JEOPOLİTİK
SAMUEL HUNTINGTON;  Çeviri: KÜRŞAT ÖZKAN
 

MÜSLÜMAN SAVAŞLARI ÇAĞI

 
Müslüman savaşları çağı 1980’lerde soğuk savaşın çöküşü ile başlamıştır. 1980’de Irak, İran’a saldırdı ve ardından çıkan savaşın bilançosu en az 500 bin ölü oldu. Aynı dönemde Sovyetlerin Afganistan’ı işgali, 1989’da Sovyetleri çekilmeye zorlayan dinamik bir direnişin doğmasına neden oldu 

Çağdaş küresel politikaların en önemli sorun alanı çağımızda Müslümanların savaşlarıdır. Müslümanlar, diğer uygarlıkların halklarından çok daha fazla, hem kendi aralarında hem de gayrimüslimlerle çatışmaktadırlar. Müslümanların savaşları, soğuk savaşın uluslararası çatışma formunun yerini almaktadır. Bu savaşlar, terörizm, gerilla savaşları, sivil savaşlar ve devletler arası çatışmaları kapsamaktadır.

Müslümanların şiddetlerinin bu örnekleri, İslam ile batı arasında veya İslam ile ötekiler  arasında büyük bir medeniyetler çatışmasına neden olabilir. Bu çatışma önlenemez olmamakla birlikte, Müslümanlarla ilgili olarak, daha çok dağınık, birbirinden farklı ve belli sıklıkta devam edeceğe benzemektedir.

Müslüman savaşları çağı 1980’lerde soğuk savaşın çöküşü ile başlamıştır. 1980’de Irak İran’a saldırdı ve ardından çıkan savaşın bilançosu en az 500 bin ölü ve yüzbinlerce yaralı oldu. Aynı dönemde Sovyetlerin Afganistan’ı işgali, 1989’da Sovyetleri çekilmeye zorlayan dinamik bir direnişin doğmasına neden oldu.

Bu zafer Amerikan teknolojisi, Pakistan’ın eğitim ve yardımı, çoğunluğu Arap ülkelerinden olmak üzere İslam ülkelerinden binlerce savaşçının katkıları ile mümkün oldu.

Ardından Saddam Hüseyin Kuveyt’i işgal ederek ilhak etmeye kalkıştı. Birleşik Devletler Saddam’a karşı, içinde İslam ülkelerinin de bulunduğu uluslararası bir koalisyonu organize etti.

1990’larda şiddet Bosna, Kosova, Makedonya, Çeçenistan, Azerbaycan, Keşmir, Hindistan, Filipinler, Endonezya, Ortadoğu, Sudan ve Nijerya’da Müslümanlarla ve gayrimüslimler arasında meydana geldi.

Dünya genelindeki Müslüman organizasyonlar ve teröristler kadar Afganistan savaşından kalan mücahit savaşçılar da bu çatışmaların birçoğunda merkezi rol oynadılar .

1990’ların ortalarında, Müslümanların kendi aralarında ve gayrimüslimlerle çatışmalarının yaklaşık yarısı etnik çatışmalardır. The Economist’ten bir uzmana göre Müslümanlar, 1983-2000 arasındaki 16 büyük uluslararası terörist eylemin 11’inden belki de 12’sinden sorumludurlar.

Amerika’nın terörizmi destekleyen ülkeler listesindeki 7 ülkenin 5’i İslam ülkesidir. Terörizmle ilişkileri olan yabancı organizasyon listesinde de durum aynı.

1980-1995 arasında ABD silahlı kuvvetlerinin denizaşırı 17 askeri harekatı Müslümanlara karşı oldu. Uluslararası stratejik çalışma enstitüsüne göre 2000 yılında 2/3 ü Müslümanlarla ilgili 32 silahlı çatışma meydana gelmiştir. Oysa Müslümanlar dünya nüfusunun sadece 1/5 ini oluşturmaktadırlar.

11 Eylül’de başlayan şiddeti yeni savaş olarak tanımladı yetkililer. Ancak, zannedildiği gibi bu yeni bir savaş değildir. Bu yeni durum, Müslümanlarla ilgili önceki şiddet örneklerinin artarak devam etmesinden ibarettir. Bununla birlikte önceki İslami terörizm, göreceli olarak daha sınırlıydı. 1983’de Beyrut’ta ABD Marinasına saldırıda 299 insan öldürüldü. 1988’de Panam Havayolları’na saldırıda 270, 1998 ABD’nin Afrika büyükelçiliklerine saldırıda 224 kişi öldürüldü. Farklı İslam ülkeleri ve Müslüman grupların bu saldırılarla ilişkileri söz konusudur..

1993 başlarında Amerikalılara ve Amerikan faaliyetlerine saldırıların arkasında ve merkezinde Usame Bin Ladin görünüyordu. 11 Eylül, yaklaşık 40’dan fazla ülkede örgütlenmiş hücreleriyle uzman ve kaynaklarıyla mükemmel terörist saldırı planları yapabilecek bir global teröristin varlığının farkına vardırdı. Öte yandan ilk defa iletişim ağının  felç olması ABD içinde devasa bir etki yarattı ve bu hareket kimyasal ve biyolojik saldırı ihtimalini kuvvetlendirdi. Müslüman savaşları çağı Amerikanın içine kadar girdi.

Hiç kuşkusuz bu savaşların çeşitli sorumluları var. Hıristiyanlara karşı devam eden savaşta Sudanlılar, Gazze ve Batı Şeria’ya yerleşmek ve askeri varlığını sürdürmek yoluyla ikinci intifadanın başlamasından ve de  provokasyonundan İsrail sorumludur. Bütün bunların üzerinde yine de Müslüman savaşları çağı birçok genel olayda kendi köklerinden kaynaklanan nedenlere sahiptir. Ancak bu, İslam inancı ve doktrininin mirasının tabiatı gereği değildir. Hıristiyanlıkta olduğu gibi taraftarlarınca barış için de, savaş için de kullanılabilir. Çağdaş İslami savaşların temelinde politik nedenler yatmaktadır.  Yoksa 17. Yüzyılın dinsel doktrinleri değil.

İlk önce hemen her yerde geçtiğimiz birkaç on yılda Müslüman toplumlar arasında İslami kimlik, İslami hareket ve İslami bilinçte, sosyal, kültürel ve siyasal alanlarda ciddi gelişmeler oldu. Söz konusu bu İslami diriliş birçok alanda olduğu gibi yapıcıdır. Modernleşme ve globalleşmenin önemli nedenlerinden biridir. Müslüman yönetimlerin yetersiz kaldığı ve çözemediği işsizlik, eğitim, sağlık, refah, moral değerler ve sosyal yardımlar konusunda  İslami organizasyonlar gelişen kentsel Müslüman nüfusun ihtiyaçlarıyla buluştular ve karşılamaya çalıştılar. Buna ek olarak birçok Müslüman toplumda İslamcılar aşırı baskıcı rejimlerin tabii muhalifi rolünü üstlendiler.

Bu İslami diriliş aynı zamanda bazı küçük marjinal gruplar arasında da yayıldı ve bunlar terörizmin ve gayrimüslimlere karşı gerilla savaşlarının potansiyel elemanları oldular. İkincisi genel olarak İslam dünyasında ve özel olarak da Araplar arasında, batıya ve onun zenginliğine refahına gücüne ve kültürüne karşı büyük bir haset, düşmanlık ve çekememezlik söz konusudur.

Bu kısmen, 20. yüzyılın önemli bir bölümünde, İslam dünyasındaki batı emperyalizminin ve egemenliğinin, kısmen de batı politikalarının sonucudur. 1991’den beri Irak’a yapılan Amerikan saldırılarının İsrail’le Amerika arasında devam eden yakın ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Bu reaksiyon, Müslüman toplumların batı tarafından desteklenen kendi baskıcı hantal ve rüşvetçi yönetimlerine olan tepkilerinden daha yaygındır. Üçüncüsü, İslam dünyasındaki kültürel, politik, etnik, dini ayrılıklar ve farklılıklar Müslümanlar arasında şiddeti teşvik etmektedir. Aynı zamanda değişik İslami grupların ve İran ve Suudi Arabistan gibi yönetimlerin, kendi aralarında, kendi İslami anlayışlarını yayma noktasındaki rekabetleri gereği, Bosna’dan Filipinler’e kadar İslami grupları, müslüman olmayanlara karşı savaşlarında desteklemektedirler.

Eğer bir yerde iki egemen, dominant devlet olsaydı İslam dünyasında, ki Osmanlı İmparatorluğunun sona ermesinden beri olmamıştır, müslüman dünyada daha az şiddet olurdu.  Muhtemelen müslüman ve gayrimüslim dünyada da daha az olurdu. Dördüncüsü, İslami diriliş birçok İslam toplumunda yüksek doğum oranıyla eş zamanlı olarak ortaya çıktı. Bu hızlı nüfus artışı 16-30 yaş arasında geniş bir nüfusu patlamasına yol açtı ki bu da “gençlik patlamasını” doğurdu. Bu yaşlardaki erkekler ortaöğretim, teknik ve yükseköğretimde yığılmakta, çoğunluğu işsiz ve bu nedenle batıya göçmekte radikal örgütlere ve siyasal partilere üye olmakta, az bir kısmı da müslüman gerilla örgütlerine ve teröristlere katılmaktadırlar. Bu faktörler müslümanlarla ilgili geniş ve yaygın şiddetin kaynakları arasındadır. Günümüze kadar bu şiddet geniş ölçüde lokal ve sınırlıydı. Bu durum İslam, batı  ve diğer uygarlıklar arasında geniş bir uygarlıklar savaşına yol açar mı? Bu, Usame Bin Ladin’in açık bir hedefidir ve de nitekim ABD’ye cihad ilan etti. Müslümanlardan, Amerikalıları gördükleri yerde öldürmelerini istedi ve cihad için müslümanların her yere dağılmalarını emretti.

İslamın çeşitli versiyonları nedeniyle bu arzusunda başarılı olamadı. Diğer taraftan ABD terörizme karşı global savaş ilan etti. Fakat gerçekte birçok yönetim farklı birçok terörist gruba karşı savaşmaktadır. ABD öncelikle Alkaide ile ilgilenmektedir. Diğer yönetimler ise kendi lokal teröristleriyle ilgilenmektedirler. Bir genel uygarlıklar çatışmasını yaratacak mevcut potansiyel, 11 Eylül’e tepkiler ve ABD’nin cevabı uygarlıklar ekseninde yer aldı. Batılı yönetimler ve milletler terörizmle savaşta ABD’den yana tavır koymaktadırlar. Bu yargı özellikle Anglo kültüre sahip İngiltere, Kanada ve Avustralya için doğrudur. Bu ülkeler ABD’yi derhal askeri kuvvetlerle de desteklediler. Kendilerini ABD’nin sorunlarıyla bütünleştiren Almanlar, Fransızlar ve diğer Avrupa toplumları ABD’ye desteklerini ilan ettiler. Bunlar ABD’ye yapılan saldırıyı kendilerine yapılmış gibi kabul ettiler. Bu bakış kendini ünlü Le Monde gazetesinin “Hepimiz Amerikalıyız” manşetiyle su yüzüne çıkardı ve Berlin’lilerin sesleri “bizler New Yorkluyuz” diye yankılandı. Başkan Kenedy Meydanı’nda Batı dışındaki gayrimüslim dünyada da Rusya’da Çin’de Hindistan’da Japonya’da saldırıya reaksiyon destek gördü ve sempati ile karşılandı. Hemen hemen tüm müslüman yönetimler terörist saldırıyı kınadılar. Kuşkusuz kendi otoriteryen rejimleri için tehdit oluşturan aşırı radikal İslamcı  gruplarla ilişkilendirerek.

Sadece Özbekistan, Pakistan ve Türkiye, ABD’ye doğrudan destek verdi. Arap ülkelerinden sadece Ürdün ve Mısır ABD’yi onayladı. İslam ülkelerinin çoğunda halkın çoğu terörist saldırıyı kınadı, çok küçük bir kısmı da saldırıyı onayladı. Ve yine büyük bir kısmı ABD yi suçladı.

ABD ve müttefiklerinin daha şiddetli ve uzun süren askeri güç kullanımları muhaliflerine karşı müslümanların daha yaygın ve şiddetli reaksiyonlarına neden olacaktır. 11 Eylül batının birleşmesini sağladı. 11 Eylül’e cevabın uzaması da İslam birliğini sağlayabilir. Müslüman savaşları çağı, nedenler ortadan kalkarsa ya da kaldırılırsa sona erecektir. İran da açıkça olduğu gibi nesillerin başarısı ile İslami şuurun şiddeti azalabilir. Müslümanların batıya düşmanlıkları ABD’nin İsrail’e yönelik politikasının değişmesi ile azaltılabilecektir.

Yine de uzun dönemde İslam ülkelerinde ekonomik sosyal ve siyasal koşullarda iyileşme gerekli olacaktır. Kendi halkının temel ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayamayan ve özgürlükleri kısıtlayan baskı uygulayan yönetimler hem kendilerine hem de kendilerini destekleyen batıya karşı şiddete dayanan muhalefet üretmektedir. Bunun gibi bazı müslüman olmayan ancak müslüman nüfusu kontrol eden Rusya, Hindistan ve İsrail gibi yönetimlerde, kendi tarzları olarak yanlış yönetimleri tercih etmektedirler.

İslam dünyasının içinde bulunduğu bu dağınıklık yakın gelecekte ortadan kalkacak gibi görünmemekle birlikte nüfus hareketleri ve gelişmeleri oldukça olumludur. Birçok İslam ülkesinde doğum oranları düşmektedir. Balkanlarda bu oldukça dramatik bir hal almıştır. Arabistan dahil bazı Müslüman toplumlarda bu oran hala yüksektir.

2020’lere kadar Müslüman toplumlarda genç nüfus sorunu azalacaktır. Mantıken bundan sonra Müslüman savaşlarının çağı tarihe mal olacak ve yeni çağda dünya toplumları arasında başka şiddet formları hakim olacaktır. n

 

 

(Newsweek  Aralık  2001- Şubat 2002 Davos eki)

 

yazikonusu-JEOPOLİTİK
 
BU YAZIYA GÖRÜŞ BİLDİR


   


Yarın imzalı yazılar dergiyi diğer yazılar yazarlarını bağlar.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Dergimiz basın ahlak ilkelerine uymayı taahüt eder. Yarın 2002 ©