DÜŞÜNCE

FADİME ÖZKAN

 
BİRİ BİZİ OYNATIYOR
 

Yeni oyun mevcut kültürün genişmeye müsait bir parçası olarak var ve popüler oluyor, kendi kültürünü üretiyor. Yeni oyunun bir parçasısınız. Kaçışınız yok. Yok çünkü; artıkkaçabileceğiniz bir alan yok. Oyun artık her yerde 

“Oyun kültürden daha eskidir” diyor homo ludens / oyun oyanayan insan üzerine kapsamlı bir çalışma yapan Johan Huizinga, kültür kavramının daraltılmış anlamında bile bir insan toplumunun gerekliliğinden bahsederek. (1) Hayvanlar, çocuklar ve yetişkinler için vazgeçilmez bir eylem biçimi olan oyunun kültürden önce varolması, yaygınlaşarak kültürel bir olgu olarak yeniden üretilmesi ve giderek gündelik hayatın pek çok alanına tüm ciddiyetiyle yayılması sosyal bilimler alanında çalışanların uzun zamandır yoğun mesailer harcadıkları bir konu. İcad edilen ve popülerleşen her yeni oyun, katılımın gönüllü olması şartını iptal ederek gönülsüzleri bile oyun çemberine dahil ediyor ve bu yeni durum, sosyal bilimcilirin işini daha da zorlaştırıyor. 

Gündelik hayat rutininden farklılaşmış serbest bir zaman dilimi içinde, gönüllü katılımın şart olduğu, kurmaca bir eylem biçimi olarak yaşanılan hayattan geçici bir süreliğine bir ‘kaçış’ sunar oyun. Asıl hayat değildir, hayatı kesintiye uğratmayı, ‘miş gibi’ yapmayı önerir. Bu haliyle bile hayatın bir parçası, süsüdür. Belli bir mekanda, belli bir süre ve düzen içinde, kendine özgü kurallarıyla “sonuna kadar” oynanmayı gerektirir. Hayat içinde açılmış, hayata karşı gevşemeyi vaad eden kaçak bir alan olsa da, oyunun olmazsa olmazlarından biri de, gerilimdir. Oyunun katılımcılarını geren şey, taraf olarak bulundukları kurmacada her ne olursa olsun kurallara bağlı kalarak sonuna kadar oynamak ve başarmaktır. Ona ciddiyet veren ve katılımcıları geren de bu olsa gerek. Her ne kadar, oyun ve ciddiyet kelimelerini yanyana kullanırken yüzümüze bir gülümseme yayılsa da, esrarlı bir havada gerçekleşen oyun ciddi bir iştir, ciddiyet gerektirir.

 

 

OYUN KAÇIŞTIR AMA ONDAN KAÇIŞ YOK

Kupa heyecanın atmosforden daha yoğun şekilde sarıp sarmaladığı bir dünyada ve kırmızı ile beyazın yanyana görünmesinin bile adrenalin yükselttiği bir ülkede, bugünlerde, akla ilk gelen oyun şüphesiz futbol. Sanayi devrimi sonrası İngiltere’sinde mütevazi bir oyun olarak başlayan futbolun pazar ekonomisin hakim olduğu mevcut siyasi, iktisadi ve kültürel sisteme eklemlenerek katettiği mesafe, futbolun artık sadece bir oyun olmadığının en somut göstergesi. Futbolun uyandırdığı ve her daim canlı tuttuğu heyecan, bugünlerde doruk noktasına ulaşmış olsa da, pek çok ülkeden sonra, son bir iki yıldır ülkemiz de yeni bir oyunun heyecanıyla sarsılıyor. Kırka yakın kameranın yerleştirildiği bir eve ‘kapatılmış’ onun üzerindeki insanı, yirmidört saat boyunca ciddiyet içinde gözetlemek, Türk insanını daha önce eşi benzeri görülmemiş yeni bir heyecanla tanıştırıyor.

Bu yeni oyun tıpkı futbol gibi, oyunun kurallarını bozarak sizi kendine dahil, dağıtılan rollerden birine mecbur ediyor. Katılımcı ya da taraftar olmayabilirsiniz. Tecrit edilmiş insanların yapıp ettiklerinin canlı olarak verildiği televizyon kanalını, evden atılanların onlar için oyun bitmiş olmasına rağmen oyunu sürdürdükleri tartışma programlarını yayınlayan ikinci bir kanalı izlemeseniz, tüm bu olup bitenlerin aktarıldığı gazete haberlerini es geçseniz, sayıları yüzbinleri bulan taraftarların yaygaraya varan gösterilerini ciddiye almasanız bile, bindiğiniz minübüste, girdiğiniz markette, arkadaş sohbetlerinde,.. her an her yerde karşınıza çıkıveren ve “ya, neler oluyor” deyip ‘cık cık’larla geçiştirmeye çalıştığınız bu oyuna siz de dahilsiniz. Cıkcıkcılar olarak. Ne oyundan, ne de size biçilen bu rolden kaçmak artık neredeyse imkansızdır.

Rolünüzün gereği olarak oyunun ulaştığı boyuta şaşırmak, eleştirmek, katılımcıların, ailelerinin, taraf tutan ve toplumun her kesiminden insanın dahil olduğu o koca kalabalığın neden ve nasıl oluşuverdiğine dair analizler yapmak, bunu anlamaya çalışmak ve hatta yargılamak da serbestsiniz. Yeni oyunun bir parçasısınız. Kaçışınız yok. Yok çünkü; artık kaçabileceğiniz bir alan yok. Oyun artık her yerde. 

TRUMAN KAÇABİLMİŞTİ, YA BİZ?

Yeni oyun mevcut kültürün genişmeye müsait bir parçası olarak var ve popüler oluyor, kendi kültürünü üretiyor. Huizinga, “kültür oyun biçiminde doğar, kültür başından itibaren oynanan bir oyundur” derken hiç de haksız değil. Çok katmanlı olan / olması beklenen kültürün giderek eşitlendiği, aynı düzlemde birleşerek benzeştiği, yeni bir haz ve beklenti alanı üreterek yayıldığı ve artık ‘meta’laşarak bir ihtiyaç halini aldığı bu yeni oyun, yapaylığından sıyrılarak hayatın, gösteri toplumunun bir parçası halini alıyor. Önce bir şokla karşılanan ama sonra bizzat hayat tarafından doğrulanan bir kitapla gösteri toplumunu anlatan ama gösteriye katılmayı şiddetle reddeden Guy Debord’un ifade ettiği gibi “bağımsız yapaylığın yığılma gücü, her yerde, toplumsal yaşamın tahrif edilmesine yol açıyor.” (2) Üretilen oyun tahrif ettiği mevcut toplumsal yapıya eklemleniyor, onu yeniden şekillendiriyor ve onun bir parçası oluyor. Çoktan eskimiş ve bazı itirazlara rağmen kabullenilmiş bir tez olan ‘global köy’ün kamera gözlü kavalcıları, gözetlemeye, gözetlenmeye ya da dahil olmak istememelerine rağmen rolleri cıkcıklayarak dipte akan fon müziğine katkıda bulunmak olan gönülsüz gösteri toplumu üyelerini peşlerine takıp bu yeni oyunun çemberine sokuyor. 

Oyundan kaçışın olmadığını farketttiğiniz anda, ilk Truman geliyor insanın aklına. Hayatı, doğduğu anda büyük bir prodüksiyon şirketi tarafından satın alınan ve aslında dev bir plato olan yapay bir adada, her anı binlerce kamerayla kaydedilen, tüm dünyada milyarlarca insan tarafından nefesler tutularak izlenen bir hayatı yaşıyordu Truman. “Truman Show”u yaşıyordu.

Ne onu ıslatan yağmur gerçekti, ne de evlendiği kadını aslında kendisi seçmişti. Hayatını satın alarak “show”a dönüştüren yapımcının onun için kurguladığı yapay hayatı yaşarken -içine bazı anlar kurt düşse de- kendi hayatını özgürce yaşadığını sanıyordu. Oyuna sonradan, “gerçek” bir aşk sayesinde uyandı. Bir show programının bilgisiz ve artık gönülsüz oyuncusu olduğunu farkettiğinde, kurgusal gerçekliği reddederek kendini yeniden ve gerçekten var edebilme cesaretini gösterirdi. Show bitti. Giderek dev bir platoya benzeyen dünyada, başka başka oyunlarda gönülsüz ve zorunlu figürasyonluk yapanlar için oyun ne zaman ve nasıl bitecek? 


1. John Huizinga, Homo Ludens (Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme), Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları, 1995 

2. Guy Debord, Gösteri Toplumu, Ayrıntı Yayınları, Çev: Ayşen Ekmekçi, Okşan Taşkent, 1996. 

 

 

yazikonusu-KAPAK
 
BU YAZIYA GÖRÜŞ BİLDİR


   


Yarın imzalı yazılar dergiyi diğer yazılar yazarlarını bağlar.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Dergimiz basın ahlak ilkelerine uymayı taahüt eder. Yarın 2002 ©