AÇIK MEKTUPLARA AÇIK CEVAPLAR   

Ahmet ÖZCAN

 
‘Romantik Sürgünler’
 
"..yanlış bir dağın altında yanlış bir su çıkarsa

kaybolursa taşlar içinde taşlar getiren taş bir bulut

eşkiya heybesinde çizgili kayığa asıl
-merhametin bildik kaynağı eşkiyalar-
kıldan ince çarpık bilgileri unut
sessiz derin sonsuz yaslı duvarlar önünde
türküler içinde en şen en senin olanı söyle.."

 Sezai Karakoç/Tahta At

Sayın Alexander Herzen,

Mektubunu okudum, teşekkür ederim. Hemen belirtmeliyim ki, okudukça ruhumda bir sızı belirdi, tarifsiz bir acı, ne bileyim bizim buraların tabiriyle "içimdeki gurbet"e dair bir tür sıla özlemi hissettim. Nedenini söylememe gerek yok sanırım; tam yüzelli küsur yıl sonra okuduğum bir mektuptan, üstelik Çarın zulmünden Avrupa'ya kaçmış bir Rus devrimcisinin satırlarından bu kadar "tanıdık" çağrışım almanın ne demek olduğunu bilemezsin. Ki; yaşam öykünle de bizim tarihimizden birçok simayı hatırlattın ayrıca.

Aristokrat kökenine rağmen bütün servetini mücadelene ve arkadaşlarına harcamanla Mustafa Fazıl Paşaya, ilk muhalif "Çan" dergisini çıkartarak hem Rus davasını hem özgürlük ve eşitlik davasını gündeme getirmenle Namık Kemal'e, ilerki yaşlarında despot Çar 1. Nikola'dan sonra yerine geçen 2. Alexander'e reform önerileri sunup, ilişkilerini ve ûslubunu ılımlılaştırınca genç radikaller tarafından dışlanmanla Mizancı Murat'a benziyorsun. Hem materyalist hem ortodoks kültüre sadık, hem Avrupa(cı) hem Panslav eğilimli, hem muhalif hem uzlaşmacı olmak gibi özelliklerinle senin Avrupa başkentlerindeki aktif yaşamında yirmi yıl sonra sahneye çıkan bizim jöntürklerin Kaotik serüvenini çağrıştırıyorsun. Bakunin, Herwegh, Ogarev gibi yoldaşların, K.marks, L.Blanc, Mazzini, Turgenyev, Çernişevski, W.Hugo, T.Carlyle, Neçayev gibi 19.yüzyılın önemli isimleriyle ve ayrıca devlet adamlarıyla ilişkilerinle, ünlü Rotschild finans baronuyla ortaklığın, karın Natali'ye ihanetin, Natali'ninde sana ihaneti, yaşadığın bunalımlar, kafa karışıklığı, politik eylemler, kitapların, yazıların.. Hasılı, ilginç bir maceran var bay Herzen. Batı'ya giden ilk Doğu'lu aydın/aktivist prototipi olarak senin serüvenin çok önemli. Doğrusunu istersen sen ve benzerlerinden sonra, bugün dahi tam yüzelli yıldır bu serüven o kadar çok tekrar edildi, taklit edildi ki, en azından Batı karşısında benzer serüvenlere sahip Rusya ve Türkiye çerçevesinde söyleyebilirim ki eğer yaşasaydın hayat senin için çok sıkıcı olurdu: Çünkü bu kadar yıl boyunca değişen pek birşey olmadı....

 Diyorsun ki, "artık kartların düşündüğümüz kadar iyi dizilmediğini duyumsamaya başlıyoruz. Çünkü biz, bizzat kendimiz 'oynanmış ve kaybetmiş' bir kart, bir başarısızlık sayılırız. İdeallerin iflas ettiği, gerçek dünya üzerinde doğruluğun gücünün kontrolü kaybettiği bilinci bizi yaşama küstürür.Tam aklın iyiliğine inanmaya alışmışken, aklın (yani maksatlılığın) kötülüğüne inanmaya-can sıkıntısıyla- başlarız. Bu idealizme ödediğimiz son haraçtır."

 Bu cümleleri, Fransız devriminin ateşini söndüren Napolyon'dan sonra Avrupa'yı saran ikinci devrim dalgasının, 1848-49'un da yenilgi ile sonuçlanması üzerine yazdığını biliyorum. "Kendi umutlarına ve ideallerine ihanet eden devrim"in ardından yaşadığın hayal kırıklığı sonucu "barikatlar ardında, elimle silahımla savaşarak ölmediğime pişmanım" demişsin. Devamla "idealizme, gelişmeye, demokrasiye ve insan doğasının yetkinleşebilirliğine inanmış bir Çağ, tarihteki en alçakça düşüş sonucu yanlızca burjuva plutokrasisinin (zenginler iktidarı) kendinden emin zaferiyle sonuçlandı."

 İnanır mısın bay Herzen,  bu satırlara benzer cümleleri bütün 20.yüzyıl devrimlerinden, 1917 Rus, 1949 Çin, 1959 Küba, 1979 iran devrimlerinin sonuçlarını gördükten sonra hayal kırıklığına uğrayan o kadar çok insan kullandı ki. Yüce idealler için hayatını ortaya koyan milyonlarca insanın idealizme ödediği haraçların toplamı, inançsızlık ve hiçlik duygusunun egemenliği oldu. Bugün artık hiç kimse dünyanın mücadeleyle değiştirilebileceğine inanmıyor. En kötüsü bu inançsızlığın, giderek, daha iyi bir dünya kurmaya olan inancı da yıkacak gibi görünmesi. Eşin Natali'nin sana yazdığı mektupta söyledikleri bugünde aynen geçerli:  "..olgunluğun bir karabasan gibi üzerimize çöktüğünü açıkça duyumsuyorum. Romantizm, hayal  meyal seçebildiğimiz özlemleri, hep uzakta, sisler ardında kalan parıltısı, başka bir dünya yaratmak için çabaları ve insanlık sevgisiyle çarpan, yanıp tutuşan yüreği ile bizi sonsuza dek terketti. Son yıllarda sağduyunun yaşamımıza ne kadar egemen olduğunu şimdi anlıyorum. Sağduyu, ruhu susturmaya yetmiyor- tamamen boş ve anlamsız... Yaşamaktan ve idollerimize tapmaktan sarhoş olduğumuz gençliğimiz, geçmişin bizi alıp götüren, kendimizden geçiren heyecanları artık yok. Hepsi uzaklarda, geride kaldı..."

Bay Herzen, biz, bu satırların dahi hiç bir şey ifade etmediği, insanların iyice kör sağır dilsiz olduğu  bir üst bunalım çağındayız, kendinizi çok şanslı saymanız gerekir.

 Ayrıca belirtmeliyim; Avrupa'da içine girdiğin kötümserlik, sadece burjuvaziye olan nefretini arttırmamış, ezilen sınıflara olan umudunu da kırmış, Bay Herzen. Hayranlıkla gittiğin ve heyecanla dolaştığın Paris, Roma, Cenevre, Londra yaşamının sende oluşturduğu Avrupa düşmanlığını; "kokuşmuş Batı'nın pençesine düştük" diye ifade ediyorsun.

 "Maddi çıkar tutkusu her sınıfın takıntısı olmuş ve bütün diğer uğraşları boğmaya başlamıştı. Bir zamanlar kitleleri sarsan, evlerini çoluk çocuklarını terkettiren, büyük düşünceler, sloganlar ortadan kaybolmuş ya da Olympos Tanrıları'nı, Musalarını veya tanrıya inananların "üstün varlığı" yardıma çağıran duaları gibi, yalnızca alışkanlıkla ve nezaket gereği yinelenir hale gelmişti."

"Çevremde gördüğüm herşeye ölü soğukluğu sinmişti. Ölü edebiyat, ölü tiyatro, ölü politika, ölü parlamento, ... "

 Bütün bunları, zihnindeki ütopyaların gerçeğin kayasına çarpmasından sonra "görmen" ilginç doğrusu. Kitleler her zaman aynı durumdaydı, Bay Herzen. Devrimlere, devrimci eylemlere katılan kitlelerin dahi, "küçük çıkarlar"ını ustaca içine gizledikleri büyük ideallere inanıyor görünme alışkanlığını, bizler de çok sonra farkettik. Ne yani, bir toplumun topluca cinnet geçirmesini bekleyemeyiz. Adanmışlık ve idealizm bireysel inanç ya da öncü grupların davranışı olduğu ölçüde yaratıcı, ilerletici bir rol oynuyor. Kitlelere yayıldıkça sahte, ikiyüzlü ve çarpık sonuçlar, hatta toplum sağlığının bozulduğuna dair emareler gösteriyor. Bilmem katılır mısın ama bence, onların küçük çıkarları, herhalde en masum ve en günahsız çıkarcılık türüdür.

Bu konu bir yana, unutmadan, satırlarına sinen başka bir konuya, biz ‘Doğuluların’ Batı'yla kurduğu aşk - nefret ilişkisine de değinmem gerek.

 Senin yaşadığın türden, Batı’ya karşı duyulan "aşırı hayranlık" ya da "aşırı düşmanlık" tavırları, bizleri Batı'ya dönük duygusallığı aşan bir tutum geliştirmekten alıkoydu bugüne kadar. Jön Türkler'in ve ardıllarının da aynı şekilde büyülendikleri Batı'yı kendi ülkelerine kopya etme tutumu ile hala boğuşuyoruz. Gerçi Rusya’da, senden sonra gerçekleşen sosyalizm deneyimi siz Slav'lara -tahrip edici sonuçlarının yanında- bir tür kendine güven ve insiyatif kullanma yeteneği kazandırdı. Aslında bizim cumhuriyet deneyimi de benzer bir başlangıca sahipti. Sonradan, özellikle 2. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Batı'ya aşırı bağımlılıkla aşırı karşıtlıktan oluşan dengesiz tutumlar tekrar egemen oldu.

Bir de Bay Herzen, 30 yıllık despotik iktidarıyla Çar 1. Nikola'nın sizin kuşağı, 33 yıllık despotik yönetimi ile 2.Abdülhamit'in bizde Jöntürk kuşaklarını üretmesinin yanında Rusya ile Türkiye'nin başka kader benzerliği de var: Sünni Müslümanlık ya da ortodoks Hıristiyanlık olsun, bizim ülkelerimiz de Din, Devlet için Batı'dan farklı bir işlevselliğe sahip: Devlete bağımlı ve paralel kurumsallığıyla Din, toplumlarımızın nefes almasından çok, Devlet politikalarına paralel bir hizaya sokma aracı rolü oynuyor. Devlet, batılılaşmaya yönelince, Din'le bu politika ve giderek bu politikanın sahibi olarak Devletle Din arasında kadim işlevin aksamasından kaynaklanan çelişki ve çatışmalar başlıyor. Devletin amaçlarına hizmet eden Din ya da Dinsel amaçlara hizmet eden devlet, sonuç itibariyle toplumlarımızı "kırk katır mı, kırk satır mı" tercihine zorlayan "ölümcül bir paradoks" olarak bizi tüketen ek bir faktör haline geliyor. Bunu şu nedenle söylüyorum; aşırı Batı hayranlığının temsili olarak devletlerimiz, aşırı Batı karşıtlığının kaynaklığı olarak Dinlerimiz ve her ikisine yakın aydınlarımız arasındaki işlev, amaç ve onların uyumsuzluğundan oluşan kavgaları hala sonuçlandıramadık.

 Bizde bu çatışmalar koca bir yüzyıl boyunca sürdü ve açıkçası artık bütün topluma gına geldi. Rusya'da Ekim devrimi kiliseyi tasfiye edip yerine "parti"yi koymuştu. En azından travmatik bir boşluk hissi asgaride tutuldu. Bu işlevsel geçişkenliği biz yaşamadık. Dinsel kurumsallık Devletle toplum arasında bir rekabet alanı olarak parçalanmış durumda. Toplum din etrafında örgütlendikçe devletle karşı karşıya geliyor. Devlet dini örgütlemeye çalıştıkça din, "Din" olmaktan çıkıyor. Hasılı, bir şekilde bu sorun ekseninde de –diğer birçok  politik sorunumuz gibi- bizde adeta tüm devreler ters bağlanmış. Makul bir çözüm, orta bir yol, optimal bir denge kurulana kadar da bu sıkıntıları yaşayacağız.

Bay Herzen, söz Batıcılıktan açılmışken, mektubunda Amerika ile ilgili analizin dikkatimi çekti. Geçtiğimiz yıl (2001 yani !) 11 eylül tarihinde Amerika'ya yönelik "şaibeli" bir saldırı olayı olmuştu. İşte o saldırıya kadar Türkiye'de, üstelik toplumun seçkin denebilecek kesimlerini de saran bir; " Batı'ya kaçma" modası vardı. Ülkemiz de zaten şaibeli bir "ekonomik kriz" olmuştu ve inanmayacaksın ama "bu ülkeden nefret edip, çekip gitme" salgını Amerikaya saldırı sayesinde durdu. Çünkü Amerika bu olaydan sonra o eski ‘Beyaz adam-Barbar doğulu’ bilinçaltı ikilemine geri dönerek kapılarını biz zavallı barbarlara kapattı.

Senin yaşadığın dönemde Doğu'dan Avrupa'ya kaçma modasına mukabil, Avrupa'dan da - umudu tükenmiş olanlar ya da maceracıların - Amerika'ya gitme modası olduğundan bahsediyorsun: "Amerika'nın yeni dünyası, bizim acılarımızı çekmeye henüz başlamadı. Bu düşünmekten çok çalışan genç ve girişimci insanlar, yaşamlarının maddi yönleriyle o kadar fazla uğraşıyorlar ki, bizi kıvrandıran acılardan hiçbirini bilmiyorlar. Bu ülkede herşeyden önce iki kültür yok. Toplumlarındaki katmanları oluşturan bireyler sık sık değişiyor. Banka hesaplarının durumuna göre aşağı ve yukarı hareket ediyorlar. Eğer başarabilirlerse, doruğa ulaşan insanlar, daha mutlu diyemeyeceğim ama daha hoşnut olacaklardır. Hoşnutlukları, romantik Avrupa'nın ideallerindeki düşlenenlerden daha bayağı, daha basmakalıp, daha bönce olabilir. Fakat yanında Çarlık, Merkezileşme belki açlık olmayacaktır. Yaşlı Avrupalı, kendisini kalkacak ilk buharlı gemiye atsın. Orada çöken Avrupa'dan çok daha iyi durumda olacaktır."

 Bu satırları, devrimci olarak değil de, Aristokrat ve işadamı Herzen olarak yazdığın belli. Soğuk ama maalesef gerçekçi gözlemler, öngörüler karşısında söyleyecek birşey yok. Yanlız dikkatimi çeken başka bir husus var: Senin dilinde oldukça erken bir tarihte ifade edilen bu gözlem; -"çöken Avrupa'dan umudu kesip, hatta küsümsemeye başlayıp, yeni dünyaya-Amerika'ya bakmak"- 20.yüzyıl Rusya'sının temel politikası oldu. Hatta diyebilirim ki, Hitler sonrası Stalin’in geliştirdiği Anti-Faşizm, derin Rus bilinçaltında tüm avrupalı ulusların bu temelde aşağılanmasınıda örtük olarak içeriyordu.

 Rusya'nın, senin yaşadığın tarihlerden 30 yıl sonra, 1900'lü yılların başlarında önce İngiltere'yi rakip ya da muhatap alan vizyonu, Soğuk Savaş'la birlikte Amerika'ya dönük olarak yeniden üretildi. Doğrusunu söylemek gerekirse, Almanya, Fransa ve İtalya'ya "karşı" tüm Doğu Avrupa'yı hegemonyası altına alan Sovyet Rusya'nın stratejik partner olarak Anglo-Saksonları tercih etmesinin Rusya'yı büyüten bir dinamik haline gelmesi, siz Slavlar adına ciddi bir üst akıl ürünüydü.

 Biz, bu açıdan, doğrusu utanılacak düzeyde cılız kaldık. Öncelikle "Batı" içindeki Anglasakson/yahudi hattıyla, kıta Avrupa'sı hattı arasındaki -kökleri tarihe giden- derin çelişkileri analiz edemedik. Ayrıca İngiltere ile kurduğumuz "örtük esaret" ilişkisini İngiltere'den daha fazla ciddiye alan bir siyasete kendimizi alıştırdık.

Bir de, Soğuk Savaş’ın "yeşil kuşak" doktrini içindeki sözde "jeopolitik önem" pazarlamaya dayalı bir tür esnaf kurnazlığına odakladığımız Batı politikamızın, sonuç itibariyle bize karşı ve bizi zayıflatmaya dönük manipülasyonlara kapılar açan özelliğini anlamakta geciktik.

 Şimdi tüm bunları analiz edip, örneğin bizimde Batı'yla -Rusya gibi- "iyi ilişkiler ve yoğun alışveriş"e evet, entegrasyon ve yıkıcı politikalara hayır" türünden dengeli stratejiler ürettiğimizi sanabilirsin. İnanmayacaksın ama biz, tam tersine son beş-altı yıldır iyice ciddiye binen "Avrupa Birliği"ne üye olmaya çalışıyoruz! Yanlış anlama, bizi çağırdıkları filan yok, üstelik bizim de üye olacağımız pek mümkün görünmüyor. Ama, ülkemiz o hale geldi ki, toplumun en akıllı, en sağduyulu aydınları dahi, senin Amerika için bahsettiğin, " hiç değilse Çarlık, merkezileşme, açlık olmaz" türünden bahanelerle de olsa, ciddi ciddi AB’ci olmaya başladılar. En ilginci ise AB'ye karşı çıkanların, geçmişin batı güdümlü sağ ve sol unsurları olması.. Anlayacağın, "biz" yine bağlamını, sonuçlarını ve senaryosunu bilmediğimiz bir oyun için sahneye davet ediliyoruz."Türküler içinde en şen en bizim olanı söylemek" için ne çok umutlanmıştık oysa..

Son olarak diyorsun ki, "Yıl 1864, ben 60 yaşıma girdim. Ne kendimle ilgili olaylarda, ne de politik çalışmalarım da hiçbir umut ışığı göremiyorum. Yaşamım boyunca kurduğum bağlar birer birer kopuyor. Kendimizi birbirimizin gözünde küçük düşürüyoruz. Bu mu yaşlılık? Defne dalları soluyor, geriye yalnızca genç görünmeye çabalayan yaşlı yüzler kalıyor... Heryerde kasvet, dehşet ve kan..."

Bu satırlarını okuyunca, Edip Cansever isimli şairimizin dizeleri aklıma geldi: “Ölüler ki bir gün gömülür/ İçimizdeki ölüler, dışımızdaki ölüler/ İnsan yaşıyorken özgürdür/ İnsan yaşıyorken özgürdür”.

Neyse başını ağrıtmayayım. Bizim hâlâ umudumuz yaşıyor, sözümüz tükenmedi.

 Hoşçakal

 

Notlar: Romantik Sürgünler, E.H.Carr, Çiviyazıları Yay. İst.2001

yazikonusu-EKONOMİ/POLİTİK
 
BU YAZIYA GÖRÜŞ BİLDİR


   


Yarın imzalı yazılar dergiyi diğer yazılar yazarlarını bağlar.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Dergimiz basın ahlak ilkelerine uymayı taahüt eder. Yarın 2002 ©