|
- Tutarlı
bir dünya görüşü kurma işinin
esas itibariyle “Müslüman
akla” bırakıldığını
söylemek mümkündür. İslam düşünce
tarihinde üç tür bilgi sistemi
bir sistem dahilinde yeniden inşa
edilmelidir. Beyani, burhani
ve irfani bilgisistemlerini bir
araya getirmeye çalışma çabası,
İslam düşüncesinin büyük düşünürlerinin
amacı olmuş, hep bu büyük
sentez için gayret sarfetmişlerdir.
|
|
|
Tutarlı bir dünya
görüşü kurma işinin esas itibariyle “Müslüman
akla” bırakıldığını söylemek mümkündür.
Cabiri’nin dediği gibi
İslam düşünce tarihinde üç tür bilgi
sistemi Gazali’nin yapmaya çalıştığı gibi
yeniden ele alınmalı ve bir sistem dahilinde yeniden
inşa edilmelidir. Gazali beyani, burhani ve irfani
bilgi sistemlerini çatışmacı bir tarzda bir araya
getirmeye çalışmış ve fakat işin sonunu
getiremeyerek sonuçta irfanda karar kılmıştı. İslam
düşüncesinin büyük düşünürleri hep bu sentez
gayreti içinde olmuşlardır. Farabi, İbni Sina, İbni
Tufeyl, İbni Rüşd, Sühreverdi, İbni Arabi, Molla
Sadra, Muhammed İkbal gibi büyük üst anlatı
sahipleri bu sentez girişimlerinin farklı boyutlarda
örneklerini vermişlerdir.
İslam düşüncesi
dediğimiz olgu geçen bin yıl boyunca kendini inşa süreci
yaşamıştır. Şu an varolan şekliyle İslam düşüncesi
Cabiri’nin ayrımlarıyla üç bilgi sistemi üzerine
inşa edilmiştir. Beyana dayalı bilgi sistemi ile Şafii,
Eş’ari, Gazzali, İbni Teymiye vb. simalarda temayüz
eden ve son tahlilde “beyanı” (vahiy, ayet, hadis,
nakil) belirleyici olarak gören bilgi evrenini, burhana
dayalı bilgi sistemi ile Nazzam, Cahiz, Kındi, Harezmi,
Farabi, İbni Sina, Biruni, İbni Meskeveyh, İbni Rüşd
vb. simalarda temayüz ettiğini düşündüğümüz
“burhanı” (akıl, deney, tecrübe) belirleyici
olarak kabul eden bilgi evrenini, irfana dayalı bilgi
sistemi ile Hallac-ı Mansur, Cüneyd-i Bağdadi, Beyazıd-ı
Bestami, Sühreverdi ve İbni Arabi vb. simalarda temayüz
ettiğini düşündüğümüz “irfanı” (keşf,
ilham, sezgi, aşk) belirleyici kabul eden bilgi
evrenini kastediyoruz.
Bu üç sisteme
biyografik sembolizm dilini kullanarak “üç
ibni’nin duruşu” demiştik. İbni Teymiye-İbni Rüşd-İbni
Arabi’de sembolize ettiğimiz beyani-burhani-irfani
bilgi sistemine dayalı teistik-deistik-panteistik
yorumları süreklilik-yenilik temelinde Allah-Alem ve
Akıl-Aşk (his) birlikteliği (birliği değil) şeklinde
yeni bir yoruma tabi tutmuştuk. Birinciler sürekliliği
ikinciler yeniliği sağlıyorlardı. Her üç sistemin
varlığın ve bilginin birliği, ikiliği veya çokluğuna
değil bütün bunları meczeden “varlığın ve
bilginin dinamik birlikteliği” anlamına geldiğini söylemiştik.
Bu sistemlerin Molla Sadra, Şah Veliyyullah Dehlevi ve
Muhammad İkbal gibi simalarca bu yaklaşım temelinde
yeniden ele alındığını söylemiştik İkbal’in,
bu çabaların durmaksızın devam etmesi tavsiyesini ve
sonraki kuşak ilahiyatçılara vasiyetini hatırlatmıştık.
“İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İhyası çabaları
İkbal’in bıraktığı yerden devam etmelidir” demiştik...
Varlık (ontoloji)
felsefesinde Allah-Alem, bilgi (epistemoloji)
felsefesinde Akıl-Aşk (his), insan felsefesinde Yaratılış-Evrim,
Hayy-Hayat, ahlak felsefesinde Fıtrat-Mizaç, tarih
felsefesinde Asabiyet-Hadaret, içtihat felsefesinde
Din-Şeriat, siyaset
felsefesinde Değer-Model çiftleri süreklilik-yenilik
alanını ifade etmektedirler. Birinciler sürekliliğin
ikinciler yeniliğin alanıdırlar.
Bu bölümde insan
felsefesi de denilen felsefi antropolojide Yaratılış-Evrim,
Hayy-Hayat kurucu kavramları üzerinde duracağız.
YARATILIŞ-EVRİM
Tevrat ve
Yeni-Eflatuncu Hrıstıyan teolojisi yaratılışçı
bir görüşü savunmakta ve evrimi kesin bir dille
reddetmektedir. Öte yandan materyalist evrimciler de
Darwin’e dayanarak yaratılış inancını kesin bir
dille reddetmekte ve evrimi ideolojikleştirerek
savunmaktadırlar. Halbuki İslam düşünce tarihinde
daha çok burhani sisteme mensup kimi simalar “yaratıcı
tekamül” diyebileceğimiz bir anlayışı savunmaktadırlar.
Böylece durmaksızın yeniden yaratma sürekliliği,
her bir yaratmada ortaya çıkan tekamül/evrim sıçramaları
yeniliğin alanını oluşturmaktadır. Süreklilik-Yenilik
felsefesi burada da dinamik bir birliktelik içindedir.
Antropologların ve
genetikçilerin yaptığı gözlemler ve araştırmalar,
bütün insanların tek bir biyolojik “aile”nin
(insan türünün) üyesi olduklarını gösteriyor. Bu
kesin yargının bilimsel anlamı şudur;
Benzerliklerimiz, farklıklarımızdan çok daha fazladır.
İşte bu nedenle, bütün insanların tek bir
biyolojik tür olduklarını söylemek mümkün oluyor. Keza Kur’an, Tevrat ve İncil de bu biyolojik ailenin (Adem
ile Havva) olduğunda hemfikir olduklarını görüyoruz.
Semavi kitapların diliyle her ikisini de Allah yarattı,
insanlık başka bir yerden değil bu ilk yaratmadan türedi,
çoğaldı...
İnsanın kökenine
ilişkin materyalist evrimcilerle semavi yaratılışçılar
arasındaki ortak noktalardan ilkinin, insanın ortak
bir türden geldiğine dair bu yargının olduğunu söyleyebiliriz.
Materyalist evrimciler ilk olarak Tanzanya ve Habeşistan
vb. yerlerdeki bulgulara dayanarak maymunun insanlaştığını
söylerken, semavi
kitaplarda geçen bilgilere dayanan yaratılışçılar
da Adem ve Havva’nın cennetten kovulduktan sonra
Hindistan veya Ortadoğu’ya (Cidde-Mekke-Mezopotamya)
“düştüklerine” inanmaktadırlar.
Söz konusu bu düşmenin
(hubut) veya dönüşmenin (mutasyon) ne zaman olduğu
konusunda ise aralarındaki ihtilaf korkunç denecek
boyutlardadır. Evrimcilere göre mutasyon, doğal ayıklanma,
genetik-demografik kayma ve kültürel seçicilikle
ilerleyen tabiattaki biyolojik evrim 4 milyar yıldır
devam etmektedir. İnsanoğlunun
evrim ağacı ise en az 25 milyon yıllık bir öykü
olup bugünkü insan türünün (Homospain) geçmişi
500 veya 700 bin yıla dayanır. Evrimci biyolog Antony Smith’e göre “kör” bir şekilde
gelişen evrim, bütün gezegene hakim olacak hatta bu
gezegeni bırakıp başka dünyalara yolculuk yapacak
bir canlı türü çıkartmıştır. Başlangıç çamurunun
içindeki bir kaç amino-asit karışarak, sonunda, çevrelerindeki
bütün kaynaklardan yararlanmak için gerekli düşünme
ve organize etme yeteneğine sahip insan türünü oluşturmuştur.
Günümüzde bir milyondan fazla bulunan canlı türlerinin
her biri evrim dalının son basamağıdırlar.
Milyarlarca yıllık evrim sürecinden nihayet kendi
kaderini tayin etme yeteneklerine sahip bir tür ortaya
çıkmıştır...
Öte yandan yazdığı
dünya tarihi kitabına zamanın ve mekanın (dünyanın)
ömrünü tartışarak başlayan Taberi’ye göre bütün
zamanın ömrü 7000 (yedibin) yıldır.
Yine Taberi’nin iddiasına göre
Hz. Peygamber dünyanın ömrünün 6000 yıl
olduğu rivayetini doğrulamıştır.
Yahudiler’e göre
ise Tanrı’nın (Elohim) Adem’i yaratmasından bugüne
dek 6054 yıl geçmiştir. Hırıstıyanlara göre ise
Adem 7404 yıl önce yaratılmıştır. Mecusi Fars
mitolojisine göre de Adem aslında Fars hükümdarı
Kiyumers’dir . Kiyumers’den bu yana ise 4551 yıl geçmiştir.
Verdikleri
rakamlarla evrimcileri aratmayan Hint bilgelerinin sayılarını
hesap etmek için ise ortalama bir hesap makinesinde yer
kalmıyor. Hint muhayyilesi karma inanışı çerçevesinde
evrenin sürekli kendini tekrar eden zamanlar halinde döndüğüne
inanıyor. Hint felsefesine göre şu anda biz Kutsal
Ruh’un milyarlarca yıllık Ebedi Kainat Düzeni (Shankara
Dharma) içinde Krişna şeklinde tezahür ettiği anda
yaşıyoruz.
Görülüyor ki bugünkü
haliyle insanlığın dimağında Yaratılış, Evrim ve
Karma düşünceleri
derin izler bırakmıştır.
Şimdi de özellikle
İslam düşünce tarihinde unutulmuş bir damarın,
insanın kökenine ilişkin fikirlerine bakalım.
“Yaratıcı tekamül” diyebileceğimiz bir görüşü
savunan bu Müslüman düşünürler bizim de ilham
kaynağımız olmuşlardır. Bunlar yaratılış, evrim
ve karma düşüncelerini meczeden bir anlayışı
savunmaktadırlar. Bunları kimi “yarı hakikatlar”
olarak görmekte ve hakikatın bütününe dair çok
daha tutarlı bir görüşü dillendirmektedirler. Aşağıda
kısaca anlatacağımız görüş sahiplerini okuyunca,
sonunda, kendine has tutarlı bir antropolojik kuramın
ortaya çıktığını göreceğiz...
Cabir bin Hayyan (öl.
200/815) “Canlıların kendiliğinden (spontane) oluşumu
ve suni yolla canlı üretme” fikrini savunmaktaydı.
Cabir’e göre Allah ilk önce dört unsuru (hava, su,
ateş, toprak) yarattı; sonra da onlardan maden, bitki,
hayvan ve insan varlıklarının oluşumunu ve üremesini
“irade” etti. Temelde ilahi yaratma fikrini kabul
eden Cabir, bazı bitki ve hayvan türlerinin, hatta ilk
insanın, kendiliğinden vucut bulduğunu kabul etmekten
öte, minerallerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların
suni olarak laboratuarda üretilebileceğini bile iddia
etmektedir. Cabir, kendiliğinden oluşu tevlid ve
tevellud, suni oluşumu tevalud ve tekvin, ilahi yaratma
fikrini de kevn ve halk terimleriyle açıklamaktaydı.
Nazzam (öl.
232/845) orijinal bir şair, düşünür, edebiyatçı,
kelamcı ve filozoftu. Birçok eser yazdığının
bilinmesine rağmen günümüze hiçbir eseri ulaşmayan
Nazzam, kendi döneminde Dehriye, Zerdüştlük,
Cebriye, Murcie vb. akımlarla mücadele etmesiyle ve
Aristo’yu eleştirmesiyle tanınıyordu. Nazzam bir
nevi kozmolojik evrim diyebileceğimiz bir teori
savunmaktadır. Nazzam’ın, Kur’an’daki bazı
ayetlere dayanarak kumun, buruz ve tecdid kavramlarıyla
izah ettiği kozmolojik yaratıcı tekamül görüşü
şöyle özetlenebilir;
“Yaratılış,
Allah’ın doğrudan doğruya bütün canlı ve cansız
varlık türlerini, kendi içinden çıkaracak şekilde
bir anda var etmesidir. Bütün varlıklar bu ilk varlık
çekirdeğinde potansiyel kuvvet halinde gizliydi.
(kumun). İlk çekirdekte potansiyel kuvvet olarak
gizlenen varlığın kozmik özü zamanla açığa çıkmakta,
bariz olmaktadır (buruz). Bu açığa çıkış veya
bariz oluş, evrenin, birbiri ardı sıra, madde
(fizik), yeryüzü (jeoloji), gökyüzü (astronomi),
hayat (biyoloji), şuur (psikoloji) hareketleri halinde
varlık sahnesine çıkmasıdır. Ortaya çıkan canlı
ve cansız türler varlık sahnesine çıkarken aralarında
irtibatlar bulunmasına rağmen bağımsız olarak
varolmaktadırlar. Her bir tür kumun halindeki bağımsızlığını
buruz halinde de korumaktadır. Türler birbirine dönüşmemektedir.
Türler ilk kozmik özden zamanla ayrı ayrı çıkmaktadır.
İnsan vucudu ilk embriyodan sürekli hücre bölünmeleri
halinde birbirinin içinden çakarak oluştuğu gibi,
evren de,
kumun halindeki ilk özden sürekli yeni canlı ve cansız
türleri çıkartarak oluşmaktadır. Her bir ana tür
bir başka ana türe dönüşmemekte, aynı kökden yeni
ana türler birbiri ardınca çıkmaktadır. Ortaya çıkan
ana türler kaybolmaksızın, özünü ve türlüğünü
de kaybetmeksizin, başka bir türe de dönüşmeksizin
sürekli yenilenmektedir (tecdid). Bu yenilenmeler
atmosfer/çevre şartlarının etkisiyle olmakta, bu
sebeple farklı insan ırkları ortaya çıkmaktadır.
Allah, varoluş süreçlerini, yaratıcı tekamül
halinde böyle irade etmiştir...”
Cahiz (öl.255/869)
iyi bir kelamcı ve edebiyatçı olmanın yanı sıra ünlü
bir zoolog (hayvanbilimci) ve antropologtu
(insanbilimci). Cahiz, hocası Nazzam’ın kumun ve
buruz teorisi olarak bilinen fikirlerini benimser görünmektedir.
O, Nazzam gibi, ilk yaratılışın, Allah’ın hür
iradesiyle yarattığı bir çekirdek varlıkla başladığını
kabul etmektedir. Fakat çekirdek varlıktan nasıl türediklerinin
izahı konusunda hocasından ayrılıyor. Cahiz tüm
evrenin bütün olarak nasıl oluştuğunu izahtan
ziyade, canlıların oluşumu ve aktüel evrimleri üzerinde
durmaktaydı. Cahiz, Kitabu’l-Hayavan adlı kitabında
biyolojik evrimi açıkca savunmuştur. Ona göre
evrenin yaratılışını başlatan Allah, aynı zamanda
onu evrimleşme yoluyla teşekkül edici, hem de türleri
devamlı evrimleştirici kılmıştır. Bu bakımdan
evrimin gerçek sebebi Allah’tır. O, yaratılışı
yaratıcı tekamül süreci olarak irade etmiştir. Türler
kendi içlerinde taşıdıkları potansiyel kuvvet
sebebiyle evrimleşmektedirler. Bu potansiyel kuvvet
onlara Allah tarafından konulmuştur. Türlerin içindeki
potansiyel kuvvet,
fiziksel çevre, iklim şartları, hayat mücadelesi
ve doğal seçilimin etkisiyle ortaya çıkmakta, yaratıcı
tekamül birbiri ardı sıra türleri ortaya çıkarmaktadır...
Biruni (öl.
453/41061) ile birlikte İslam düşüncesindeki yaratıcı
tekamül veya evrimci yaratılış teorisinin zirveye çıktığını
görüyoruz. Biruni jeo-kimyasal evrim diyebileceğimiz
bir görüşü savunmaktaydı. Biruni’ye göre evrenin
tekevvünü Allah’ın öyle irade etmesi sonucunda jeo-kimyasal
bir evrimin sonucudur. Allah’ın ezeli planına göre
evren, genel jeo-kimyasal evrimler geçirmektedir. Bu
esnada, uygun şartlar oluştuğunda madenler ve canlı
türler birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır.
Her bir jeo-kimyasal zaman kendi türlerini ortaya çıkarmaktadır.
Biruni’yi göre jeo-kimyasal evrim evrende meydana
gelen yeryüzü (jeoloji), gökyüzü (astronomi), fizik
(madde), mineraller (kimya), hayat (biyoloji)
hareketlerinin (ekoloji)
tümüdür Evrenin yaratılışından bu yana
meydana gelen tüm bu ekolojik değişim zamanları her
defasında kendi canlı türlerini doğurmuştur. Türler birbirine dönüşmemiş, ekolojik denge değişikliklerine
paralel bir şekilde birbiri ardınca bağımsız olarak
tabiatın bağrından çıkmıştır. Bu, Hind-Budist
felsefede olduğu gibi (karma) devri daim şeklinde değil,
birbirini takip eden bir süreklilik içinde olmuştur,
olmaya da davam etmektedir...
İbni Miskeveyh de
(öl. 421/1030) psikolojik evrim diyebileceğimiz bir görüşü
savunmaktaydı. Ona göre varlığın hiyerarşik
mertebelenişi, ana hatlarıyla en aşağıdan başlamak
üzere inorganik cisimler, bitkiler, hayvanlar, insanlar
ve melekler şeklindedir. Dolayısıyla basitten karmaşığa,
inorganik olandan organizmaya, fiziki olandan metafizik
olana doğru yükselen hiyerarşik bir yapı söz
konusudur. Her mertebe ayrıca kendi içinde çok sayıda
katmanlara ayrılmaktadır. Mesela hayvanlar mertebesi,
kendi içinde en basit türlerden yükselen katmanlar
halinde bir hiyararşi oluştururlar. Hayvanların en yüksek
katmanı maymunlardır. Maymunlar mertebesinin bittiği
yerden itibaren insan katmanı başlar. İnsan katmanının
bittiği yerden itibaren de meleklerin katmanı başlar.
Ancak insan diğer mertebelerden farklı olarak kendi içinde
bir bütünlük arzeden bir küçük alemdir. Bedeni ve
ruhi yapısı tıpkı kainatta varolan gibi bir yapı
arzeder; bu küçük alemdeki beşeri güçler kozmik
mertebeler gibi bitişme ve ilerleme ilişkisi içindedirler.
Türler arasındaki sınırları belirleyen ana etken, türlerin
birbiri içinden çıkması anlamında değil, ilahi
hikmete uygun olarak varlık hiyerarşisinde öyle sıralanmış
olmasından kaynaklanan bir evrim sürecidir.
İbni Tufeyl (öl.
581/1185) ve İbni Nefis’in (öl. 689/1288) aynı adlı
romanları Hay bin Yakzan ise insanın menşei hakkında
tabiatçı bir teoriyi savumaktaydı. Her iki
romandaki tabiatçı tekamül/evrim düşüncesi
İslam düşünce tarihinde fazla rağbet görmemiş,
genel olarak İslam dünyasında Yeni-Eflatuncu/Hristiyan
etkisiyle cennetten kovulma ve yeryüzüne düşme görüşüne
inanılmıştır.
Her iki romanda da
tabiatın çoçuğu olarak, annesiz-babasız, toprak ve
çamurdan kimyevi tepkimelerle canlı haline gelen Hay
bin Yakzan aslında Adem’in yaratılışını
anlatmaktadır. Roman diliyle ortaya konan bu görüşlere
göre ilk yaratılış şöyle olmuştur; “Hay b.
Yekzan (Adem) Hind Okyanusu’nda ıssız bir adada,
annesiz-babasız, toprağın çamur halinde mayalanması
neticesinde canlı haline geldi. Bu oluşum kısa sürede
değil aradan epey zamanların geçmesiyle gerçekleşti.
Yavrusunu kaybetmiş olan bir ceylan Hay’ı büyütüp
hayvanlarla rekabet edecek hale gelinceye kadar emzirdi.
Hay her ne kadar hayvanlarla birada yaşasa da kısa sürede
derisinin çıplak olduğunu ve hayvanlara mahsus tabii
savunma vasıtalarından mahrum bulunduğunu farketti.
Yedi yaşına geldiğinde kendisini korumak için
vucudunu yapraklarla ve hayvan derileriyle örtmeye başladı.
Sonunda onu emziren ceylan ödü. Bu olay Hay’ı çok
üzdü ve ölümün sırrı üzerine düşünmeye başladı.
Ceylanın cansız bedeni üzerine uzun süre düşündü
ve sonunda ölümün sebebinin bedeni terkeden bir güç
(ruh) olduğuna karar verdi. Çünkü ceylan’ın
bedeni olduğu gibi durmakta fakat canlılığı sağlayan
güçten yoksun olduğu için hareket edememekteydi. Böylece
Hay hayatı keşfetti...”
İbni Haldun’a
ise (öl. 808/1406) bir anlık (tafra, mutasyon) için
de olsa insanların fiilen melek haline
gelebileceklerini göstermek, dolayısıyla nübüvvet
ve vahiy meselesini izah etmek için evrim (tekamül,
insilah) konusunu girer. İbni Haldun, Mukaddime’de
Farabi ve İbni Sina’nın nübüvvet teorisini, Cahiz,
İbni Miskeveyh ve İhvan-ı Safa’nın evrim/tekamül
düşünceleriyle meczetmiştir. Burada İbni
Haldun’un asıl amacı canlılardaki evrimi izah
etmekten ziyade peygamberin gaybtan aldığı bilgi türüne
açıklık getirerek temellendirmektir. Yani konu asıl
itibariyle epistemolojidir ancak antropolojik bir temele
oturtulmaya çalışılmıştır. İbni Haldun açıkça
“Hurma ve üzüm ağacı sedef ve salyangoza, maymun
insana, insan meleğe insilah edebilir”
demektedir. Buradaki “insilah” kelimesi daha
iyiye geçme, tekamül, dönüşüm, reform, değişim
vb. anlamlara gelmektedir. Öte yandan İbni Haldun
“Peygamberler bu haletten ayrılıp beşeriyetlerine döndüğü
zaman ilimlerindeki vuzuh ve sarahat onlardan ayrılmaz”
derken bu dönüşümü bir anlık sıçrama
(tafra) olarak anlamaktadır. Bu açıdan İbni
Haldun’un canlı türlerinin birbirine dönüşerek çoğaldığını
mı yoksa aralarındaki yakınlığı anlatmak için mi
böyle bir açıklama yaptığı tam anlaşılmıyor. Türler
arasındaki yakınlığı ve varlığın kategorik
dizilişini anlatmak için değil de, bunun bir çoğalma
yasası olduğunu anlatmak istediğini varsayarsak bu
takdirde şu anki insanların atasının bir zamanlar
maymun, meleklerin de bir zamanlar peygamber olduklarını
kabul etmemiz gerekecektir. Yine İbni Haldun da kapalı
olan bir diğer hususda meleklerden sonra insılahın
nereye varacağıdır. İbni Haldun burada susmaktadır
ancak biz mantığı sonucuna götürecek olursak,
meleklerden sonraki aşama Allah’la bütünleşme,
yani vahdet-i vucud veya fenafillahtır. Oysa İbni
Haldun’un vahdet-i vucuda kesin olarak karşı olduğu
biliniyor...
Görülüyor ki İslam
düşünce tarihinde yaklaşık 30’a yakın düşünür
ve alim “yaratıcı tekamül” düşüncesini savunmuştur.
Görüşlerini özetleyerek aktardığımız Cabir,
Nazzam, Cahiz, Biruni, İbni Miskeveyh, İbni Tufeyl, İbni
Nefis ve İbni Haldun bunların en önemlileridir.
Bunlarla Müslüman düşünürlerin yaratıcı tekamül
nazariyeleri aşağı yukarı tamamlanmaktadır. Diğerleri
tekrar mahiyetinde olacağı için bu kadarıyla
yetiniyoruz. n
DİPNOT:
1-
Son genetik bulgulara göre insanların gen benzerliği
% 98, farklılığı % 2 oranındadır.
2- Bozkurt Güvenç;
İnsan ve Kültür, Remzi, 7/1996, s. 41
3- Kur’an;
Bakara, 30-38, Tevrat;
Yaratılış; 2,3, İncil; Matta; 19;4-5, Markos; 10;7-8
4- Bazı son değerlendirmelere
göre Darwin ve Huxley tarafından savunulan evrim kuramı
yanlış yorumlanmıştır. Darwin esasında maymunla
insan arasında ata-torun ilişkisi olduğunu değil
“yeğen” ilişkisi olduğunu söylemiştir. Yani
maymun insanın atası değil, her ikisi de ortak bir
atadan gelme yeğendirler. Ortak bir kökten gelen evrim
ağacının iki dalıdırlar. (Bozkurt Güvenç; a.g.e.,
s. 30)
5- Taberi; el-Umem
ve’l-Muluk (Milletler ve Hükümdarlar Tarihi), çev.
Zakir Kadiri Ugan- Ahmet Temir, MEB, İst., 1991, c. I,
s. 153 vd. Tevrat’ın Yaratılış kitabındaki
bilgilere göre Adem ve Havva’nın
yaratılışı “bu dünyada” olmuştur. Adem
ve Havva’nın kovulduğu cennet Aden’de bir bahçeydi.
Bu bahçenin içinden dört ırmak akıyordu; Pişon,
Gihon, Dicle ve Fırat ırmakları. (Tevrat; Yaratılış,
2; 8-14). Bazı ilk dönem Müslüman tefsircilerde
benzer şekilde Adem ve Havva’nın çıkartıldığı
bahçenin “bu
dünyada” olduğu kanaatindedir. (Muhammed Abduh;
Tefsir-i Menar, c. I, s. 277, Muhammed Esed; Kur’an
Mesajı, Bakara 35, 27. dipnot)
6-
Antnyh Smith; İnsan, Yapısı ve Yaşamı; Remzi, İst.
I-1971, II-1979, s. 23
7- Bozkurt Güvenç;
a.g.e., s. 35, Dünyamızı Değiştiren 100 Büyük
Olay; Tarihin Başlangıcından Ay’ın Fethine kadar;
Edisyon, (Çev. F. Gülen-Ömür Fırat), Milliyet, İst.,
1970, s. 14,
8- A. Smith; a.g.e.,
s. 23
9- Taberi; a.g.e,
c.1, s. 9
10-Taberi; a.g.e.,
c.I, s. 20
11- Taberi’nin
Kiyrumers şeklinde andığı kişi tarihe Büyük Kyros
(öl. MÖ 529) diye geçen Pers İmparatorluğunun
kurucusudur. Güneydoğu İran’ın doğal hükümdarı
olarak ortaya çıkmış, muhteşem bir zaferler serisi
ile üç büyük imparatorluğu (Med, Lidya, Babil)
devirmiş ve eski Ortadoğunun büyük bir bölümünü
Hindistan’dan Akdeniz’e kadar uzanan tek bir devlet
altında birleştirmiştir. (Mecheal H. Hart; The 100; A Ranking of Most İnfluential Persons İn History
(En Etkin 100), çev. Mehmet Harmancı, Sabah, İst.
I/1994, s. 398.
12-
Taberi; a.g.e., c.I, s. 20-22
13- R. İhsan Eliaçık;
İslam’ın Yenilikçileri, Söylem, İst. 2002, c. III,
s. 511
14- Bu düşüncelerin
doğruluğu veya yanlışlığından ziyade insanlığın
dimağında bıraktığı izler bizi ilgilendirmektedir.
15 -İslam düşünce
tarihinde yaratıcı tekamül (evrim) fikrini savunan
belli başlı simalar şunlardır;
Cabir bin Hayyan, Nazzam, Cahiz, İbni Miskeveyh,
Biruni, İhvanu’s-Safa Risaleleri, İbni Sina, Macriti,
Fahreddin er-Razi, İbni Ebi’l-Hadid, el-Harisi, İbni
Tufeyl, İbni Nefis, İbnu’l-Heysem, İbni Arabi,
Mevlana, Nasıreddin Tusi, Kazvini, İbni Haldun, Molla
Sadra, Kınalızade Ali Efendi, Ersurumlu İbriham Hakkı,
Şah Veliyyullah Dehlevi, Seyyid Ahmad Han, Muhammed
Abduh, Muhammed İkbal, Mutahhari... Ayrıca değişik
oranlarda evrim fikri
Aristo, Diodere, Plutargue, Discore, Pilny gibi
Yunanlı ve Helenistik devir yazarlarında ve Hermetik
litaratürde de vardır. İslam ve eski Yunan kitaplarının
batıya tercüme edilmesiyle birlikte Buffon, Darwin,
Cabanis, Linneaus, Goethe, Lamarck, Spencer, Bergson,
Morgan, Samuel Alexsander vb. batılı düşünür ve
yazarlar evrimi farklı boyutlar katarak savunmuşlardır.
Özellikle Bergson’un anlayışı Müslüman düşünürlerinkine
oldukça yakındır. (bkz. Mehmet Bayraktar; İslam’da
Evrimci Yaratılış Teorisi, Kitabiyat, Ank., 2001, R.
İhsan Eliaçık, İslam’ın Yenilikçileri, c. I-II-II
adı geçen simalar ile ilgili tüm bölümler)
16-
Buna antropolojide insanların farklı iklim bölgelerindeki
“genetik yoğunlaşma” sonucu oluşan ırki özellikleri
veya milletlerin (ırkların) “gen havuzu”
deniliyor. (bkz. Bozkurt Güvenç; İnsan ve Kültür,
s. 41-44 Geri
17- Nazzam’ın
kozmolojik evrim kuramı hakkındaki görüşleri için
bak. Mehmet Bayraktar; İslam’da Evrimci Yaratılış
Teorisi, s. 35-45, R. İhsan Eliaçık; İslam’ın
Yenilikçileri, II/I, s.279 vd.
18- Cahiz;
Kitabu’l-Hayavan, Kahire 1909, c. IV s. 24-27, 68-74,
M. Bayraktar; a.g.e., 45-59, Eliaçık; a.g.e, II/I,
s.296 vd.
19- Örneğin dünyanın
güneşten ilk koptuğu anda kor bir ateş gibi olduğu
zamanlarda, ateşten yaratıldıkları söylenen cinn
dediğimiz varlık türleri ortaya çıkmıştır.
20 -M. Bayraktar;
a.g.e., s. 59-68, İ. Eliaçık; a.g.e, c.I,
“Biruni” bölümü, II-I, s. 194 vd.
21-
M. Bayraktar; a.g.e., s. 91 vd., Eliaçık; a.g.e, II-I,
409 vd.
22- İbni Tufeyl;
Hay bin Yakzan (çev. M. Şerefeddin Yaltkaya-Babanzade
Reşit), YPK, I-1996, II-2000, s. 85, M. Bayraktar;
a.g.e., s. 73-81, İ. Eliaçık; İslam’ın Yenilikçileri
“İbni Tufeyl” bölümü, II-I, s. 429 vd.
23- İbni Haldun;
Mukaddime (çev. Süleyman Uludağ), c. II, s 1007-1009
24- İbni Haldun;
Mukaddime, a.g.e., c.II, s. 1007-1009
25 -M. Bayraktar;
a.g.e., s. 99, İ.Eliaçık;
İslam’ın Yenilikçileri, II-I, s. 188-190,
26-
Bu konuda geniş bir araştırma için bkz; Mehmet
Bayraktar; İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi,
Kitabiyat, Ank., 2001.
|