynaklı finans hakimiyetlerine
itiraz, Haileybury’ci ve diğer pozitivist okulların
savunduğu “serbest ticaret” ve alakalı dogmaları
red, ve Amerikan “sistem geleneğine” uygun
“dirije ekonomi” politikalarıdır. Ayrıca Lyndon
LaRouche Demokrat Parti'den 2004 amerikan başkanlık
seçimleri için aday adayıdır. (kaynak www.larouchein2004.net
) Geri
DİPNOTLAR:
1 ) Delfi ,
Fokis’te bulunan Antik dönem Yunan tapınağı. Delfi
mabedi toprak ana Gaya’ya, Tanrı Apollon’a ve tanrı
Dionisus’a adanmıştı. Delfi mabedinin trans
halindeki büyücü rahibesi gelenlere gaipten anlaşılmaz
cümlelerle haberler okur; yanındaki bir rahip bunları
anlaşılır bir dile (genellikle nazım olarak)
tercüme ederdi. Geri
2 ) Sienalı Azize
Catherine: 14. y.y. İtalyan mistiği ve Hıristiyan
eylemcisi. Kilise reformu ve Hıristiyanların birliği
için mücadele etti. LaRouche burada bu kişileri taşlıyor.
3) Carlistler:
18.-19. y.y.larda İspanya’daki taht kavgalarında
ortaya çıkan aşırı muhafazakar ve kiliseci akım.
4 ) Amerikan İç
Savaşı’nda Güney’e verilen ad
5 ) Birlik:
Amerikan İç Savaşı’nda Kuzey’e verilen ad Geri
|