|
- “İşte
bak, kardeşim, sonunda öğrendik
konuşmayı
- tatlı
tatlı ve yalın konuşmayı.
Anlaşabiliyoruz şimdi-fazlası
da gereksiz.
Ve yarın diyorum, daha da yalın
olacağız
tüm yüreklerde, tüm dudaklarda
aynı ağırlığı edinen sözleri
bulacağız. Adıyla anılacak herşey,
Ve ötekiler gülümseyip “böyle
şeyleri biz de yüzlerce
yazabiliriz” diyecekler.
Bizim de istediğimiz bu işte.
Çünkü şarkımız insanlardan
ayrı sivrilmek için değil,
kardeşim, insanları birleştirmek
içindir şarkımız.
- (Yannis
Ritsos).
|
|
|
I- 1970’lerin başları..
Kapı komşumuz Hüseyin amca, İstanbul’a gitmiş.
Toplu namaz kılacaklarmış. “Namaz kılmak için taa
istanbullara gitmeye ne gerek var” dedi babaannem.
Babam, ‘anne dinsiz komünistler azmış. Dua
edeceklermiş memleket elden gitmesin diye’ Boynueğrilerin
sokaktaki terzi komünistmiş, komünist partisi kurmuş.
O zamanlar Türkiye İşçi Partisine komünist partisi
derlerdi büyüklerimiz. Büyükçe bir kasabada yaşıyorduk.
Hititler, Romalılar, Persler, Selçuklular, Danişmentliler,
Eratnalılar ve Osmanlıların izlerini taşıyan bir
kasaba.
Yaz akşamları
Romalılardan kalma kalenin burçlarında oturup,
ışıl ışıl yanan kasabayı seyretmekten büyük
bir zevk duyuyoruz. Gündüzleri burçlarda uçurtma yarıştırıyoruz.
Kalenin giriş kapısının
yan tarafında, kulenin dibinde bir mezar başında dua
ediyoruz.
Söylencelere göre
mezarda, kale küffardan alınırken şehit düşen bir
ulu kişi yatıyor.
II- 1970’in sıcak
bir günü. Babam , ‘Falancaların oğlunu anarşistler
öldürmüşler yarın cenazesi geliyormuş’ dedi.
Babaannem kafasını sallayıp duruyordu. Ertesi gün
kalabalıklar, kollarında pazubentler, ayakları botlu,
kafaları kalpaklı, ellerinde bozkurt bayrakları. Uzun
bir kortej halinde yürüyorlar, biz çocuklar onları
takip ediyoruz, tabut omuzlarda. Bir film gibi
seyrediyoruz. Otobüslerle gelen tanımadığımız yüzlerce
adam. Eski Türkleri andıran bir adam konuşuyor
megafonla. Ölen üniversiteli delikanlının babası,
başında kasketiyle
kalabalığa hitap ediyor, “Oğlum vatan için
şehit oldu. Sizler sağolun” diyor. Akşam üstü bir
avukat bürosu önünde toplanan kalabalıklar camları
indiriyor. Avukat karı koca TİP’lilermiş, komünistmişler.
Karı-koca avukat, o günden sonra şehri terketmişler.
III-
Birkaç kıvrımı olan bir sokakta oturuyoruz. Her kıvrım
L çizerek devam ediyor. Bütün kıvrımları gören
iki katlı bir evdeyiz. Hemen yanıbaşımızda Gürcü
bir aile, onun yanında bir yörük ailesi, daha ötede
Arnavutlar. Diğer kıvrımda iki çerkez aile,
akrabalar. Yanı başında Azeri kökenli bir aile.
Onlar da bizim gibi, yörükler gibi, çok çocuklu bir
aile. Diğer kıvrımda kasabanın yerlisi bir aile, yaşlı
karı koca oturuyorlar. Hemen yandaki kıvrımda yine
bir yörük aile, diğer yörük ailesiyle hem kardeşler
hem bacanaklar. Sağdaki kıvrımda üç dört kürt
aile var, yeni gelmişler, önce kavga ediyor, sonra
arkadaş oluyoruz. Bizim evin aşağısında bir aile,
çocukları arkadaşımız. Aynı evde Ahmet Taner Kışlalı’nın
doğduğunu öğreniyorum aradan 30 yıl geçtikten
sonra. Ilk kez bir narağacını o evde görüyorum. Bahçedeki
kuyunun yanıbaşında. Narın kıpkırmızı çekirdekleri,
patlamış kabuğundan gülümsüyor. Narin bir çiçek
gibi okşadığımı hatırlıyorum. Belleğimde izleri
kalmış.
Diğer bir kıvrım
alevilerin çokluk olduğu bir mahalleye açılıyor. Dört
sokağın birleştiği bir meydan, 1300’lerin başında
yapılmış, küçük bir cami. Meydan bir kare şeklinde,
etrafı evler. Iki üç kadar Çerkez aile, bir iki
muhacir ailesi, kıvrımlardan biri yine Alevi
mahallesine açılıyor. Diğer sokakta iki alevi aile
var, çocukları en candan arkadaşlarımız, biri
Galatasaraylı. Biz bütün çocuklar Fenerliyiz. Diğer
mahallelere karşı gerçekleştirdiğimiz akınları
meydanda organize ediyoruz. Kürt, Arnavut, Çerkes,
Gürcü, Muhacir, Alevi, Yörük sanki birer aile
adları gibi geliyor bize.
19 Mayıslarda, 29 Ekimlerde çocuklar aynı marşları
okuyoruz.
IV-
1971.. Babam akşamları erken gelmemizi, istiyor
bizden. Sokağa çıkma yasağı mı varmış ne, anarşistler
bu taraflarda görülmüşler, bir rivayete göre
motosikletle geçmişler bir sabah vakti kasabadan.
Erzurum kahvesinde mola verip çay içmişler. Ne olup
bittiğini anlamıyoruz. Babamım dayısının oğlu
Ankara hukukta okuyormuş, anarşistlere karışmış, uçak
kaçırmış, arkadaşları serbest bırakılsın diye.
Gidiş o gidiş. Bulgaristana indirmişler uçağı.
Babam, dayısının oğlunun uçak kaçırırken çekilmiş
resimleri olan bir Günaydın gazetesi getirdi. Uzun
boylu, kalın bıyıkları, elinde tabanca olan akrabamı
hayal meyal hatırlıyorum. Her bayramda annesi, iki gözü
iki çeşme. Ölene kadar oğlunu bekledi.
V-
Ortalık yatıştı,
sabah akşam meydandayız. Abimin en yakın
arkadaşı bir alevi çocuğu. Babası gurbette inşaat
işçisi, sık sık onlara gidiyoruz. Daha alevi sünni
nedir bilmiyoruz. Sokağımızdaki kürt çocuklarından
kürtçe küfür etmeyi öğreniyoruz. Türküleri, sazı,
onlarla seviyoruz. En yakın arkadaşlarım çerkes,
arnavut, kürt ve alevi çocukları. Kavgayı, paylaşmayı,
delikanlılığı birlikte öğreniyoruz. Bıçaklarımızla
bileklerimizi kesip kankardeşler oluyoruz. Yağmur yağdığında
bütün çocuklar toplanıyoruz, “Yağmur yağıyor
seller akıyor, arap kızı camdan bakıyor
“manileriyle dolaşıyor, bulgur, ekmek, yağ
topluyoruz. Her aile nöbetleşe pilav yapıyor, çocuklar
güle oynaya, şen şakrak, yiyip içiyor, eğleniyoruz.
VI-
1975’de Ülkü Ocakları ve Halkevleri etkinlikleri
artıyor. Bazı sokaklarda sloganlar. ‘Ey Türk titre
ve kendine dön’, ‘Milliyetçi Türkiye’. Bazı
duvarlarda da ‘Umudumuz Ecevit’.
Aylar geçtikçe
alevi arkadaşlarımızda da bir değişiklik, eskisi
gibi gelip gitmiyorlar.
Üniversitede
okuyan abilerimiz, oralarda edindikleri ideolojileri ve
örgüt taktiklerini kasabaya getiriyorlar.
Artık biz Ülkü
Ocakları’na, alevi arkadaşlarımız da Halkevlerine
gidip gelmeye başlıyorlar.
En yakın alevi
arkadaşımın abisi, kardeşinin bizimle arkadaşlık
yapmaması için, yanımızda, sopayla eşek sudan
gelinceye kadar dövüyor. Sopa kırılıyor, kalan parçayla
devam ediyor. Yine de geliyor bize, evimize. Zaman zaman
bir araya gelip uzun yürüyüşler yapıyoruz. Arkadaşlıklarımızın
nihayet bulacağını sezmiş gibiyiz yine de.
VII- Aleviler
CHP’yi destekliyor, alevi dedeleri milletvekili seçiliyorlar.
Kasabanın etrafındaki tarlalara alevi aileler yerleşmeye
başlıyor. Yıllar sonra kasabanın üç tarafı alevi
mahalleleriyle çevriliyor. Dördüncü tarafa
alevilerin yerleşmesine izin verilmiyor. Alevilere
toprak satanlar tehdit ediliyor. 197O’li yılların
sonlarına doğru bunun artık bilinçli yapıldığını
düşünüyoruz. Kırlarda kentlere doğru bir kuşatma,
ele geçirme planı olarak yorumluyoruz. Babam yıllarca
tarlalarımızı ekip biçen alevi ortakçılarımızla
ilişkiyi bitiriyor. Harmanlarda birlikte düğen sürdüğümüz,
aynı kaba kaşık salladığımız alevi ailelerden
kopuyoruz. Okullarda da çocuklar ikiye bölünüyoruz.
Kavga ediyoruz. Artık solcu ve ülkücüyüz. Solcu çocuklar
Atatürk portreli rozetler, biz de Atatürk ve Bozkurt
yanyana olan rozetler taşıyoruz. Bir iki yıl içinde
rozetler değişiyor, sloganlar değişiyor;
‘Kahrolsun komünistler’, ‘Komünistler Moskovaya’,
‘Türkiye Komünist Partisine özgürlük’,
‘Kahrolsun faşizm’, ‘Halklara özgürlük’.
Solcu kitapçılar
Mao’nun, Lenin’in, Stalin’in kitaplarını satıyorlar.
Solcu çocuklar İGD, Halkın Kurtuluşu, Kurtuluş, TSİP
ve Aydınlıkçı olarak aralarında bölünüyorlar.
Arkadaşlıklarımız son nefeslerini veriyor.
Abimin en yakın arkadaşı Halkın Kurtuluşu’na geçmiş.
En yakın arkadaşım İGD’li olmuş. Ortaokul birinci
sınıfta kız arkadaşlarım alevi. Onlar da giderek
kopuyorlar. En masum
aşklarımız kırılıyor. Kibrit kutularına yazılmış
kısacık veda mektupları; “Ne olur bi-daha görüşmeyelim.
Her şey bitti.” Artık hayatımızda aşka yer
olmayacak.
VIII
-Artık en küçük olayda alevi köylüler kasabadalar.
Iki taraf da kışkırtılıyor. Alevi köylüler,
kasabada alevilerin kıyıldığı haberleri üzerine yığınlar
halinde iniyorlar, ellerinde baltalar, tüfekler,
sopalar. Bir yerlerden kötü haberler yayılıyor köylere.
Mahalleler, çarşılar, ayrılmaya başlıyor.
Kavgalarda eski arkadaşlar birbirimize yumruk atmamaya
çalışıyoruz. Kan dökülüyor. Ilk vurularak öldürülen
14 yaşında bir ülkücü. Hastanede alnında bir kurşun
yarası. Bana bakıyor, gözbebekleri adeta donmuş,
dört saat sonra can veriyor. Gözleri yaşlı
ana-baba, şiddetin çağrısı bir cenaze töreni.
Cuma günleri ders bitiminde İstiklal Marşı okunurken
solcular dalga geçiyorlar. Ulusal düttürü diyorlar,
İstiklal Marşına karşı Enternasyonalı okuyorlar,
kavga sebebi oluyor. Solculuk, gözümüzde yabancılaşıyor.
IX-
Ecevit hükümete geliyor, 80 ülkücü öğrenci uzaklaştırılıyoruz.
1978’de olaylar hızla artıyor. Her olayda solcular sünnilerin,
ülkücüler de alevilerin dükkanlarını kırıp döküyor.
1979’da dükkanlar, evler, hatta mahalleler değiş
tokuş ediliyor, iç göç 1980de artarak devam ediyor.
Bir köprü artık alevi mahalleleri sünni
mahallelerden ayırıyor. Yeşil hat. Bu köprüye
ikinci karakol yapılıyor, epey bir süre açılamıyor.
Sürekli kundaklanıyor.
En yakın alevi arkadaşımın ağabeyi İstanbul’da
bir çatışmada öldürülüyor. Cenazesi geliyor.
Babası bir hal işcisi. Uzaktan seyrediyoruz. Hergün
kavga-döğüş. Birbirimize saldırıp duruyoruz.
1980’de şehrin meydanını, postaneyi görmeyen solcu
çocuklar var. Bazı okullar alevilerin yoğun olduğu,
bazıları da sünnilerin mahallelerinde. İyice ayrılmış
durumdayız. 30-40 bin nüfuslu kasabada iki ayrı
kasaba, iki ayrı şehir merkezi. Resmi binalar bile
paylaştırılmış durumda. Üstelik bütün bunlar
iki-üç yıl içinde oluyor.
X-
Okul arkadaşımız bir solcu çocuk İstanbul’da çatışmada
öldürülüyor. Hayretlere düşüyoruz, ufak tefek
sempatik bir çocuktu.
Sünni kökenli bir aileye mensup. Sünni çocukların
solcu olması nadir bir olay. Ülkücü olan tek tük
alevi çocuklar da var, dışlanmış durumdalar. Artık
tek amaç, birbirimizi yok etmek haline geliyor. Büyük
şehirlerden sık sık cenaze geliyor. Cenazelerin çoğu
köylere gidiyor; ya inşaat işçisi, öğretmen, ya
lise ya da üniversite öğrencisi. Kimi de kör kurşuna
gidiyor. Gazetelerde ya da televizyonda ölüm
haberlerini izliyoruz, “Bugün bizden 3 kişi,
onlardan 5 kişi gitti.”. Takım tutuyoruz adeta,
golleri sayıyoruz. Kasabada bir çatışmada bir kız
çocuğu, sonraki çatışmada alevi bir köylü ve 17
yaşında sünni bir liseli yaşamını yitiriyorlar.
Ilk kez o gün sarsılıyorum. Zavallı köylünün
askeri araçtan dışarı fırlamış poturlarını hiç
unutamam. O an içimde, derinlerde, birşeylerin koptuğunu
anladım. Ertesi günlerde komşu kasabada kahve taranıyor.
Annem apar topar, ağlayarak kalkıp gidiyor, ölenlerden
biri dayısının oğluymuş. Yaşı yirmisinde bile değil.
Üstelik ne ülkücü ne başka bir görüşe mensup.
Tek suçu o akşam o kahvede bulunmuş olmak. Başka bir
ilde işçiymiş, izinli gelmiş. Her iki taraftan kayıplar
devam ediyor. Hergün çatışma. Sünniler CHP’den çekiliyor,
MHP oylarını artırıyor, Adalet Partisi çözülüyor,
Milli Selamet Partisi tabela partisi, CHP alevilerin
elinde kalıyor. Yine tek tük sünni CHP’liler var.
İnatla direniyorlar.
XI-
Mahallemizin kürtleri aktif ülkücüler, sünnilik büyük
rol oynuyor burada. Her alevi çocuğu solcu, her sünni
çocuğu ülkücü oluyor doğallıkla. Alevi
mahalleleri fraksiyonlar
halinde, kendi kurtarılmış bölgelerini oluşturuyorlar.
Kendi aralarında da çatışıyorlar. Polisler bile
ikiye ayrılıyor. Hakimler, Savcılar, öğretmenler, işçiler,
köylüler. Belli bir süreçten sonra her şey
kontrolden çıkıyor, hem ülkücüler hem solcular
arasında küçük maceracı gruplar türüyor, örgütler
bile kontrol edemez hale geliyor. Bir okul müdürü, Töbder’li.
Solcu bir örgüt tarafından öldürülüyor, okul
parası gasp edilirken. Maceracı sağ gruplar haraç
topluyor halktan. Pek çok insan ölüyor çatışmalarda.
Yine de bazı abilerimiz var, bizleri şiddetten uzak
tutmak istiyorlar, dinlemiyoruz. Dava kutsal. Kitap
okumak, tartışmak, fikir yürütmek, kendimize ilişkin
bir gelecek tasarımı yok artık. Hayatımızda aşk
yok, yarın yok, öbürgün yok, sanki bu dünyada yaşamıyoruz.
XII-
12 Eylülde noktalanıyor herşey. Eski çocukluk arkadaşları
hapislerde birlikte yatıyorlar.
Karıştır barıştır politikası uygulanıyor.
Berlin duvarı yıkıldıktan sonra cezaevleri boşalıyor
yavaş yavaş. 1990’larda eski çocukluk arkadaşları
pazarlarda yan yana satıcılık yapıyorlar, boşu boşuna
birbirlerini kırdıklarını anlatıyorlar. Pek çoğu
ya sakat ya işsiz. Hapisten çıkan kimi ülkücü ve
solcu arkadaşlar, eski husumetleri unutup birlikte yeni
suçlar da işliyorlar. 10 yıl önce dedelere küfreden
devrimci çocuklar, hapisten çıktıktan sonra
Cemevleri açmaya çalışıyorlar.
Kendi köklerine doğru gitme eğilimi gösteriyorlar.
Bir tür din arayışı. Kasabamızın Kürtleri çoğunlukla
MHP’li olmalarına rağmen, büyük kentlerde işçilik
yapanlar arasında PKK’ya meyledenler olmuş. Kırsalda
12 Eylül öncesinde olmayan TİKKO, MLKP gibi örgütler
türüyor. Kasaba geçmişi unutmak, istiyor yine de.
Roland Barthes bir kitabında, “yalnızca çocukluğumuzun
memleketi vardır” diyor. Ne kadar doğruymuş. Benim
çocukluğumun memleketi ise, 1975-1980’de yok edildi.
Aradan 25 yıl geçti, ben mahallemi özlüyorum.
|