DÜŞÜNCE

İHSAN ELİAÇIK

 
SÜREKLİLİK
YENİLİK (2)
 
İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşasında İki Kurucu Kavram
 
Tutarlı bir dünya görüşü kurma işinin esas itibariyle “Müslüman akla” bırakıldığını söylemek mümkündür. İslam düşünce tarihinde üç tür bilgi sistemi bir sistem dahilinde yeniden inşa edilmelidir. Beyani, burhani ve irfani bilgisistemlerini bir araya getirmeye çalışma çabası, İslam düşüncesinin büyük düşünürlerinin amacı olmuş, hep bu büyük sentez için gayret sarfetmişlerdir.

Tutarlı bir dünya görüşü kurma işinin esas itibariyle “Müslüman akla” bırakıldığını söylemek mümkündür. Cabiri’nin dediği gibi  İslam düşünce tarihinde üç tür bilgi sistemi Gazali’nin yapmaya çalıştığı gibi yeniden ele alınmalı ve bir sistem dahilinde yeniden inşa edilmelidir. Gazali beyani, burhani ve irfani bilgi sistemlerini çatışmacı bir tarzda bir araya getirmeye çalışmış ve fakat işin sonunu getiremeyerek sonuçta irfanda karar kılmıştı. İslam düşüncesinin büyük düşünürleri hep bu sentez gayreti içinde olmuşlardır. Farabi, İbni Sina, İbni Tufeyl, İbni Rüşd, Sühreverdi, İbni Arabi, Molla Sadra, Muhammed İkbal gibi büyük üst anlatı sahipleri bu sentez girişimlerinin farklı boyutlarda örneklerini vermişlerdir.

İslam düşüncesi dediğimiz olgu geçen bin yıl boyunca kendini inşa süreci yaşamıştır. Şu an varolan şekliyle İslam düşüncesi Cabiri’nin ayrımlarıyla üç bilgi sistemi üzerine inşa edilmiştir. Beyana dayalı bilgi sistemi ile Şafii, Eş’ari, Gazzali, İbni Teymiye vb. simalarda temayüz eden ve son tahlilde “beyanı” (vahiy, ayet, hadis, nakil) belirleyici olarak gören bilgi evrenini, burhana dayalı bilgi sistemi ile Nazzam, Cahiz, Kındi, Harezmi, Farabi, İbni Sina, Biruni, İbni Meskeveyh, İbni Rüşd vb. simalarda temayüz ettiğini düşündüğümüz “burhanı” (akıl, deney, tecrübe) belirleyici olarak kabul eden bilgi evrenini, irfana dayalı bilgi sistemi ile Hallac-ı Mansur, Cüneyd-i Bağdadi, Beyazıd-ı Bestami, Sühreverdi ve İbni Arabi vb. simalarda temayüz ettiğini düşündüğümüz “irfanı” (keşf, ilham, sezgi, aşk) belirleyici kabul eden bilgi evrenini kastediyoruz.

Bu üç sisteme biyografik sembolizm dilini kullanarak “üç ibni’nin duruşu” demiştik. İbni Teymiye-İbni Rüşd-İbni Arabi’de sembolize ettiğimiz beyani-burhani-irfani bilgi sistemine dayalı teistik-deistik-panteistik yorumları süreklilik-yenilik temelinde Allah-Alem ve Akıl-Aşk (his) birlikteliği (birliği değil) şeklinde yeni bir yoruma tabi tutmuştuk. Birinciler sürekliliği ikinciler yeniliği sağlıyorlardı. Her üç sistemin varlığın ve bilginin birliği, ikiliği veya çokluğuna değil bütün bunları meczeden “varlığın ve bilginin dinamik birlikteliği” anlamına geldiğini söylemiştik. Bu sistemlerin Molla Sadra, Şah Veliyyullah Dehlevi ve Muhammad İkbal gibi simalarca bu yaklaşım temelinde yeniden ele alındığını söylemiştik İkbal’in, bu çabaların durmaksızın devam etmesi tavsiyesini ve sonraki kuşak ilahiyatçılara vasiyetini hatırlatmıştık. “İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İhyası çabaları İkbal’in bıraktığı yerden devam etmelidir” demiştik...

Varlık (ontoloji) felsefesinde Allah-Alem, bilgi (epistemoloji) felsefesinde Akıl-Aşk (his), insan felsefesinde Yaratılış-Evrim, Hayy-Hayat, ahlak felsefesinde Fıtrat-Mizaç, tarih felsefesinde Asabiyet-Hadaret, içtihat felsefesinde Din-Şeriat,  siyaset felsefesinde Değer-Model çiftleri süreklilik-yenilik alanını ifade etmektedirler. Birinciler sürekliliğin ikinciler yeniliğin alanıdırlar. 

Bu bölümde insan felsefesi de denilen felsefi antropolojide Yaratılış-Evrim, Hayy-Hayat kurucu kavramları üzerinde duracağız.

YARATILIŞ-EVRİM

Tevrat ve Yeni-Eflatuncu Hrıstıyan teolojisi yaratılışçı bir görüşü savunmakta ve evrimi kesin bir dille reddetmektedir. Öte yandan materyalist evrimciler de Darwin’e dayanarak yaratılış inancını kesin bir dille reddetmekte ve evrimi ideolojikleştirerek savunmaktadırlar. Halbuki İslam düşünce tarihinde daha çok burhani sisteme mensup kimi simalar “yaratıcı tekamül” diyebileceğimiz bir anlayışı savunmaktadırlar. Böylece durmaksızın yeniden yaratma sürekliliği, her bir yaratmada ortaya çıkan tekamül/evrim sıçramaları yeniliğin alanını oluşturmaktadır. Süreklilik-Yenilik felsefesi burada da dinamik bir birliktelik içindedir.

Antropologların ve genetikçilerin yaptığı gözlemler ve araştırmalar, bütün insanların tek bir biyolojik “aile”nin (insan türünün) üyesi olduklarını gösteriyor. Bu kesin yargının bilimsel anlamı şudur; Benzerliklerimiz, farklıklarımızdan çok daha fazladır.  İşte bu nedenle, bütün insanların tek bir biyolojik tür olduklarını söylemek mümkün oluyor.  Keza Kur’an, Tevrat ve İncil de bu biyolojik ailenin (Adem ile Havva) olduğunda hemfikir olduklarını görüyoruz. Semavi kitapların diliyle her ikisini de Allah yarattı, insanlık başka bir yerden değil bu ilk yaratmadan türedi, çoğaldı...

İnsanın kökenine ilişkin materyalist evrimcilerle semavi yaratılışçılar arasındaki ortak noktalardan ilkinin, insanın ortak bir türden geldiğine dair bu yargının olduğunu söyleyebiliriz. Materyalist evrimciler ilk olarak Tanzanya ve Habeşistan vb. yerlerdeki bulgulara dayanarak maymunun insanlaştığını söylerken,  semavi kitaplarda geçen bilgilere dayanan yaratılışçılar da Adem ve Havva’nın cennetten kovulduktan sonra Hindistan veya Ortadoğu’ya (Cidde-Mekke-Mezopotamya) “düştüklerine” inanmaktadırlar. 

Söz konusu bu düşmenin (hubut) veya dönüşmenin (mutasyon) ne zaman olduğu konusunda ise aralarındaki ihtilaf korkunç denecek boyutlardadır. Evrimcilere göre mutasyon, doğal ayıklanma, genetik-demografik kayma ve kültürel seçicilikle ilerleyen tabiattaki biyolojik evrim 4 milyar yıldır devam etmektedir.  İnsanoğlunun evrim ağacı ise en az 25 milyon yıllık bir öykü olup bugünkü insan türünün (Homospain) geçmişi 500 veya 700 bin yıla dayanır.  Evrimci biyolog Antony Smith’e göre “kör” bir şekilde gelişen evrim, bütün gezegene hakim olacak hatta bu gezegeni bırakıp başka dünyalara yolculuk yapacak bir canlı türü çıkartmıştır. Başlangıç çamurunun içindeki bir kaç amino-asit karışarak, sonunda, çevrelerindeki bütün kaynaklardan yararlanmak için gerekli düşünme ve organize etme yeteneğine sahip insan türünü oluşturmuştur. Günümüzde bir milyondan fazla bulunan canlı türlerinin her biri evrim dalının son basamağıdırlar. Milyarlarca yıllık evrim sürecinden nihayet kendi kaderini tayin etme yeteneklerine sahip bir tür ortaya çıkmıştır... 

Öte yandan yazdığı dünya tarihi kitabına zamanın ve mekanın (dünyanın) ömrünü tartışarak başlayan Taberi’ye göre bütün zamanın ömrü 7000 (yedibin) yıldır.  Yine Taberi’nin iddiasına göre  Hz. Peygamber dünyanın ömrünün 6000 yıl olduğu rivayetini doğrulamıştır.

Yahudiler’e göre ise Tanrı’nın (Elohim) Adem’i yaratmasından bugüne dek 6054 yıl geçmiştir. Hırıstıyanlara göre ise Adem 7404 yıl önce yaratılmıştır. Mecusi Fars mitolojisine göre de Adem aslında Fars hükümdarı Kiyumers’dir . Kiyumers’den bu yana ise 4551 yıl geçmiştir.

Verdikleri rakamlarla evrimcileri aratmayan Hint bilgelerinin sayılarını hesap etmek için ise ortalama bir hesap makinesinde yer kalmıyor. Hint muhayyilesi karma inanışı çerçevesinde evrenin sürekli kendini tekrar eden zamanlar halinde döndüğüne inanıyor. Hint felsefesine göre şu anda biz Kutsal Ruh’un milyarlarca yıllık Ebedi Kainat Düzeni (Shankara Dharma) içinde Krişna şeklinde tezahür ettiği anda yaşıyoruz.

Görülüyor ki bugünkü haliyle insanlığın dimağında Yaratılış, Evrim ve Karma  düşünceleri derin izler bırakmıştır.

Şimdi de özellikle İslam düşünce tarihinde unutulmuş bir damarın, insanın kökenine ilişkin fikirlerine bakalım. “Yaratıcı tekamül” diyebileceğimiz bir görüşü savunan bu Müslüman düşünürler bizim de ilham kaynağımız olmuşlardır. Bunlar yaratılış, evrim ve karma düşüncelerini meczeden bir anlayışı savunmaktadırlar. Bunları kimi “yarı hakikatlar” olarak görmekte ve hakikatın bütününe dair çok daha tutarlı bir görüşü dillendirmektedirler. Aşağıda kısaca anlatacağımız görüş sahiplerini okuyunca, sonunda, kendine has tutarlı bir antropolojik kuramın ortaya çıktığını göreceğiz...

Cabir bin Hayyan (öl. 200/815) “Canlıların kendiliğinden (spontane) oluşumu ve suni yolla canlı üretme” fikrini savunmaktaydı. Cabir’e göre Allah ilk önce dört unsuru (hava, su, ateş, toprak) yarattı; sonra da onlardan maden, bitki, hayvan ve insan varlıklarının oluşumunu ve üremesini “irade” etti. Temelde ilahi yaratma fikrini kabul eden Cabir, bazı bitki ve hayvan türlerinin, hatta ilk insanın, kendiliğinden vucut bulduğunu kabul etmekten öte, minerallerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların suni olarak laboratuarda üretilebileceğini bile iddia etmektedir. Cabir, kendiliğinden oluşu tevlid ve tevellud, suni oluşumu tevalud ve tekvin, ilahi yaratma fikrini de kevn ve halk terimleriyle açıklamaktaydı.

Nazzam (öl. 232/845) orijinal bir şair, düşünür, edebiyatçı, kelamcı ve filozoftu. Birçok eser yazdığının bilinmesine rağmen günümüze hiçbir eseri ulaşmayan Nazzam, kendi döneminde Dehriye, Zerdüştlük, Cebriye, Murcie vb. akımlarla mücadele etmesiyle ve Aristo’yu eleştirmesiyle tanınıyordu. Nazzam bir nevi kozmolojik evrim diyebileceğimiz bir teori savunmaktadır. Nazzam’ın, Kur’an’daki bazı ayetlere dayanarak kumun, buruz ve tecdid kavramlarıyla izah ettiği kozmolojik yaratıcı tekamül görüşü şöyle özetlenebilir;

“Yaratılış, Allah’ın doğrudan doğruya bütün canlı ve cansız varlık türlerini, kendi içinden çıkaracak şekilde bir anda var etmesidir. Bütün varlıklar bu ilk varlık çekirdeğinde potansiyel kuvvet halinde gizliydi. (kumun). İlk çekirdekte potansiyel kuvvet olarak gizlenen varlığın kozmik özü zamanla açığa çıkmakta, bariz olmaktadır (buruz). Bu açığa çıkış veya bariz oluş, evrenin, birbiri ardı sıra, madde (fizik), yeryüzü (jeoloji), gökyüzü (astronomi), hayat (biyoloji), şuur (psikoloji) hareketleri halinde varlık sahnesine çıkmasıdır. Ortaya çıkan canlı ve cansız türler varlık sahnesine çıkarken aralarında irtibatlar bulunmasına rağmen bağımsız olarak varolmaktadırlar. Her bir tür kumun halindeki bağımsızlığını buruz halinde de korumaktadır. Türler birbirine dönüşmemektedir. Türler ilk kozmik özden zamanla ayrı ayrı çıkmaktadır. İnsan vucudu ilk embriyodan sürekli hücre bölünmeleri halinde birbirinin içinden çakarak oluştuğu gibi, evren  de, kumun halindeki ilk özden sürekli yeni canlı ve cansız türleri çıkartarak oluşmaktadır. Her bir ana tür bir başka ana türe dönüşmemekte, aynı kökden yeni ana türler birbiri ardınca çıkmaktadır. Ortaya çıkan ana türler kaybolmaksızın, özünü ve türlüğünü de kaybetmeksizin, başka bir türe de dönüşmeksizin sürekli yenilenmektedir (tecdid). Bu yenilenmeler atmosfer/çevre şartlarının etkisiyle olmakta, bu sebeple farklı insan ırkları ortaya çıkmaktadır. Allah, varoluş süreçlerini, yaratıcı tekamül halinde böyle irade etmiştir...”   

Cahiz (öl.255/869) iyi bir kelamcı ve edebiyatçı olmanın yanı sıra ünlü bir zoolog (hayvanbilimci) ve antropologtu (insanbilimci). Cahiz, hocası Nazzam’ın kumun ve buruz teorisi olarak bilinen fikirlerini benimser görünmektedir. O, Nazzam gibi, ilk yaratılışın, Allah’ın hür iradesiyle yarattığı bir çekirdek varlıkla başladığını kabul etmektedir. Fakat çekirdek varlıktan nasıl türediklerinin izahı konusunda hocasından ayrılıyor. Cahiz tüm evrenin bütün olarak nasıl oluştuğunu izahtan ziyade, canlıların oluşumu ve aktüel evrimleri üzerinde durmaktaydı. Cahiz, Kitabu’l-Hayavan adlı kitabında biyolojik evrimi açıkca savunmuştur. Ona göre evrenin yaratılışını başlatan Allah, aynı zamanda onu evrimleşme yoluyla teşekkül edici, hem de türleri devamlı evrimleştirici kılmıştır. Bu bakımdan evrimin gerçek sebebi Allah’tır. O, yaratılışı yaratıcı tekamül süreci olarak irade etmiştir. Türler kendi içlerinde taşıdıkları potansiyel kuvvet sebebiyle evrimleşmektedirler. Bu potansiyel kuvvet onlara Allah tarafından konulmuştur. Türlerin içindeki potansiyel kuvvet,  fiziksel çevre, iklim şartları, hayat mücadelesi ve doğal seçilimin etkisiyle ortaya çıkmakta, yaratıcı tekamül birbiri ardı sıra türleri ortaya çıkarmaktadır...

Biruni (öl. 453/41061) ile birlikte İslam düşüncesindeki yaratıcı tekamül veya evrimci yaratılış teorisinin zirveye çıktığını görüyoruz. Biruni jeo-kimyasal evrim diyebileceğimiz bir görüşü savunmaktaydı. Biruni’ye göre evrenin tekevvünü Allah’ın öyle irade etmesi sonucunda jeo-kimyasal bir evrimin sonucudur. Allah’ın ezeli planına göre evren, genel jeo-kimyasal evrimler geçirmektedir. Bu esnada, uygun şartlar oluştuğunda madenler ve canlı türler birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır. Her bir jeo-kimyasal zaman kendi türlerini ortaya çıkarmaktadır. Biruni’yi göre jeo-kimyasal evrim evrende meydana gelen yeryüzü (jeoloji), gökyüzü (astronomi), fizik (madde), mineraller (kimya), hayat (biyoloji) hareketlerinin (ekoloji)  tümüdür Evrenin yaratılışından bu yana meydana gelen tüm bu ekolojik değişim zamanları her defasında kendi canlı türlerini doğurmuştur.  Türler birbirine dönüşmemiş, ekolojik denge değişikliklerine paralel bir şekilde birbiri ardınca bağımsız olarak tabiatın bağrından çıkmıştır. Bu, Hind-Budist felsefede olduğu gibi (karma) devri daim şeklinde değil, birbirini takip eden bir süreklilik içinde olmuştur, olmaya da davam etmektedir...

İbni Miskeveyh de (öl. 421/1030) psikolojik evrim diyebileceğimiz bir görüşü savunmaktaydı. Ona göre varlığın hiyerarşik mertebelenişi, ana hatlarıyla en aşağıdan başlamak üzere inorganik cisimler, bitkiler, hayvanlar, insanlar ve melekler şeklindedir. Dolayısıyla basitten karmaşığa, inorganik olandan organizmaya, fiziki olandan metafizik olana doğru yükselen hiyerarşik bir yapı söz konusudur. Her mertebe ayrıca kendi içinde çok sayıda katmanlara ayrılmaktadır. Mesela hayvanlar mertebesi, kendi içinde en basit türlerden yükselen katmanlar halinde bir hiyararşi oluştururlar. Hayvanların en yüksek katmanı maymunlardır. Maymunlar mertebesinin bittiği yerden itibaren insan katmanı başlar. İnsan katmanının bittiği yerden itibaren de meleklerin katmanı başlar. Ancak insan diğer mertebelerden farklı olarak kendi içinde bir bütünlük arzeden bir küçük alemdir. Bedeni ve ruhi yapısı tıpkı kainatta varolan gibi bir yapı arzeder; bu küçük alemdeki beşeri güçler kozmik mertebeler gibi bitişme ve ilerleme ilişkisi içindedirler. Türler arasındaki sınırları belirleyen ana etken, türlerin birbiri içinden çıkması anlamında değil, ilahi hikmete uygun olarak varlık hiyerarşisinde öyle sıralanmış olmasından kaynaklanan bir evrim sürecidir.

İbni Tufeyl (öl. 581/1185) ve İbni Nefis’in (öl. 689/1288) aynı adlı romanları Hay bin Yakzan ise insanın menşei hakkında tabiatçı bir teoriyi savumaktaydı. Her iki  romandaki tabiatçı tekamül/evrim düşüncesi İslam düşünce tarihinde fazla rağbet görmemiş, genel olarak İslam dünyasında Yeni-Eflatuncu/Hristiyan etkisiyle cennetten kovulma ve yeryüzüne düşme görüşüne inanılmıştır.

Her iki romanda da tabiatın çoçuğu olarak, annesiz-babasız, toprak ve çamurdan kimyevi tepkimelerle canlı haline gelen Hay bin Yakzan aslında Adem’in yaratılışını anlatmaktadır. Roman diliyle ortaya konan bu görüşlere göre ilk yaratılış şöyle olmuştur; “Hay b. Yekzan (Adem) Hind Okyanusu’nda ıssız bir adada, annesiz-babasız, toprağın çamur halinde mayalanması neticesinde canlı haline geldi. Bu oluşum kısa sürede değil aradan epey zamanların geçmesiyle gerçekleşti. Yavrusunu kaybetmiş olan bir ceylan Hay’ı büyütüp hayvanlarla rekabet edecek hale gelinceye kadar emzirdi. Hay her ne kadar hayvanlarla birada yaşasa da kısa sürede derisinin çıplak olduğunu ve hayvanlara mahsus tabii savunma vasıtalarından mahrum bulunduğunu farketti. Yedi yaşına geldiğinde kendisini korumak için vucudunu yapraklarla ve hayvan derileriyle örtmeye başladı. Sonunda onu emziren ceylan ödü. Bu olay Hay’ı çok üzdü ve ölümün sırrı üzerine düşünmeye başladı. Ceylanın cansız bedeni üzerine uzun süre düşündü ve sonunda ölümün sebebinin bedeni terkeden bir güç (ruh) olduğuna karar verdi. Çünkü ceylan’ın bedeni olduğu gibi durmakta fakat canlılığı sağlayan güçten yoksun olduğu için hareket edememekteydi. Böylece Hay hayatı keşfetti...” 

İbni Haldun’a ise (öl. 808/1406) bir anlık (tafra, mutasyon) için de olsa insanların fiilen melek haline gelebileceklerini göstermek, dolayısıyla nübüvvet ve vahiy meselesini izah etmek için evrim (tekamül, insilah) konusunu girer. İbni Haldun, Mukaddime’de Farabi ve İbni Sina’nın nübüvvet teorisini, Cahiz, İbni Miskeveyh ve İhvan-ı Safa’nın evrim/tekamül düşünceleriyle meczetmiştir. Burada İbni Haldun’un asıl amacı canlılardaki evrimi izah etmekten ziyade peygamberin gaybtan aldığı bilgi türüne açıklık getirerek temellendirmektir. Yani konu asıl itibariyle epistemolojidir ancak antropolojik bir temele oturtulmaya çalışılmıştır. İbni Haldun açıkça “Hurma ve üzüm ağacı sedef ve salyangoza, maymun insana, insan meleğe insilah edebilir”  demektedir. Buradaki “insilah” kelimesi daha iyiye geçme, tekamül, dönüşüm, reform, değişim vb. anlamlara gelmektedir. Öte yandan İbni Haldun “Peygamberler bu haletten ayrılıp beşeriyetlerine döndüğü zaman ilimlerindeki vuzuh ve sarahat onlardan ayrılmaz”  derken bu dönüşümü bir anlık sıçrama (tafra) olarak anlamaktadır. Bu açıdan İbni Haldun’un canlı türlerinin birbirine dönüşerek çoğaldığını mı yoksa aralarındaki yakınlığı anlatmak için mi böyle bir açıklama yaptığı tam anlaşılmıyor. Türler arasındaki yakınlığı ve varlığın kategorik dizilişini anlatmak için değil de, bunun bir çoğalma yasası olduğunu anlatmak istediğini varsayarsak bu takdirde şu anki insanların atasının bir zamanlar maymun, meleklerin de bir zamanlar peygamber olduklarını kabul etmemiz gerekecektir. Yine İbni Haldun da kapalı olan bir diğer hususda meleklerden sonra insılahın nereye varacağıdır. İbni Haldun burada susmaktadır ancak biz mantığı sonucuna götürecek olursak, meleklerden sonraki aşama Allah’la bütünleşme, yani vahdet-i vucud veya fenafillahtır. Oysa İbni Haldun’un vahdet-i vucuda kesin olarak karşı olduğu biliniyor...

Görülüyor ki İslam düşünce tarihinde yaklaşık 30’a yakın düşünür ve alim “yaratıcı tekamül” düşüncesini savunmuştur. Görüşlerini özetleyerek aktardığımız Cabir, Nazzam, Cahiz, Biruni, İbni Miskeveyh, İbni Tufeyl, İbni Nefis ve İbni Haldun bunların en önemlileridir. Bunlarla Müslüman düşünürlerin yaratıcı tekamül nazariyeleri aşağı yukarı tamamlanmaktadır. Diğerleri tekrar mahiyetinde olacağı için bu kadarıyla yetiniyoruz.  n


DİPNOT:

1- Son genetik bulgulara göre insanların gen benzerliği % 98, farklılığı % 2 oranındadır. 

2- Bozkurt Güvenç; İnsan ve Kültür, Remzi, 7/1996, s. 41

3- Kur’an; Bakara, 30-38,  Tevrat; Yaratılış; 2,3, İncil; Matta; 19;4-5, Markos; 10;7-8

4- Bazı son değerlendirmelere göre Darwin ve Huxley tarafından savunulan evrim kuramı yanlış yorumlanmıştır. Darwin esasında maymunla insan arasında ata-torun ilişkisi olduğunu değil “yeğen” ilişkisi olduğunu söylemiştir. Yani maymun insanın atası değil, her ikisi de ortak bir atadan gelme yeğendirler. Ortak bir kökten gelen evrim ağacının iki dalıdırlar. (Bozkurt Güvenç; a.g.e., s. 30)

5- Taberi; el-Umem ve’l-Muluk (Milletler ve Hükümdarlar Tarihi), çev. Zakir Kadiri Ugan- Ahmet Temir, MEB, İst., 1991, c. I, s. 153 vd. Tevrat’ın Yaratılış kitabındaki bilgilere göre Adem ve Havva’nın  yaratılışı “bu dünyada” olmuştur. Adem ve Havva’nın kovulduğu cennet Aden’de bir bahçeydi. Bu bahçenin içinden dört ırmak akıyordu; Pişon, Gihon, Dicle ve Fırat ırmakları. (Tevrat; Yaratılış, 2; 8-14). Bazı ilk dönem Müslüman tefsircilerde benzer şekilde Adem ve Havva’nın çıkartıldığı bahçenin  “bu dünyada” olduğu kanaatindedir. (Muhammed Abduh; Tefsir-i Menar, c. I, s. 277, Muhammed Esed; Kur’an Mesajı, Bakara 35, 27. dipnot)

6- Antnyh Smith; İnsan, Yapısı ve Yaşamı; Remzi, İst. I-1971, II-1979, s. 23 

7- Bozkurt Güvenç; a.g.e., s. 35, Dünyamızı Değiştiren 100 Büyük Olay; Tarihin Başlangıcından Ay’ın Fethine kadar; Edisyon, (Çev. F. Gülen-Ömür Fırat), Milliyet, İst., 1970, s. 14,

8- A. Smith; a.g.e., s. 23

9- Taberi; a.g.e, c.1, s. 9

10-Taberi; a.g.e., c.I, s. 20

11- Taberi’nin Kiyrumers şeklinde andığı kişi tarihe Büyük Kyros (öl. MÖ 529) diye geçen Pers İmparatorluğunun kurucusudur. Güneydoğu İran’ın doğal hükümdarı olarak ortaya çıkmış, muhteşem bir zaferler serisi ile üç büyük imparatorluğu (Med, Lidya, Babil) devirmiş ve eski Ortadoğunun büyük bir bölümünü Hindistan’dan Akdeniz’e kadar uzanan tek bir devlet altında birleştirmiştir. (Mecheal H. Hart;  The 100; A Ranking of Most İnfluential Persons İn History (En Etkin 100), çev. Mehmet Harmancı, Sabah, İst. I/1994, s. 398.

12- Taberi; a.g.e., c.I, s. 20-22 

13- R. İhsan Eliaçık; İslam’ın Yenilikçileri, Söylem, İst. 2002, c. III, s. 511

14- Bu düşüncelerin doğruluğu veya yanlışlığından ziyade insanlığın dimağında bıraktığı izler bizi ilgilendirmektedir.

15 -İslam düşünce tarihinde yaratıcı tekamül (evrim) fikrini savunan belli başlı simalar şunlardır;  Cabir bin Hayyan, Nazzam, Cahiz, İbni Miskeveyh, Biruni, İhvanu’s-Safa Risaleleri, İbni Sina, Macriti, Fahreddin er-Razi, İbni Ebi’l-Hadid, el-Harisi, İbni Tufeyl, İbni Nefis, İbnu’l-Heysem, İbni Arabi, Mevlana, Nasıreddin Tusi, Kazvini, İbni Haldun, Molla Sadra, Kınalızade Ali Efendi, Ersurumlu İbriham Hakkı, Şah Veliyyullah Dehlevi, Seyyid Ahmad Han, Muhammed Abduh, Muhammed İkbal, Mutahhari... Ayrıca değişik oranlarda evrim fikri  Aristo, Diodere, Plutargue, Discore, Pilny gibi Yunanlı ve Helenistik devir yazarlarında ve Hermetik litaratürde de vardır. İslam ve eski Yunan kitaplarının batıya tercüme edilmesiyle birlikte Buffon, Darwin, Cabanis, Linneaus, Goethe, Lamarck, Spencer, Bergson, Morgan, Samuel Alexsander vb. batılı düşünür ve yazarlar evrimi farklı boyutlar katarak savunmuşlardır. Özellikle Bergson’un anlayışı Müslüman düşünürlerinkine oldukça yakındır. (bkz. Mehmet Bayraktar; İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi, Kitabiyat, Ank., 2001, R. İhsan Eliaçık, İslam’ın Yenilikçileri, c. I-II-II adı geçen simalar ile ilgili tüm bölümler)

16- Buna antropolojide insanların farklı iklim bölgelerindeki “genetik yoğunlaşma” sonucu oluşan ırki özellikleri veya milletlerin (ırkların) “gen havuzu” deniliyor. (bkz. Bozkurt Güvenç; İnsan ve Kültür, s. 41-44 Geri

17- Nazzam’ın kozmolojik evrim kuramı hakkındaki görüşleri için bak. Mehmet Bayraktar; İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi, s. 35-45, R. İhsan Eliaçık; İslam’ın Yenilikçileri, II/I, s.279 vd.

18- Cahiz; Kitabu’l-Hayavan, Kahire 1909, c. IV s. 24-27, 68-74, M. Bayraktar; a.g.e., 45-59, Eliaçık; a.g.e, II/I, s.296 vd.

19- Örneğin dünyanın güneşten ilk koptuğu anda kor bir ateş gibi olduğu zamanlarda, ateşten yaratıldıkları söylenen cinn dediğimiz varlık türleri ortaya çıkmıştır.

20 -M. Bayraktar; a.g.e., s. 59-68, İ. Eliaçık; a.g.e, c.I, “Biruni” bölümü, II-I, s. 194 vd.

21- M. Bayraktar; a.g.e., s. 91 vd., Eliaçık; a.g.e, II-I, 409 vd. 

22- İbni Tufeyl; Hay bin Yakzan (çev. M. Şerefeddin Yaltkaya-Babanzade Reşit), YPK, I-1996, II-2000, s. 85, M. Bayraktar; a.g.e., s. 73-81, İ. Eliaçık; İslam’ın Yenilikçileri “İbni Tufeyl” bölümü, II-I, s. 429 vd.

23- İbni Haldun; Mukaddime (çev. Süleyman Uludağ), c. II, s 1007-1009

24- İbni Haldun; Mukaddime, a.g.e., c.II, s. 1007-1009

25 -M. Bayraktar; a.g.e., s. 99,  İ.Eliaçık; İslam’ın Yenilikçileri, II-I, s. 188-190,

26- Bu konuda geniş bir araştırma için bkz; Mehmet Bayraktar; İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi, Kitabiyat, Ank., 2001. 

 

yazikonusu-KAPAK
 
BU YAZIYA GÖRÜŞ BİLDİR


   


Yarın imzalı yazılar dergiyi diğer yazılar yazarlarını bağlar.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Dergimiz basın ahlak ilkelerine uymayı taahüt eder. Yarın 2002 ©