KAPAK
Abdullah Muradoğlu
 

Anketlerin Dili : "Başka bir iktidar yoldadır"

 
‘Türkiye AB‘ye girmemeli‘ diyenler, AB‘ye evet diyenlerin taleplerine cevap vermeye hazır görünmüyor.  Sundukları çözümler küçük bir çevre hariç, kimseyi tatmin etmiyor. Türkiye bu iki çizgi arasında adeta bıçak sırtında duruyor .

“Halkın kendi kendisini yönetebildiği ülke olağanüstü iyi bir yönetimi gereksinmez. İçerisinde baskı düzeninin barınamadığı bir ülkenin çok büyük özgürlük tutkusuna gereksinimi yoktur. Adaletsizlik varlığını duyurmadığı sürece, özel bir adalet duygusu da geliştirilmeyecektir. Savaşmaya gerek yoksa yürekli olmak da gereksizdir. Kurumlar iyi olunca, insanın çok iyi olması zorunlu değildir. Böyle bir durumda doğal olarak insana çok iyi olabilme imkanı hazırlanmış olur ve insan ne kendisine ne de başkalarına acı çektirmeksizin özgür, adil ve yürekli olabilir.” (Me-Ti‘den Özdeyişler, Bertol Brecht)

Yazıya Bertol Brecht’in Çinli filozof Me-Ti’den aktardığı özlü cümle ile başlamamım nedeni Türkiye’de anketlerle toplumun ortaya koyduğu sorunlara ışık tutmasından ötürüdür. Keşke bu sözü aktarmamış olsaydık, toplumun büyük bir kesimi hak ve özgürlükler konusunda endişeli ve umutsuz olmasaydı. Türkiye’de toplumun mutsuz ve huzursuz olduğu ise bir gerçek. Türkiye’de insanlar adalet sisteminden rahatsız. Bu nedenle adalet özlemi her vesileyle kendisini hissettiriyor. Elbette sadece bireylerin iyi olmaları sorunları çözmüyor, kurumların da haksızlıkları önleyecek bir yapıda olmaları gerekiyor. Toplumların ayakta kalabilmesi, adaletin herkes için eşit ve adil bir biçimde sağlanmasıyla mümkün olabilir. Bir ülkede yüksek yargı organları mensupları bile adalet sistemini eleştiriyorsa, o ülkede adalet, insanlar için gerçekleştirilmesi hayal edilen bir ütopyaya dönüşecektir. Zaten bütün ideolojiler, eksik kalan adaleti gerçekleştirmek adına insanlığa sunulan birer çözüm yolları, hatta daha da ötesinde vicdanların sıkıştırdığı birer çığlık değil midir? Adalet olmazsa huzur da yoktur, tasada ve kıvançta birlik de yoktur. Adaleti salt hukuk anlamında ele almak yanlış, adalet, demokratik temsilde, gelir dağılımında, kamusal araçlardan yararlanmada da temel kıstas olmalıdır.

Son yıllarda anketlerde ortaya çıkan sonuçlar işin özünde adalete olan ihtiyacın bir dışavurumu olarak görülebilir.  Nedenleri, sorumluları tartışılabilir, herkes farklı adres ve tariflerde bulunabilir. Ancak gerçek şudur: Türkiye tam bir yönsüzlük açmazıyla karşı karşıya bulunuyor.

HAVUÇ VE SOPA ARASINDA

Son üç yılda Türkiye‘de pek çok kamuoyu araştırması yapıldı. Toplumun AB‘ye yakınlık-uzaklık derecesi ölçüldü. Kamuoyu araştırmaları, ‘kötü olan‘ (Türkiye‘de yaşanan sıkıntılar) ile ‘iyi olan‘ın (AB standartları) bir arada  zikredildiği sorular çerçevesinde gerçekleştirildi.

Emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ ve PİAR-GALLUP‘un kurucusu Bülent Tanla tarafından hazırlanan bir ankette Türkiye‘nin AB’ye girmesini isteyenlerin oranı yüzde 70‘i buluyor. AB‘ye hayır diyenlerin oranı ise yüzde 10‘larda kalıyor. AB‘ye üyelik için kimlik ve kültürel hakların eşitliğinden yana olanların oranı yüzde 62. Ankete göre “Türkiye‘nin AB‘ye üyeliğini hangi nedenlerle destekliyorsunuz?” şeklindeki soruya verilen cevaplar konuyu açıklıyor. Halkın yüzde 50‘ye yakını Türkiye‘nin ekonomik gelişmesini olumlu yönde etkileyeceğini düşündüğü için AB‘yi istiyor. Halkın yüzde 8.8‘i Atatürk‘ün çağdaş uygarlık hedefinin gerçekleştirilmesine imkan vereceği için AB‘ye girilmesini savunuyor. Ankete katılanların önemli bir bölümü AB‘ye üyeliğin insan haklarında iyileşmeler sağlayacağını düşünüyor.

ProCon GfK tarafından yapılan ve geçtiğimiz Ağustos’ta açıklanan  AB‘ye Aday Ülkelerden Birliğe Bakış başlıklı kamuoyu araştırmasına göre Türkiye‘de halkın yüzde 70‘i AB’ye girmeyi istiyor. Aynı araştırmaya göre AB‘yi destekleyen Türkler,  hem kısa hem uzun vadede AB‘nin ekonomik iyileşme sağlayacağı umudunu taşıyor. Türkiye Avrupa Vakfı tarafından 26 Aralık 2001-12 Ocak 2002 tarihleri arasında yapılan araştırmada ankete katılanların yüzde 68‘i AB’ye girmeyi destekliyor. AB‘ye aday diğer ülkelerde bu oran daha az. Ankete katılanların yüzde 60‘ı kendilerini sadece Türk, yüzde 20‘si Türk ve Avrupalı, yüzde 6‘sı Avrupalı ve Türk olarak görüyor. Türklerin yüzde 68‘ine göre AB‘ye girmeden önce kurumların reformdan geçirilmelidir. Türkiye‘nin AB‘ye girmesi halinde Avrupa Parlamentosu‘nun istihdam, ekonomik politika ve insan hakları alanında Türkiye’ye yardım etmesi isteniyor. Ankete katılan Türklerin yüzde 58‘i  Türkiye‘deki demokrasiden hiç mennun değil. Türklerin yüzde 58‘i ise yakın gelecekte Türkiye’de işlerin düzeleceğine inanmazken, yüzde 21‘i  aynı kalacağı görüşünü paylaşıyor.

UMUTLAR AB’YE BAĞLANDI

Geçtiğimiz ay açıklanan Avrupa Komisyonu‘nun desteklediği Eurobarometer adlı Avrupa Birliği Genişleme Anketleri AB‘ye aday 13 ülkede gerçekleştirildi. Anketlere katılan Türk yetişkinlerin yaşadıkları hayattan hiç mennun olmadıkları, gelecekten de endişe ettikleri ortaya çıktı. Geleceğe umutlu bakmayan ülkeler arasında ilk sıradayız. Türk katılımcıların güvendikleri birinci kurum TSK, ikinci sırada ise dini kuruluşlar. Yüzde 59’luk halk desteğiyle aday ülkeler arasında AB üyeliğini en çok isteyen 4’üncü ülke Türkiye. Ankete göre Türk toplumu AB’ye umut bağlamış görünüyor. Ankete katılan Türklerin yüzde 57‘si Türk kimliğini, yüzde 6‘sı ise Avrupalılık kimliğini önceliyor. Öte yandan Avrupalı olmaktan en az gurur duyan ülke de Türkiye. AB’ye girilmesi durumunda Türklerin çoğunluğu ulusal para biriminin yok olmasından endişe ediyor. Ankete katılan Türklerin yüzde 51‘i AB‘ye karşı pozitif his besliyorlar. Kendilerini en fazla Avrupalı hisseden ülkeler sıralamasında Türkler, Bulgarlardan sonra ikinci sırada. AB‘ye girilmesi halinde Türkler’in beklentileri serbest dolaşım, çalışmak ve eğitim. Türklerin yüzde 43‘ü AB‘nin hayatlarını değiştireceğine inanıyor. “AB‘nin hayatınızı değiştirmesini ister misiniz?” sorusuna Türklerin yüzde 53‘ü Evet,  yüzde 9‘u Hayır diyor. Geçtiğimiz şubat ayında Strateji-Mori tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’nin Nabzı Araştırması” başlıklı araştırmaya göre halkın yüzde 71.4’ü mevcut hükümetin ekonomik krizi çözeceğine hiç inanmıyor. Ankete katılanların  yüzde 77.2 ‘si Hükümetin yolsuzlukla mücadele edeceğine inanmıyor. “İnanıyorum” diyen seçmenlerin oranı yüzde 16.8.  “Şu an Türkiye’nin çözülmesi gereken en önemli sorunları nelerdir?” sorusuna ankete katılanların yüzde 30‘u “İşsizlik”, yüzde 23‘ü enflasyon-hayat pahalılığı, yüzde 14 ile rüşvet ve yolsuzluk, yüzde 7 ile eğitim, yüzde 2’si de PKK ve Güneydoğu sorunu diyor.  Ankete katılanların yüzde 73.4’ü memleketin ‘kötü yolda’ olduğuna inanırken, ‘iyi yolda’ diyenlerin oranı yüzde 9.5. ‘Ne iyi ne kötü’ diyenlerin oranı ise yüzde 15 civarında bulunuyor. Ankete katılanların çoğunluğu işlerin yakın bir gelecekte çözüleceği konusunda endişe duyduklarını belirtiyorlar. Türkiye‘nin AB‘ye girmesini istemeyenlerin oranı çok düşük. AB kapılarını açsa genç nüfusun büyük kısmı Avrupa’ya akacak.‘Türkiye AB‘ye girmemeli‘ diyenler, AB‘ye evet diyenlerin taleplerine cevap vermeye hazır görünmüyor.  Sundukları çözümler küçük bir çevre hariç, kimseyi tatmin etmiyor. Türkiye bu iki çizgi arasında adeta bıçak sırtında duruyor

YENİ BÜYÜK KAÇGUN MU ?

28 Şubat sürecinin ardından Türkiye’de toplumsal dokuyu dikkate alan makul çözümlerin gündeme gelmesi, çeşitli maskeler altında siyasal ve ekonomik çıkarlarını muhafaza etmeye çabalayan tufeylilerin, bu ülkeyi, toplumu, devleti kendi mülkleri olarak gören ve istediği biçimi vermeyi kendilerine hak sayan azgın azınlığın sahneden indirilmesi beklenirken, toplumun sahip olduğu tarihi, kültürel ve toplumsal özellikleriyle yeniden dirilmesi, insanlığın ulaştığı bütün çağdaş standartlara sahip olması arzu edilirken, bugün gelinen nokta hayal kırıklığıdır. Türk toplumu modern ve çağdaş bir siyasal, ekonomik, hukuki, sosyal yapıya kavuşamamış, toplumu oluşturan bireyler insanca yaşama standartlarından mahrum bırakılmış, Türkiye Avrupa kapısında kurtuluşu bekleyen zavallı bir ülke konumuna düşürülmüştür. Geleceğimizi emanet ettiğimiz gençler 1200’lü yılların sonunda Anadolu’da yaşanan Büyük Kaçgun’un savurduğu dedeleri gibi çeşitli yönlere savruldular. Bu nedenle anketler derin bir krizi yansıtıyor.                      

MAKUL ÇOĞUNLUĞU AZGIN AZINLIK MI YÖNETSİN?

Türkiye‘nin yaşadığı bir felaket, 17 Ağustos Depremi, devletin toplum nazarındaki konumu açısından tam bir usturlap oldu. Deprem, devleti bütün zaaflarıyla toplumun önüne çıkardı. Devlet Baba imgelemi, depremin ilk günü ters yüz oldu. Bölgeye devletten önce sivil toplum kuruluşlarının ulaşmasıyla devlet baba imajı da çöktü. Öte yandan art arda gelen yolsuzluk operasyonları devletin nasıl bir kumpas tarafından soyulduğunu gözler önüne serdi. Yolsuzluk operasyonları genellikle bir ayağı, bürokrasi ve siyasi ayağı eksik olarak yürütüldü. Halk arasında yolsuzlukların önlemeyeceğine ilişkin kanaat yaygınlaştı. Temiz Toplum çığlıkları, politik argümanların gölgesinde sönüverdi. Adaletin mülkün temeli olduğu vurgulanmasına rağmen, toplumun geniş kesimleri  için adalet neredeyse ütopyadır. Ekonomik krizle birlikte yaşam standartları yoksulluk sınırına yaklaştı. Diğer taraftan herkesin gözü önünde seyirlik haline getirilen Laila‘lar, Televoleler küçük bir kesimin, -acaba azgın azınlık mı denilse- ekonomik krizden etkilenmediklerini gösterdi. Türkiye‘nin orta sınıfları yoksulluk sınırına yaklaşırken, bu küçük azınlığın nasıl oluyor da krizden etkilenmemeyi başarabildiği doğru dürüst tartışılamadı. Yaşananlar toplumun devlete olan güvenini büyük ölçüde zedeledi. Bu nedenle devletin küçültülmesi ve sivil toplumun genişletilmesine dönük retorikler giderek kökleşiyor.

BAŞKA BİR İKTİDAR YOLDADIR

Her ne kadar sorunlar ekonomik, sosyal ve insan hakları alanında görünürlük kazansa bile asıl kriz derinlerde yatıyor. Anketler Türkiye‘de bir yönetim krizi olduğunu açıklıyor. Toplumsal yapı, içinde pek çok rengi içeriyor. Bin yıldır, belki daha fazla, bu topraklarda alt üst oluşlar, karşılaşmalar, karışmalar, birleşmeler oldu. 14 Mayıs 1950’de Milli Şeflik döneminin sona ermesiyle, jakoben modernleşmeciliğin toplumu tek bir kimliğe indirgeme ya da yeni bir ulus yaratma çabalarının başarısızlığı ortaya çıktı. Siyaset dışı müdahaleler sistemin merkezindeki boşluğu gideremedi. Müdahalelerin iktidara taşıdığı Hükümetler ise ülkeyi ekonomik, siyasal ve sosyal krizin eşiğine getirdiler. Çok parçalı toplum yapılarının pek çok ülkede mevcut olduğu vakıa. Olguları yok saymak, sorunları gidermiyor. Hem kurumsal hem toplumsal olarak köklerimiz bir hayli derinlere iniyor. Önemli olan parçalı yapılar arasındaki geçişkenliği sıkılaştırmak, parçalardan birinin diğerini yok etmeye çalışmasını önleyecek mekanizmaları kurabilmek, öte yandan da yeni ortak yaşamsal değerler üretebilmektir. Ortak yaşamsal değerler bin yıldır birarada yaşayan toplumun dokusunda var. Toplumsal mühendislik, toplumun gücünü, eğilimlerini, yeteneklerini anlayarak önünü açmaya çalışan bir araç olması gerekirken, tam tersine toplumun dokusunu tahrip etmeye  dönüşürse, kuşkusuz kimlik krizi ortaya çıkar. Büyük bir tarih, medeniyet ve kültür mirasının yanı sıra, zengin bir gençlik potansiyeline sahip olan Türkiye’yi gerilim ve korku stratejileriyle yönetmek mümkün değil. Gençliğin enerjisi, yepyeni bir sıçrama teorisi ile ülkenin ve insanlığın yararına olacak kanallara akıtılmalıdır. Devlete düşen görev, kanalları açmaktır. Toplum bu ülkede yaşayan herkesin içinde yaşamaktan onur duyduğu bir Türkiye istiyor. Öte yandan yaşadığımız krizi, her büyük kaçgundan sonra olduğu gibi yeni bir toplaşmanın, toparlanmanın eşik noktası saymak da mümkün.

Bertol Brecht’in Filozof  Me-Ti’den aktardığı, “Yaşamda her zaman ölmeye yüz tutmuş bir şeyler de vardır. Ölmekte olan, ölüme hemen teslim olmayarak varlığını koruma uğrunda savaşım verir, artık yaşamını doldurmuş davasını savunmayı sürdürür. Bunun yanı sıra yaşama hep yeni bir şeyler doğar. Ama yaşama gözlerini açanın dünyaya gelişi de öyle kolaycacık olmaz; yeni gelen varlık acı verir, haykırır ve yaşama hakkını vurgular” cümlelerinde ifade edildiği gibi yeniden teşekkül etmek kolay değil. mevcut durum devamettiği sürece toplumun önemli bir kısmı kurtuluşu, iktidarı dışarda, Brüksel’de aramaya devam edecek. Anketlerde toplumun verdiği mesajı şöyle özetleyebiliriz: “Adil bir iktidar değilsen, yurttaşlarını mutlu kılamıyorsan, hazır ol; başka bir iktidar yoldadır.”

yazikonusu-kapak
BU YAZIYA GÖRÜŞ BİLDİR


   


Yarın imzalı yazılar dergiyi diğer yazılar yazarlarını bağlar.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Dergimiz basın ahlak ilkelerine uymayı taahüt eder. Yarın 2002 ©