KAPAK
BURHAN METİN
 

Avrupacılar, Anti-Avrupacılar Var!

Türkiye’nin Avrupa Siyaseti Var mı?

 
AB, Avrupacıların gözünde tam bir cennet, Anti-Avrupacılara göre ise cehennem... Avrupacılar, AB üyeliği ile halkın refah ve özgürlüğünün geometrik artacağından, hakların güvenceye kavuşacağından söz etmekteler. Anti-Avrupacılar, Türkiye’nin egemenliğini kaybedeceğini ve bölüneceğini ileri sürmekteler.

Türkiye, bir Avrupa siyaseti geliştirmek için hemen harekete geçmeli ve karşı ya da taraf olduğuna bakılmadan bütün öneri sahipleri bu kapsamda bir tartışma sürecine dahil edilmelidir. Bunun için Ulusal Avrupa Kongresi toplanmalıdır.

Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin üzerine yalanların, dezenformasyonların, manüpülasyonların ve küçük politik oportünizmlerin puslu havası çöktü. Süreçte nelerin olup bittiği, kimlerin hangi pozisyonda durduğu ya da savunduğu, beyanların, gerçek niyetleri yansıtıp yansıtmadığı büyük bir soru işareti... Meselenin bir avuç tarafı dışında kimse gerçek bilgi, doğru analiz ve reel bir pozisyona sahip değil. Efkarı umumiye, yoğun bir sis bombardımanı altında tutuluyor. Anketlerde % 80 civarında AB üyeliğini istediğinin altı devamlı çizilen Türk halkının ancak % 2’si AB hakkında bazı somut bilgilere sahip...

Hal böyleyken, AB ile ilişkiler, ekonomiden siyasete, eğitimden tarıma, kimlikten egemenlik ve siyasal meşruiyete Türkiye’nin kaderini doğrudan ve derinden etkileyecektir. Fakat mesele, sağduyu, gerçek bilgi ve ulusal fayda/maliyet bağlamında ele alınmadığı gibi, bu derece önemli bir konuda sağlıklı bilgilenme hakkı Türk halkından esirgenmektedir. Oysa bırakın bir halkı, sıradan insanın bile geleceği hakkında bilgi edinme ve tartışma hakkı kutsal sayılmalıdır.

Öte yandan fanatik taraftarlıklar, amansız kavgalar Türkiye sosyal genetiğinin kurtulamadığı bir illeti... AB konusu da, kolayca Avrupacı ve Anti-Avrupacı bölünmesine yol açtı. İKV öncülüğünde yayınlanan bildiri “Avrupacı cephenin” doğum şehadetnamesi oldu. Avrupacılığa, karşı-cevap hemen geldi; “Anti-Avrupacı cephe” bir otel toplantısıyla varlığını ortaya koydu.

AB, Avrupacıların gözünde tam bir cennet, Anti-Avrupacılara göre ise cehennem... Avrupacılar, AB üyeliği ile halkın refah ve özgürlüğünün geometrik artacağından, hakların güvenceye kavuşacağından söz etmekteler. Anti-Avrupacılar, Türkiye’nin egemenliğini kaybedeceğini ve bölüneceğini ileri sürmekteler.

İki cephe de ilk bakışta doğru sayılabilecek görüşlerle tezlerini destekliyorlar. Ancak iki taraf ta, fotoğrafın tamamını değil, bir yanını göstermekte, diğer yanlarını ise karanlıkta bırakmaktadır. İki taraf da Türkiye’deki sistemin işlevlerinden bir ya da birkaçını öne alarak konuşmakta, dolayısıyla meseleyi çarpıtmaktadır. Bu çarpıtmalar kötü niyetli de olabilir, olmayabilir de, fakat açık bir gerçek var ki, sistemin çelişik doğası hem bu cepheleri var eden hem de çatışır hale getiren temel etkendir.

REFAH/ÖZGÜRLÜK
VERSUS GÜVENLİK
HUKUK VERSUS HAKİMİYET

Türkiye’de sistemin işlevsel çelişkileri, süreklilik gösteren ve yeniden üreyen bölünmelere yol açmaktadır. Çelişkileri tarif etmeye çalışırsak, bunların refah ve özgürlük ile güvenlik; hukuk ile hakimiyet işlevleri arasında ortaya çıktığını görürüz.

Toplumun refah ve özgürlük talebiyle, devletin güvenlik ihtiyacı karşıt yönlerde hareket ederek sistemin işleyişini parçalamakta ve tıkamaktadır. Güvenlik ihtiyacı, refah ve özgürlük talebinin önüne geçebilmekte, güvenlik adına bu temel toplumsal talepler bazen engellenmekte bazen de geri plana atılmaktadır. Aynı şekilde hukuk talebi de, zaman zaman hakimiyet ihtiyacının altında ezilmektedir. Hakimiyetin zedeleneceği endişesi, hukuksal taleplere pek az yer bırakmaktadır. Ama hukuk talebi de, refah ve özgürlük talebi gibi temel toplumsal taleplerdendir.

Türkiye’deki yüksek refah, özgürlük ve hukuk talebi, dış dinamikler tarafından ele geçirilmek üzeredir. Türkiye karşıtı hareket, bu toplumsal talepleri arkasına alarak güvenlik ve egemenlik sistemini tasfiye etmek yönünde ilerlemektedir. Egemenlik ve güvenlik sistemi ise, haklı toplumsal taleplerle bütünleşmek değil, obsesyon haline getirdiği dış tehdidin biçimleriyle uğraşmaktadır. Oysa dış dinamik, adım adım egemenlik sisteminin toplumsal temelini kendi gücüne dönüştürmekte ve egemenlik sisteminin altını oymaktadır. Şüphesiz burada dış dinamiğin başarısından çok, egemenlik/güvenlik sisteminin, yani devletin başarısızlığı, refah, özgürlük ve hukuk taleplerini doyurmaktaki yetersizliği söz konusudur.

Türk egemenlik sistemi, algılamasını güvenlik ve hakimiyet kaygılarının dar alanından çıkarıp genişletmediği taktirde, direnişi umutsuz ve sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Çünkü halkı ele geçirilmekte, halkı, devletine yabancılaşmaktadır.

Dünya sisteminin siyasa yapıcılarının Türkiye için hazırladıkları düzenek, halk ve devletin, halkın içindeki ana blokların ve devletin unsurlarının farklı ve çatışan akslarda tutulması biçiminde hazırlanmıştır. Karşıt yönlerde hareket eden akslar, tıpkı farklı atılımlara sahip fay hatları gibi Türkiye’yi felakete sürükleyecek riskleri içinde taşımaktadır. Türkiye, göz göre göre gelen sosyo-politik felaketlere ne yazık ki hazırlıksızdır.

Toplumun ve devletin talep ve ihtiyaçları ortak bir projede yeniden imtizaç edilmeden, sistemin çatışmalar doğuran ve besleyen yapısı gelişme ve bütünleşme yaratacak tarzda yeniden kurulmadan bu tehlikeler yaşanmaya devam edilecektir.  AB meselesinde ortaya çıkan bölünme ve çatışma, köklerini sistemin çelişik doğasından almaktadır ve kendini çeşitli temalar etrafında var etmektedir.

AVRUPACI CEPHE

Bu kampın başını TÜSİAD, İKV, Anavatan Partisi ile eski sol yeni liberal aydınlar ve bu aydınların denetimindeki Plaza Medyası çekmektedir. Milli Görüş geleneğinin partileri de, 28 Şubat kavşağında girdikleri yeni rota/rotasızlıkta Avrupacılar safına katılmıştır.

Avrupacılara göre, refah, özgürlük ve hukuk toplumu olmak için Türkiye’nin önünde AB’ye katılmasından başka hiçbir seçenek yoktur. Ya AB’nin istediği koşullar yerine getirilip üyelik yolunda ilerlenecek ya da tarihin karanlığı, kaos, iç çatışmalar ve yoksulluk Türk insanını beklemektedir. Avrupacı propaganda, hiçbir iç dinamik tanımamakta, Türkiye’nin kurtuluşunu dış dinamik(ler)e bağlamakta, buna karşın spekülatif gelir karşılaştırmaları ve olağanüstü yabancı sermaye akışı beklentisi dışında somut mekanizma ve proje ortaya koymamaktadır. Propagandanın esası, “hele bir AB üyelik koşullarını kabul edelim, her şey güllük gülistanlık olacak” boş hayalinin pompalanmasıdır. Peki Türkiye’nin bunca yapısal sorunu ne olacak diye sorulduğunda, AB’ye girersek hepsi çözülecek denmektedir. Ekonomik krizler içinde bunalıp mucize/mehdi arayışlarına düşen ve son birkaç on yıldır kolayından köşe dönmeye alıştırılmış halk katmanlarına bu propaganda hayli çekici gelmektedir. Anketlerde görülen AB’ye dönük yüksek beklentilerin arkasında Türkiye’nin acilen tasfiye etmesi gereken böylesine ucuzcu ve konformist bir kolektif bilinçaltı zayıflığı bulunmaktadır. Türk halkının yüksek refah beklentisi ile buna kolay yoldan ulaşma kurnazlığına Avrupacı diskurun satır aralarında çokca müracaat edilmektedir. TÜSİAD, İKV ve benzer Avrupacı kuruluşların yayın ve bildirilerinde Türk halkının bu zaafı hayli kaşınmaktadır.

Fakat tarih, dış dinamikler marifetiyle refah, özgürlük ve hukuk sahibi olmuş hiçbir toplumu kaydetmemektedir. Bir milletin veya ülkenin iç dinamikleri tükenmişse, dış dinamik(ler) o millet ya da ülkeyi ancak tutsak alır ve kendi önceliklerine göre yeniden düzenler.

Avrupacı diskurda, devleti ve milletiyle sorunlu büyük sermayenin oligarşik kesiminin sınıfsal çıkarını ve konumunu millete karşı dışarıyla bağlama ve garantiye alma kaygısı göze batmaktadır. Küresel sermaye ağı ile bütünleşip, denetçilik ve yöneticiliklerini korudukları taktirde halkın dünya sisteminin marabası haline gelmesi umurlarında olmadığı gibi, tam da istedikleri şeydir. Burjuvazinin oligarşik kanadının sınıfsal karakterindeki kompradorluk AB bağlamında bir kere daha gün yüzüne çıkmaktadır. Devletin elinde ve kucağında büyümüş olmasına ve Türk milletinin yarattığı katma değerden haksız biçimde beslenmiş olmasına rağmen bu oligarşik kanat varlık ve bekasının garantisini halkı ve devletiyle bağlarını derinleştirmede değil, AB üzerinden dış dinamiğe teslim olmakta görmektedir. Bu da Türkiye’yi istikrarsızlaştıran, ekonomi-politiğini rehin alan trajik bir yarılmadır ve bu ekonomi-politik çelişki aşılmadan tarihin kahredici uğultusu Türkiye’den eksik olmayacaktır. 

Bugün Avrupacılar için AB, milli faydanın maksimize edileceği bir entegrasyon hareketinden çok, devlete (şimdilik fark etmese de millete) boyun eğdirmenin en etkili aracıdır. Bağımlılık projesini/niyetini Türkiye’ye benimsetmeye güçleri yetmediğinden AB sürecini bu hedef çerçevesinde kullanmaktalar. 28 Şubat, başörtüsü, kimlik ifadesi, ekonomik bunalım vb. sebeplerden bunalan kesimleri cephesine katarak AB’yi içeride yedekleyecek geniş bir kitlesel muhalefet ağı örmeye çalışmaktalar. “Türk halkı, askerini yenmeden bu ülkede hiçbir şeyin olmayacağını” öne süren Avrupacı yaklaşım, yeryüzünde güvenlik temeli olmayan tek bir refah ve özgürlük toplumu örneği veremez. Bir milletin güvenlik ihtiyacı içinde olmaktan çıkması, bir adım sonrasında tarihsel/toplumsal özne olmaktan çıkması, varlık ve kimlik bunalımına düşmesi demektir. Her özne varoluşunu savunmak ihtiyacı içindedir.

Avrupacılar, sadece refah ve özgürlük fantazmasına dayalı toplumsal-politik bir formasyonun olup olamayacağını, egemenlik, kimlik, jeopolitik ve jeokültür gibi bir milleti tarih içinde var eden temel parametreleri dikkate almadan refah toplumu yaratmanın olası olup olmadığının cevaplarını vermelidir.

Avrupacılar, her şeyin ötesinde çok temel bir etik yanlış yapmakta ve AB’nin Türkiye’ye ilişkin pozisyonunu hayal aynasından yansıtmaktalar. AB, Türkiye’ye tam üyelik perspektifini verecek midir, yoksa tam üye yapacak gibi mi yapmaktadır? Yani Türkiye-AB ilişkisi doğru ve namuslu bir ilişki midir? Veya Türkiye’ye yalan söylenmekte ve Türk milleti kandırılmakta mıdır?

Avrupacılara göre, Maastrich ve Kopenhag Kriterlerini yerine getirirse Türkiye tam üyelik için müzakere hakkını kazanacaktır. Fakat bu öngörü ne kadar gerçekçidir?

Türkiye, en uzun süreli başvuru sahibi ülke iken neden üyelik ihtimali en düşük (hatta bazılarınca hiç olmayan) bir ülkedir?

Türkiye, neden tam üye olmadan eşitsiz ve haksız Gümrük Birliği Anlaşmasına zorlanan tek ülkedir?

Türkiye, neden serbest dolaşım hakkından mahrum bırakılmış ve hak ettiği mali yardımları almakta zorlanmaktadır?

Türkiye tam üye yapılacaksa, AB, Kıbrıs’ta niye Rumlar lehine açık taraftır?

Türkiye’nin ulusal bütünlüğü bir takım tasarılar ile (Ermeni, Kürt siyasi ayrılıkçılığı vb.) neden sürekli hedef alınmakta ve güvenlik kaygısı derinleştirilmektedir? AB, niye Türkiye’de özgürlüklerin iç dinamikler ve iç uzlaşma süreçleriyle gelişmesini kolaylaştırıcı iyi niyetli ve yapıcı bir rol  üstlenmekten uzaktır?

Türkiye, NATO üyesi olmasına ve AB, NATO altyapısını kullanmayı istemesine rağmen Türkiye niye AB Ordusundan dışlanmaktadır?  

Türk kamuoyu, bu ve buna benzer son derece hassas sorular hakkında aydınlanmayı beklemektedir. Türkiye’nin AB üyeliğini iyi niyetle isteyen Avrupa taraftarları Türk-AB ilişkilerini bir “yalan rüzgarı dizisi” olmaktan çıkarmalı ve yerli yerine oturtmalıdırlar.

AB’NİN TÜRKİYE POLİTİKASI

AB’nin Türkiye politikası, Türkiye’nin ne tam içeri alınması, ne de tam dışarıda tutulmasıdır. AB yalnızca Türkiye’yi birlik hedefleri (birliği, önce Berlin, sonra Paris olarak anlamalı) için kullanabileceği bir yakınlık ve ilişki biçimi içinde; yanında ve denetiminde tutmak istemektedir. Eğer bunu başaramazsa Türkiye’yi AB önünde engel olmaktan çıkartmayı deneyecektir. AB siyasa yapıcıları Türkiye’ye dair bütün ekonomi-politik kurgularını bu ilişki tarzına göre yapmaktadırlar.

AB, Türkiye’yi tam üye yapmayacaktır. Çünkü;

Türkiye, AB’nin massedemeyeceği nüfus büyüklüğüne sahiptir ve nüfus esasına göre temsilde Türkiye, AB’nin karar verici iradelerinden biri olacaktır. Bu durum Berlin ve Paris için tam bir kıyamet senaryosudur.

Özellikle Almanya’nın en büyük korkusu serbest dolaşımdır ve zaten de Türkiye, anlaşmalardan doğan serbest dolaşım hakkını kullanamamaktadır. Genç ve kalabalık Türk nüfusu AB’deki istihdam ve sosyal dengeler için açık tehdittir.

Türkiye ekonomisi istikrarsız ve sorunludur. Türkiye gelişme problemleri yaşayan bir ülkedir. Tam üyelik AB’ye büyük mali külfetler yükleyecek ve AB de bu kadar büyük mali yükün altına girmeyecektir. Kaldı ki AB, mali protokolde öngörülen düşük miktarlı mali yardımları bile bloke etmiştir.

Türkiye’nin müslümanlığı ve sosyo-kültürel formasyonu AB için derin bir endişe konusudur.

AB üyesi Türkiye, Balkanlar ve Avrupa Türk/müslüman nüfusuyla ayrıca Avrupa içi bir hinterlanda sahip olacaktır ve AB, olası bir Türkiye bloğundan fazlasıyla çekinir.

Avrupa bütünleşmesinin jeopolitik ve jeoekonomik optimal büyüklüğü Türkiye sınırına kadardır.

Buna karşın Türkiye’nin jepolitik ve jeoekonomik değeri elinin tersiyle itilemeyecek kadar yüksektir. Öyleyse Türkiye ile ilişkiler, “imkanları devşirecek”, beri taraftan “maliyetleri dışlayacak” kontrollü ve kontrole dayalı bir biçimde olmalıdır.

AB, Türkiye’yi dışta bırakamaz. Çünkü;

Türkiye enerji kaynakları ve pazarlara ulaşmada kavşaktır. Türkiyesiz bir Avrasya siyaseti geliştirilemez ve icra edilemez.

Türkiye, Ermenistan, İran gibi Avrupa uzantısı ülkelerle bağın kurulması ya da engellenmesinde stratejik kilittir.

Avrasya pazarlarına ulaşmadaki önemi kadar Türkiye iç pazarının da Avrupalı üreticiler için ekonomik değeri yüksektir.

Türkiye, dışta tutulsa, göç, terör, uyuşturucu, radikalizmler gibi doğu ve güney eksenli tehditleri Avrupa’ya yansıtabilir. Ya da bu tehditlere karşı Avrupa’nın koruyucu kalkanı rolü oynatılabilir. Türkiye’den Avrupa’yı güneye karşı koruyan tampon bölge olması istenmektedir.

Bütün bu açılardan bakıldığında Türkiye, AB için eşit bir partner (üye) değil, eşitsiz bir ilişki tarzıyla kullanılacak ülkedir. AB temsilcileri, Türkiye’yi tam üye yapma vaatleriyle kandırmakta, Türkiye’deki Avrupacılar da bu yalanın gönüllü ortakları olmaktadır.

ANTİ-AVRUPACI CEPHE

Anti-Avrupacılar, soğuk savaşın provakatif siyasal alışkanlıklarının günümüzdeki uzantılarıdır. Solda Aydınlıkçılar, sağda Haydar Başçılar bu cephenin öne çıkan taraflarıdır. Anti-Avrupacıların belirgin özelliği, ulusalcılık ve milliciliğe dayanmalarına rağmen, Türkiye’nin büyümesi ve gelişmesine değil, daralması ve içe kapanmasına hizmet etmeleridir. Türkiye’nin batıyla ilişkilerini hiç dikkate almadıklarından (ya da tersinden dikkate aldıklarından) keskin ulusalcılık/millicilikleri batı etkinliğinin karşı retorikle pekiştirilmesine yaramaktadır. Anti-Avrupacılar, sahte muhalefetlerdir, bu halleriyle varlık ve beka problemini sekter ve muhalif bir gündem haline getirmekten başka bir işe yaramamaktadırlar.

Türkiye’nin batıdan koparak var kalamayacağını, buna karşın dünya jeopolitik denkleminde batıya rağmen müstakil ve tayin edici bir doğu seçeneğinin bulunmadığını ısrarla es geçmektedirler. Türkiye’nin güvenlik endişelerinden yönünü doğuya dönerek kurtulacağını söylemekte, fakat batıdan kopan bir Türkiye’nin daha derin güvenlik tehdidi altında kalacağını unutmaktadırlar.

Anti-Avrupacılar, aşırı ve irrasyonel AB düşmanlıklarıyla Türkiye’nin rasyonel bir “Avrupa siyaseti” geliştirmesine katkıda değil, bozucu etkide bulunmaktadırlar. Avrupa’ya yabancılaştırarak Türkiye’nin önemli bir jeopolitik ve jeoekonomik ayağını boşa çıkartmaktadırlar. Fakat Türkiye rasyonel ve karşılıklı fayda esasına dayanan sağlam bir “Avrupa siyaseti” sahibi olmalıdır.

Anti-Avrupacılar devlet aygıtının bazı unsurlarıyla sürdürdükleri açık olmayan ilişkileri nedeniyle aslında ulusallık veya millilik adına devlet tapınmacılığı üretmekte, bu özellikleriyle de çağdaş ve demokratik kolektif iyinin yaratılma sürecini sabote etmektedirler.

Anti-Avrupacıların Sol kanadı, muhayyel bir ulus tasarımıyla tarihsel ve reel ulustan çoktan kopmuştur. Tarikatçı kanadı ise, milli tutumu ortaya koyacak entelektüel ve etik donanımdan yoksundur; millet ve din ile kurduğu bağ “oportunist”  özellikler göstermektedir.

Anti-Avrupacılık da, en az Avrupacılık ölçüsünde yönlendirme kokmaktadır.

MADALYONUN İKİ YÜZÜ: AVRUPACILIK VE ANTİ-AVRUPACILIK

Avrupacılar, refah, özgürlük ve hukuk talepleri üzerinden ve bu talepleri kullanarak hareket etmekte, Anti-Avrupacılar, güvenlik ve hakimiyet ihtiyacına dayanmaktalar. Tarihsel ve somut argümanlar kullanmasına rağmen ikisinin söylem biçimi de metafiziktir ve Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. Bu iki kesimin cennet ve cehennem retoriği içinde mesele, tam da AB siyasa yapıcılarının istediği şekilde tartışılmaktadır. AB-Türkiye ilişkilerinin rasyonellikten kopması ve iç çatışma konusu olmasından Brüksel büyük keyif alıyor olmalıdır. Çünkü bu durumda Brüksel, Türkiye’yi istediği ilişki biçimine razı etmekte zorlanmayacaktır. Tıpkı Gümrük Birliği Anlaşmasında olduğu gibi...

Halbuki AB, karşı ya da taraf olunacak bir iman ve müminlik meselesi değil, olsa olsa Türkiye’nin öncelikleri ve ulusal fayda maksimizasyonu çerçevesinde ele alınacak bir süreçtir.

Avrupacılar da, Anti-Avrupacılar da sürecin sağlıklı işlemesini manüpüle etmektedirler.

Bu çerçevede;

Türkiye-AB üye adaylık süreci iç siyaset çatışması olmaktan çıkarılmalıdır.

AB’nin, siyaseten ve etik olarak bitmiş bazı parti başkanlarının elinde var kalmak/olmak ve suç bastırmak aracı olmasına müsaade edilmemelidir.

Türkiye, bir Avrupa siyaseti geliştirmek için hemen harekete geçmeli ve karşı ya da taraf olduğuna bakılmadan bütün öneri sahipleri bu kapsamda bir tartışma sürecine dahil edilmelidir. Böylece samimi görüş sahiplerine görüşlerini ifade etme imkanı tanınmalı, öte yandan psikolojik harekatçılar deşifre edilmelidir. Bunun için Ulusal Avrupa Kongresi toplanmalıdır.

AB ile AB’nin değil, Türkiye’nin projesi üzerinden müzakere edilmelidir

Türkiye, EFTA veya Norveç gibi AB ile Serbest Ticaret Anlaşması yapmayı gündemine almalıdır.  

Gümrük Birliği Anlaşması’nın koşulları, Türkiye ile AB ilişkilerinin geniş çerçeveli müzakere edilmesi kapsamında yeniden düzenlenmelidir.

Anadilde eğitim, yayın ve idam konuları AB değil, Türkiye meselesi olarak ele alınmalıdır. n

Kaynaklar

1-Avrupa  Çıkmazı, Erol MANİSALI, Otopsi Yayınları

2-Türkiye Avrupa’nın Neresinde, Bülent GÖKYAY, Ayraç Yayınları

3-Gümrük Birliği’nin Siyaset ve Ekonomik Bedeli, Erol MANİSALI, Bağlam Yayınları

4-Avrupa Birliğine Neden HAyır, Suat İLHAN, Ötüken Yayınları

5-Avrupa Birliği ve Türkiye, Rıdvan KARLIK, Beta Yayınları

yazikonusu-Kapak
 
BU YAZIYA GÖRÜŞ BİLDİR


   


Yarın imzalı yazılar dergiyi diğer yazılar yazarlarını bağlar.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Dergimiz basın ahlak ilkelerine uymayı taahüt eder. Yarın 2002 ©