GÜNDEM ANALİZ
RAMAZAN YILDIRIM
 

DİYANET VE DİN:

KİM modernist KİM gelenekçi

 
İlahiyat fakültelerinin ve Diyanet Teşkilatı’nın pratik tecrübesinin biraraya geldiği bu toplantı, önemlidir. Diyanet Teşkilatı, İlahiyat fakülteleriyle eşgüdümlü yürütülen projelere son yıllarda girişmiş ve bu toplantı da böyle bir projenin somut meyvesi olmuştur. 

Dinde reform veya İslam’ın prestroikası gibi yorumlara sebep olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Mayıs-2002 de İstanbul’da düzenlediği “Güncel Dinî Meseleler İstişâre Toplantısı”nda ele alınan konular ve bu konular hakkında varılan sonuçlar, toplumun din anlayışı ile devletin resmî bir kurumu olan Diyanetin öngördüğü din anlayışının farklı mecralarda olduğunun açık bir göstergesidir. Halkı dinî konularda aydınlatmak ve halkın din alanıyla ilgili yüz yüze geldiği teorik ve pratik sorunları çözmek gibi temel bir işlevi bulunan Diyanet İşleri Teşkilatı’nın özellikle dinî nassların (ayet ve hadislerin) anlaşılması konusunda ulaşmış olduğu sonuç son iki yüzyıl İslam dünyasını yakından ilgilendirdiğinden dolayı büyük bir önem taşımaktadır.

Genel olarak dinî metinlerin anlaşılması, kadın sorunu, hac ve diğer ibadetlerle ilgili güncel tartışmalar olmak üzere 4 ayrı kategoride ele alınan hususlardan ilki metodolojiyi ilgilendirirken diğer hususlar da fetvâ bağlamında değerlendirilebilecek konulardır.

 DİYANET’İN İMAJ YENİLEME İHTİYACI

  İslam dinini, Müslümanların tarihsel tecrübelerini ve dini ilgilendiren diğer hususları akademik disiplinler halinde inceleyen ve eğitimini veren İlahiyat fakültelerinin teorik birikimi ile temel görevi halkı dinî konularda aydınlatmak ve ibadetlerin yapılmasında ihtiyaç duyulan hizmetleri yürütmek olan Diyanet Teşkilatı’nın pratik tecrübesinin biraraya geldiği bu toplantı, Cumhuriyet Tarihi’nin kendi alanındaki en geniş katılımlı toplantısı olduğundan daha da önem kazanmaktadır. Çünkü Diyanet Teşkilatı, İlahiyat fakülteleriyle eşgüdümlü yürütülen projelere son yıllarda girişmiş ve bu toplantı da böyle bir projenin somut meyvesi olmuştur. 

İmam- hatip ve vaizlerin -istisnalar dışında- halkın dinî sorunlarını çözmede başarısız olmaları, hutbe ve vaazlarda kullanılan dilin, örneklerin ve muhtevanın muhatap kitleyi tatmin etmekten uzak olması, hatta anlatılan birçok şeyin bilimsel gerçeklerle aykırılık oluşturması, masal, hurafe ve hikayeler üzerine kurgulanmış bir dinin anlatılması gibi hususlar halkı din konularında aydınlatması gereken bu insanları cemaatten uzaklaştırmıştır. İmam, hatip ve vaizlerin bu konuma düşmesinin en büyük sebebi Diyanet Teşkilatı’dır.

Din alanıyla ilgili devletin bazı kurumlarında sürdürülen tartışmalarda gergin bir üslubun kullanılması ve din-siyaset alanlarının içiçeliğinin doğurduğu olumsuz sonuçlar Diyanet Teşkilatı’nı da etkilemiş ve neredeyse mensuplarından ‘hutbe ve vaazlarınız ne size zarar versin, ne de cemaate bir fayda sağlasın’ anlayışını ister bir konuma düşür(ül)müştür. Oysa Diyanet Teşkilatı’nın önünde büyük bir birikime sahip geniş ufuklu ilahiyatçıların bulunduğu İlahiyat fakülteleri var ve bu ilahiyatçılarla toplum arasında bir köprü olması gereken de bu teşkilatın kendisidir. İlahiyat fakültelerinin teorik birikiminden gereği gibi yararlanamayan Diyanet Teşkilatı’nın mensuplarından tatmin edici, ufuk açıcı bir cevap bulamayan insanlar, çareyi bu teşkilatın dışında aramışlardır.

Dini, problemlerin kaynağından problemlerin çözüm kaynağına, sorun üreten bir yapıdan sorun çözen bir yapıya dönüştürücü formasyondan yoksun birçok teşkilat mensubunun halkın dinle ilgili talep ve beklentilerine cevap verebilmeleri mümkün değildir. Personelinin birçoğunda görülen meslek formasyonunun eksikliğini gidermek zorunda olan Diyanet Teşkilatı, mensuplarına yıkıcı ve bölücü faaliyetlere karşı brifing vermenin yanısıra halkın nabzını üstlerinden daha iyi tutabilen bu insanları meslek bilgisi açısından daha ileriye götürücü ve başarı sağlayıcı önlemlere başvurma ihtiyacını da hissetmelidir. Ancak bu eksikliğini gidermiş bir Diyanet Teşkilatı, “bilimsel yöntemlerle çözümlenmesi gereken bu problemlerin, kamuoyu önünde tartışmaya açılması, sağlıklı çözümlere ulaşmayı engellediği gibi, toplumda zihinsel bir karmaşaya yol açmakta ve halkımızın dini duygularını rencide etmektedir” şeklinde dile getirdiği şikayetinde haklı olabilir ve bu halkı medya vaizlerinin insafından kurtarabilir.

KİM MODERNİST, KİM YENİLİKÇİ ?

Bütün bu olumsuzluklar bir yana, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın girişimiyle aktüel dinî konulara ilişkin düzenlenen bu toplantıda tartışılan ve üzerinde durulması gereken en önemli husus, dinî metinlerin anlaşılması konusudur. Çünkü dinî metinlerin nasıl anlaşılacağı, nasıl yorumlanacağı ve topluma nasıl aktarılacağı hususu, dini anlama metodolojisini ilgilendirir. “Modernist” ve “gelenekçi” yaklaşımlar şeklinde dile getirilen metotların Müslümanların tarihsel tecrübelerindeki karşılığı ictihad ve taklit olmuştur. Toplantının sonuç bildirgesinde “Dinî metinlerin (Kur’an ve hadisler) anlaşılması ve yorumlanmasında izlenen yöntemleri “gelenekçi” ve “modernist” şeklinde ikili bir tasnif içinde ele almak, yönlendirici ve yanıltıcı olabilir. Anlama ve yorumlama konusunda İslam bilginlerince ilk dönemlerden itibaren geliştirilen klasik yöntemlerin yanı sıra, çağdaş yöntemlerden de yararlanılması gerekir” şeklindeki tespit yerinde bir tespittir. Çünkü gelenekçinin ve modernistin kim olduğu konusunda net ve anlaşılır bir tanım yoktur. Hatta bu iki kavram birçok yerde tanımlayıcı olmanın ötesinde suçlayıcı bir içerikle kullanılmaktadır. Meselâ İslam hukuk geleneğinde yer alan ictihad ilkesinden hareketle güncel meselelere farklı yorumlar getirenler “modernist”, “din reformcusu”, “din tahripçisi” şeklindeki itham edici tanımlamalara maruz kalmıştır ve kalmaktadır.

En geniş anlamıyla modernist şeklindeki suçlayıcı tanımlamaya maruz kalan kişi, din ile evrensel değerler arasında gerçek anlamda bir çatışmanın bulunmadığını, çatışmanın günümüz problemlerine çözüm üretemeyen dinî bakış açısıyla bu değerler arasında yaşandığını ve hem bu değerlerin hem de çözüm üretmekten yoksun bu dinî bakış açılarının sorgulanması gerektiğini dile getiren kişidir. Asıl sorun hem peşinen evrensel ve çağdaş kabul edilen değerleri savunanlar hem de çözüm üretemeyen dinî yorumları savunanlar arasındaki mücadeledir. Bu mücadeleyi yürüten iki tarafın da ortak özellikleri içtihada karşı olmaları, kendi görüşlerinde tutucu ve tartışmaya kapalı olmalarıdır.

Klasik dinî kaynakların, müslümanların tarihsel süreç içerisinde ortaya koyduğu bir zenginlik olduğu, bu birikimin müelliflerinin bakış açılarını ve yazıldığı dönemin sosyo-kültürel yapısını yansıttıkları hususunun bu sonuç bildirgesinde belirtilmesi geçmişin ilim mirasından nasıl yararlanılacağına da ışık tutmaktadır. Çünkü geçmişin ilim birikimi kendi döneminin siyasî-sosyal ve kültürel şartlarının gölgesinde vücud bulmuş bir zenginliktir. Bu birikim ve zenginliğin en orijinal yönü kendi döneminde sorulan sorulara bir cevap mahiyeti taşımasıdır. Eğer bugün de aynı sorular soruluyorsa bu cevaplar anlamlıdır. Bugünün farklı sorularına o günün soruları için verilmiş cevaplar niteliğindeki bu ilim birikiminin cevap vermesi mümkün değildir. Ama bu birikim, o günün sorularını bugün de soranlar ve yeni bir sorusu olmayanlar için değerlidir.

İctihad, yeni olaylara uygulanan çözüm üretmeye matuf bir ilkedir. İctihad alanına nelerin girip nelerin girmeyeceği sorusunun cevabını da bu sonuç bildirgesinde bulmak mümkündür. “Dinî hükümlerin zaman ve mekan bağlamında değişmesi, temel itikat ve ahlak esaslarında ve ibadetlere ilişkin dinî metinlerin açık hükümlerinde söz konusu olmayıp, genelde ibadetlerin ifasının içtihada açık ayrıntı ve şartlarında ve formel hukuki hükümlerde gündeme gelmekte ve gerek izlenen yönteme gerekse çağın bu alandaki mevcut telakki ve uygulamasının etkisine bağlı olarak farklı eğilimler ortaya çıkmaktadır.”

KADINLARA OLUMLU AYRICALIK

Dinin anlaşılması, yorumlanması ve topluma aktarılmasıyla ilgili olarak tespit edilen teorik çerçeve dışında toplumumuzu yakından ilgilendiren güncel dinî konular hakkında heyetin üzerinde anlaştığı sonuç bildirgesinde yer alan son otuz maddelik kısım birer “fetvâ” ve “yerel icmâ” niteliği taşımaktadır. Kadın problemi bağlamında dile getirilen görüşlerin geleneksel dinî anlayışlara sıkı sıkıya bağlılık gösteren geniş halk kitleleri tarafından benimsenmesi kolay görünmemektedir. Çünkü bu kitle, uzun tecrübeler sonucu elde edip benimsediği gelenekleri dışarıdan kendisine sunulan yorum ve anlayışlardan daha güvenilir bulmaktadır.

Kadının toplumsal konumu üzerinde etkin olan bildirgede belirtildiği gibi sadece “İslam’ın doğup geliştiği toplumlardaki sosyal ve kültürel çevre” ile “ataerkil aile yapısı” değildir. Bu iki unsurun kadının sosyal statüsü üzerindeki etkileri azalırken, bunları aratmayan hatta daha etkin bir olumsuzluğa yol açan yeni bir faktör ortaya çıkmıştır ki, bu da “sosyal ve kültürel çevre” itibariyle daha çağdaş, daha ilerici ve “ataerkil aile yapısına” tamamen karşı olan eğitimli bir zümrenin son yıllardaki uygulamasıdır. Bu uygulamalarla dayatılan biçime karşı çıkan kızlar ve kadınlar, ya geldikleri “sosyal ve kültürel çevre” ile “ataerkil aile” yapısına geri gönderilmiş veya tamamen hayata ve umuda küstürülmüştür. Dolayısıyla bugünkü kadının kimliği üzerinde belirleyici olan faktörler el değiştirmiş ve farklı bir mecraya kaymıştır. Bu sorunun farkında olan heyet, sonuç bildirgesinde “kız çocukların ve kadınların eğitim ve çalışma haklarının güvence altına alınmasına; fırsat ve imkan eşitliğinden tam olarak yararlandırılmalarına; olumlu ayrımcılık yöntemleriyle teşvik edilmelerine bağlıdır” diyerek sorumluluğunu yerine getirmiş olmamaktadır.

Bu toplantıda yer alan ilahiyatçılar, Diyanet İşleri Başkanlığının organizesiyle aralarında bir heyet oluşturarak, kız çocuklarının eğitimlerini, kadınların çalışmalarını açık bir şekilde engelleyen ve bu engelleme mücadelesini istiklal savaşı gibi algılayarak bu toplumun sosyal dokusunun ayrılmaz bir parçası olan din faktörünü “öteki” ilan eden çevreler üzerinde etkin olan odaklarla görüşerek bir çözüm bulma arayışına girebilirlerdi. Bunu yapamadılar ve bu haksız uygulamalara maruz kalan kızlar ve kadınlar, önlerine çağdaş bir hedef olarak konulan sosyal ve kültürel çevrenin dışına atılarak günah keçisi haline getirilen “ataerkil aiKız öğrencilerin eğitim ve kadınların çalışma haklarının korunması, onların Cuma ve bayram namazlarını kılmalarından, kendilerine özel hallerde Kur’an okuyup mescitlere girmelerinden daha önemli olsa gerek. Kadınlarla ilgili bu yapının değişimini fetvalarda aramak yerine kendileriyle ilgili kararları kendilerinin verebileceği bir formasyon kazandıracak eğitim ve çalışma haklarını korumaya çalışmak en doğru çözümdür.

Bugün kadınlarla ilgili dinî metinleri yorumlama, anlama ve başkalarına aktarma formasyonunu kazandıran İlahiyat fakültelerinde bile kız çocuklarına bu hak tanınmamakta ve ne yazık ki kadınlarla ilgili dinî hükümleri, “erkek egemen toplum yapıları, dinlerin getirdiği bu iyileştirmeleri kabullenmekte zorlanmış, zaman içerisinde bunu tersine çevirecek bir arayış içine girmiştir” açıklamasının yer aldığı sonuç bildirgesinin altında imzası bulunanların tamamı ve bu bildirgede yer alan maddeleri tespit eden yüz ilahiyatçının da doksandan fazlası da erkektir.

O halde kadınlara olumlu ayrımcılık, kadınların kendi kaderlerini kendilerinin tayin edebileceği ve kendileriyle ilgili dinî hükümleri kendi ictihadlarıyla yorumlayabilecekleri birer kadın müçtehid formasyonunu elde edebilecekleri bir ortama kavuşmalarıyla mümkündür. 

yazikonusu-GÜNDEM ANALİZ
 
BU YAZIYA GÖRÜŞ BİLDİR


   


Yarın imzalı yazılar dergiyi diğer yazılar yazarlarını bağlar.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Dergimiz basın ahlak ilkelerine uymayı taahüt eder. Yarın 2002 ©