|
Yeni
oyun mevcut kültürün genişmeye
müsait bir parçası olarak var ve
popüler oluyor, kendi kültürünü
üretiyor. Yeni oyunun bir parçasısınız.
Kaçışınız yok. Yok çünkü; artıkkaçabileceğiniz
bir alan yok. Oyun artık her
yerde
|
|
|
“Oyun kültürden
daha eskidir” diyor homo ludens / oyun oyanayan insan
üzerine kapsamlı bir çalışma yapan Johan Huizinga,
kültür kavramının daraltılmış anlamında bile bir
insan toplumunun gerekliliğinden bahsederek. (1)
Hayvanlar, çocuklar ve yetişkinler için vazgeçilmez
bir eylem biçimi olan oyunun kültürden önce varolması,
yaygınlaşarak kültürel bir olgu olarak yeniden üretilmesi
ve giderek gündelik hayatın pek çok alanına tüm
ciddiyetiyle yayılması sosyal bilimler alanında çalışanların
uzun zamandır yoğun mesailer harcadıkları bir konu.
İcad edilen ve popülerleşen her yeni oyun, katılımın
gönüllü olması şartını iptal ederek gönülsüzleri
bile oyun çemberine dahil ediyor ve bu yeni durum,
sosyal bilimcilirin işini daha da zorlaştırıyor.
Gündelik hayat
rutininden farklılaşmış serbest bir zaman dilimi içinde,
gönüllü katılımın şart olduğu, kurmaca bir eylem
biçimi olarak yaşanılan hayattan geçici bir süreliğine
bir ‘kaçış’ sunar oyun. Asıl hayat değildir,
hayatı kesintiye uğratmayı, ‘miş gibi’ yapmayı
önerir. Bu haliyle bile hayatın bir parçası, süsüdür.
Belli bir mekanda, belli bir süre ve düzen içinde,
kendine özgü kurallarıyla “sonuna kadar” oynanmayı
gerektirir. Hayat içinde açılmış, hayata karşı
gevşemeyi vaad eden kaçak bir alan olsa da, oyunun
olmazsa olmazlarından biri de, gerilimdir. Oyunun katılımcılarını
geren şey, taraf olarak bulundukları kurmacada her ne
olursa olsun kurallara bağlı kalarak sonuna kadar
oynamak ve başarmaktır. Ona ciddiyet veren ve katılımcıları
geren de bu olsa gerek. Her ne kadar, oyun ve ciddiyet
kelimelerini yanyana kullanırken yüzümüze bir gülümseme
yayılsa da, esrarlı bir havada gerçekleşen oyun
ciddi bir iştir, ciddiyet gerektirir.
OYUN KAÇIŞTIR
AMA ONDAN KAÇIŞ YOK
Kupa heyecanın
atmosforden daha yoğun şekilde sarıp sarmaladığı
bir dünyada ve kırmızı ile beyazın yanyana görünmesinin
bile adrenalin yükselttiği bir ülkede, bugünlerde,
akla ilk gelen oyun şüphesiz futbol. Sanayi devrimi
sonrası İngiltere’sinde mütevazi bir oyun olarak başlayan
futbolun pazar ekonomisin hakim olduğu mevcut siyasi,
iktisadi ve kültürel sisteme eklemlenerek katettiği
mesafe, futbolun artık sadece bir oyun olmadığının
en somut göstergesi. Futbolun uyandırdığı ve her
daim canlı tuttuğu heyecan, bugünlerde doruk noktasına
ulaşmış olsa da, pek çok ülkeden sonra, son bir iki
yıldır ülkemiz de yeni bir oyunun heyecanıyla sarsılıyor.
Kırka yakın kameranın yerleştirildiği bir eve
‘kapatılmış’ onun üzerindeki insanı, yirmidört
saat boyunca ciddiyet içinde gözetlemek, Türk insanını
daha önce eşi benzeri görülmemiş yeni bir heyecanla
tanıştırıyor.
Bu yeni oyun tıpkı
futbol gibi, oyunun kurallarını bozarak sizi kendine
dahil, dağıtılan rollerden birine mecbur ediyor. Katılımcı
ya da taraftar olmayabilirsiniz. Tecrit edilmiş
insanların yapıp ettiklerinin canlı olarak verildiği
televizyon kanalını, evden atılanların onlar için
oyun bitmiş olmasına rağmen oyunu sürdürdükleri
tartışma programlarını yayınlayan ikinci bir kanalı
izlemeseniz, tüm bu olup bitenlerin aktarıldığı
gazete haberlerini es geçseniz, sayıları yüzbinleri
bulan taraftarların yaygaraya varan gösterilerini
ciddiye almasanız bile, bindiğiniz minübüste, girdiğiniz
markette, arkadaş sohbetlerinde,.. her an her yerde karşınıza
çıkıveren ve “ya, neler oluyor” deyip ‘cık cık’larla
geçiştirmeye çalıştığınız bu oyuna siz de
dahilsiniz. Cıkcıkcılar olarak. Ne oyundan, ne de
size biçilen bu rolden kaçmak artık neredeyse imkansızdır.
Rolünüzün gereği
olarak oyunun ulaştığı boyuta şaşırmak, eleştirmek,
katılımcıların, ailelerinin, taraf tutan ve toplumun
her kesiminden insanın dahil olduğu o koca kalabalığın
neden ve nasıl oluşuverdiğine dair analizler yapmak,
bunu anlamaya çalışmak ve hatta yargılamak da
serbestsiniz. Yeni oyunun bir parçasısınız. Kaçışınız
yok. Yok çünkü; artık kaçabileceğiniz bir alan
yok. Oyun artık her yerde.
TRUMAN KAÇABİLMİŞTİ,
YA BİZ?
Yeni oyun mevcut kültürün
genişmeye müsait bir parçası olarak var ve popüler
oluyor, kendi kültürünü üretiyor. Huizinga, “kültür
oyun biçiminde doğar, kültür başından itibaren
oynanan bir oyundur” derken hiç de haksız değil. Çok
katmanlı olan / olması beklenen kültürün giderek eşitlendiği,
aynı düzlemde birleşerek benzeştiği, yeni bir haz
ve beklenti alanı üreterek yayıldığı ve artık
‘meta’laşarak bir ihtiyaç halini aldığı bu yeni
oyun, yapaylığından sıyrılarak hayatın, gösteri
toplumunun bir parçası halini alıyor. Önce bir şokla
karşılanan ama sonra bizzat hayat tarafından doğrulanan
bir kitapla gösteri toplumunu anlatan ama gösteriye
katılmayı şiddetle reddeden Guy Debord’un ifade
ettiği gibi “bağımsız yapaylığın yığılma gücü,
her yerde, toplumsal yaşamın tahrif edilmesine yol açıyor.”
(2) Üretilen oyun tahrif ettiği mevcut toplumsal yapıya
eklemleniyor, onu yeniden şekillendiriyor ve onun bir
parçası oluyor. Çoktan eskimiş ve bazı itirazlara
rağmen kabullenilmiş bir tez olan ‘global köy’ün
kamera gözlü kavalcıları, gözetlemeye, gözetlenmeye
ya da dahil olmak istememelerine rağmen rolleri cıkcıklayarak
dipte akan fon müziğine katkıda bulunmak olan gönülsüz
gösteri toplumu üyelerini peşlerine takıp bu yeni
oyunun çemberine sokuyor.
Oyundan kaçışın
olmadığını farketttiğiniz anda, ilk Truman geliyor
insanın aklına. Hayatı, doğduğu anda büyük bir
prodüksiyon şirketi tarafından satın alınan ve aslında
dev bir plato olan yapay bir adada, her anı binlerce
kamerayla kaydedilen, tüm dünyada milyarlarca insan
tarafından nefesler tutularak izlenen bir hayatı yaşıyordu
Truman. “Truman Show”u yaşıyordu.
Ne onu ıslatan yağmur
gerçekti, ne de evlendiği kadını aslında kendisi seçmişti.
Hayatını satın alarak “show”a dönüştüren yapımcının
onun için kurguladığı yapay hayatı yaşarken -içine
bazı anlar kurt düşse de- kendi hayatını özgürce
yaşadığını sanıyordu. Oyuna sonradan, “gerçek”
bir aşk sayesinde uyandı. Bir show programının
bilgisiz ve artık gönülsüz oyuncusu olduğunu
farkettiğinde, kurgusal gerçekliği reddederek kendini
yeniden ve gerçekten var edebilme cesaretini gösterirdi.
Show bitti. Giderek dev bir platoya benzeyen dünyada,
başka başka oyunlarda gönülsüz ve zorunlu figürasyonluk
yapanlar için oyun ne zaman ve nasıl bitecek?
1. John Huizinga,
Homo Ludens (Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir
Deneme), Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları,
1995
2. Guy Debord, Gösteri
Toplumu, Ayrıntı Yayınları, Çev: Ayşen Ekmekçi,
Okşan Taşkent, 1996.
|