|
-
IMF’nin
Yapısal Uyum Programlarını uygulayan
ülkeler arasında yapılan araştırmalar,
hiç bir ülkenin bu programı
uygulayarak ekonomik büyüme kaydetmediğini,
aksine ekonomik krizler yaşadığını
göstermektedir.
-
Bu ülkelerde, ekonomide tam bir
istikrarsızlık hakim olmakla birlikte;
kamu harcamaları kısılmakta, ücretler
dondurulmakta, ulusal paralar değer
kaybetmekte, kişi başına düşen
milli gelir gerilemekte, sefalet ve
yoksulluk hakim olmaktadır.
|
|
|
Geri kalmış veya
gelişmekte olan tüm ülkelerde sıklıkla ismi duyulan
bazı uluslararası örgütlenmeler vardır. Bu tür
uluslararası örgütlenmelerin en önemlileri;
IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütüdür.
Ülkemizin yaşamakta olduğu ekonomik kriz ile
birlikte, konunun uzmanları tarafından isimleri sıkça
anılan ve medyada her gün yer bulun bu örgütlenmelerin
ne tür çalışmalar yaptığı, ekonomik sıkıntıdaki
ülkelere nasıl yardımcı (!) oldukları konusunda
toplumun büyük bir kesiminin bilgi sahibi olmadığı
aşikardır.
Ekonomik sıkıntı
içinde bulunan toplumumuza birer kurtarıcı edasıyla
takdim edilen bu örgütlenmelerin gerçek amaçlarını
kavrayabilmek için kuruluş amaçları ve mevcut
uygulamaları hakkında bilgi sahibi olmak gereklidir.
Tabi bu tür bir bilgilenme bu kuruluşların ülkemiz için
hangi anlamlar taşıdığını ortaya çıkarması bakımında
da önemlidir.
ULUSLARARASI
PARA FONU (IMF)
IMF (Uluslararası
Para Fonu); 01-22 Temmuz 1944 tarihleri arasında
Bretton Woods’ta (New Hampshire, ABD) toplanan Birleşmiş
Milletler Para ve Finans Konferansı’na katılan 44 ülkenin
imzası sonucu Dünya Bankası ile birlikte kurulmuştur.
Bu nedenle, bazı yayınlarda kurulmalarına karar
verilen konferansın adı nedeniyle Uluslararası Para
Fonu ve Dünya Bankası, Bretton Woods kuruluşları
olarak da anılmaktadır. 1946 yılında faaliyete geçen
ve 182 ülkenin üye olduğu uluslararası bir
organizasyon olan Uluslararası Para Fonuna Türkiye
1947 yılında üye olmuştur.
Uluslararası Para
Fonunun (IMF) kuruluş amacı şu şekilde açıklanmaktadır;
* Uluslararası
parasal işbirliğinin geliştirilmesi,
* Uluslararası
ticaretin geliştirilmesi,
* Döviz kurlarında
istikrarın teşvik edilmesi ve üye ülkelerin rekabetçi
devalüasyonlarının önlenmesi,
* Dünya
ticaretinin büyümesine engel oluşturan kambiyo kısıtlamalarının
engellenmesi ve üyeler arasında çok taraflı bir ödemeler
sisteminin oluşturulması,
* Dış ödeme güçlükleri
ile karşılaşan üye ülkelere Fon’un kaynaklarını
kullanabilme olanağı sağlamak,
* Üye ülkelerin
uluslararası ödemeler dengelerinde olabilecek açıklarının
azaltılmasına yardımcı olmak şeklinde tanımlar.
Fon’un temel
kaynağı, üye ülkelerin kotaları karşılığında
Fon’a yapmış oldukları ödemelerdir. Kuruluşa üye
olan her ülke, ekonomik gücüne göre belirlenen kota
payını yatırır ve ülkelerin oy ve çekiliş hakları
bu kotaya göre belirlenir. Dolayısıyla kotaları yüksek
olan gelişmiş ülkelerin, yani ABD, Japonya, Almanya,
İngiltere ve Fransa’nın IMF politikalarını
belirlemede büyük bir etkinlikleri söz konusudur. ABD
dünya nüfusunun yüzde 5’ine sahip olmasına rağmen
IMF’deki oy hakkı yüzde 17, en büyük sanayi ülkeleri
olan G-7 ülkelerinin toplam oy oranı yüzde 45’tir.
Kotaları oldukça düşük olan az gelişmiş ülkeler
Fon’da yeterince temsil edilme olanağından
yoksundurlar.
Fon’da borçlanma
dört kredi dilimi içinde gerçekleşmektedir. Her
kredi dilimi, üye ülkelerin kotasının %25’idir.
Fon’dan kredi almak isteyen her ülke, ödeme süresi
boyunca izleyeceği ekonomi politikasının içeriği
ile alacağı “İstikrar Tedbirleri”ni açıklayan
bir niyet mektubunu IMF’ye vermek zorundadır. Birinci
kredi dilimini kullanmak fazla güç değildir. Ancak;
daha yüksek kredi diliminde borçlanabilmek için
Fon’un öne sürdüğü koşullar giderek ağırlaşmakta
ve ekonomik, mali ve ticaret politikaları konusunda öne
sürülen şartlar bir anlamda ilgili ülkenin iç işlerine
müdahale niteliği taşır. Bu koşullar arasında, üye
ülkelerin kamu harcamalarını kısması, vergileri artırması,
para hacmini daraltması, maaş ve ücretleri dondurması,
dış ticaret ve kambiyo kısıtlamalarını yumuşatması
ve devalüasyon gibi talepler yer alır. IMF, üye ülkelere
normal kredilerinin yanında bir de “stand-by”
(destekleme) kredileri sağlar. Bu kredilerle IMF, üye
ülkelerdeki “istikrar programı”nın uygulanışını
sıkı bir şekilde denetlenir.
DÜNYA BANKASI
Uluslararası
Yeniden Yapılandırma ve Kalkınma Bankası (The
International Bank For Reconstruction and Development:
IBRD) veya kısa adıyla Dünya Bankası (The World
Bank), Uluslararası Para Fonu (The International
Monetary Fund: IMF) ile birlikte 1-22 Temmuz 1944
tarihleri arasında Bretton Woods’ta (New Hampshire,
ABD) toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans
Konferansı’na katılan 44 ülkenin imzası ile
kurulmuştur. 27 Aralık 1945 tarihinde, Bankaya katılan
üyelerin (sermayenin % 65’ini temsil eden ülkeler)
önemli bir bölümünün Banka Anasözleşmesi’ni (Articles
of Agreement) onaylaması ile çalışmalarına başlamıştır.
Dünya Bankası’nın,
uzun adında (The International Bank For Reconstruction
and Development) yer alan “yeniden yapılandırma” sözcüğü
(reconstraction), II. Dünya Savaşı’nın neden olduğu
büyük yıkım ve tahribatı giderme amacını taşımaktaydı.
Ancak ilerleyen yıllarda banka bu amaçtan uzaklaşarak,
gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelere yönelik
kredi veren büyük bir sermaye kuruluşu haline dönüşmüştür.
Dünya Bankası’na
üye olabilmek için IMF’ye üye olmak gerekmektedir.
(Ana Sözleşme Madde II/1). Bu nedenle, Banka üyeliği
Fon üyeliğine paralel bir seyir izlemektedir.
IMF’ten ayrılan ülke, Dünya Bankası’ndan da
istifa etmek zorundadır. Ancak, Dünya Bankası Guvernörler
Kurulu’nun dörtte üç oy çokluğu ile alacağı
kararla, Dünya
Bankası üyeliğinin devamı sağlanabilmektedir.
Dünya Bankası’nın üye sayısı 2000 yılı itibarıyla
181’e ulaşmış bulunmaktadır.
DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ
(WTO)
Dünya ekonomik
sistemindeki liberalleşme çalışmaları IMF, Dünya
Bankası ve gelişmiş ülkeler tarafından düzenlenen
görüşmelerin ana konusuydu. “Round” olarak adlandırılan
Uluslararası mal ticareti alanındaki genel liberalleşme
görüşmeleri 1947 yılında Cenevre’de “Çok
Taraflı Ticaret Görüşmeleri” ile başlamıştı.
Gümrük
tarifelerin ticarette engel oluşturduğu düşüncesiyle,
bu tarifeleri olabildiğince azaltılmak ve ortak taahhütlerin
indirime tabi tutulmak istenmesi amacıyla başlatılan
tarife indirim görüşmeleri süreci, 1947 yılında
Cenevre’de başlayıp, 1994 yılında sonuçlanan en
son Uruguay Round’u görüşmelerine kadar sürdürülmüştü.
Uruguay Turu (Round)
sonucunda imzalanan ve 01.01.1995 tarihinde yürürlüğe
giren “Nihai Senet” ile Dünya Ticaret Örgütü
kuruldu. Dünya Ticaret Örgütü, uluslararası mal
ticaretinde liberalleşme çalışmalarını yürütecek
yeni ve güçlü bir merkez olarak düşünüldü ve
organize edildi.
GATT (Gümrük
Tarifleri ve Ticaret Genel Anlaşması) sürecinde gerçekleşen
Roundların sonuncusu olan Uruguay Round, Eylül 1986 yılında
105 ülkenin katılımıyla başlamış ve 4 yıl sürmesi
öngörülmüştür. Ancak görüşmeler
Aralık 1993’te tamamlanarak, Nisan 1994 yılında
Fas’ın Marakeş kentinde, 117 ülke tarafından
imzalanmıştır. 1995
yılı itibariyle yürürlüğe giren
Uruguay Round, o güne
kadar yapılanların en kapsamlı ve geniş hedefli olanıdır.
Sonuçta 20.000 sayfayı aşan bir anlaşma imzalanmıştır.
Uruguay
Punto del Este’de
üye ülkelerin Ticaret Bakanları toplantısı
ile başlayan Round’un amacı; yeni korumacı eğilimlere
son vererek serbest ticareti artırmak, gelişmiş ülkelerin
uyguladığı yeni ithalat kısıtlamalarını önleyerek
ülkelerin GATT çerçevesinde hak ve yükümlülüklerini
dengelemektir. Ayrıca, GATT sistemini güçlendirmek ve
işlerlik kazandırmak hedeflenmiştir.
Uruguay
Round’a kadar olan görüşmelerin gündemini
uluslararası dış ticarette
gümrük vergilerinin azaltılması ve tarifeler
oluştururken, bu Round ile birlikte gümrük
vergilerinin azaltılması yanında dünya ticaretinin
bir sistem üzerine oturtulması amaçlanmıştır. Bu
çerçevede tüm üye ülkelerin taraf olduğu Nihai
Senet, 29 anlaşma ve 25 bildiriden oluşan bir paket
halinde kabul edilmiştir.
Bugün Dünya
Ticaret Örgütü, uluslararası ekonomik ve siyasal ilişkilerdeki
artan gücüyle, dünya ekonomisini yönlendiren en önemli
örgütlerden biri haline gelmiştir.
GLOBAL SARMAL
Bu üç kurum söylenen
amaçlarının ötesinde, ulusal ve uluslararası
ekonomileri sermaye kesiminin istekleri doğrultusunda
yapılandıran, serbestleştiren ve sermayenin özgürleşmesi
girişimlerini sürükleyen yapılardır. IMF, Dünya
Bankası ve DTÖ’nün empoze ettiği ekonomik
politikaların ana fikri “devletin ekonomik hayattan
elini çekmesi” olarak ifade edilen Neo-Liberalizm
(yeni-liberal ekonomiler) doktrinine dayanmaktadır.
Neo-Liberalizm, batı
ekonomisinin 70’li yıllardan itibaren yaşadığı
krize çözüm olarak önerilen bir politikaydı. Temel
yaklaşım; “Devleti Küçültelim”ve “daha fazla
kar” dır. Sistemin kendini yaşatabilmesi için; üretimini
kâra dönüştürmesi ve rekabet koşullarında satacağı
malı daha ucuza üretmesi şarttır. Bu durum ise; çalışanlara
yönelik ücret politikalarında ve kamu kesiminde
istihdam edilen işgücünü daraltma çalışmalarında,
insanları daha düşük ücretle çalışmaya razı
etmede bir baskı unsuru olarak kullanılmaktadır.
“Daha fazla kâr” mantığı, ücretlerin düşürülmesinin
yanında, devletin tekel durumunda olduğu sektörlerin,
kar oranını yükseltecek bir araç olarak özel sektöre
devrini içeriyor. Çünkü, özel sermaye birikimi artık
bu sektörlere girebilecek büyüklüğe erişmişti.
(Batı sistemi içinde oldukça mantıklı olan özelleştirme,
bizim gibi geri kalmış veya gelişmekte olan
ülkelerde devlet malını talana dönüşmektedir.)
Bu ve benzeri
ekonomik politikalar, IMF, D.B. ve D.T.Ö. aracılığıyla
uygulamaya koyuldu. Dünya ekonomik sistemi içinde
oldukça güçlü olan devletler (ABD ve Avrupa ülkeleri)
bu kurumlar aracılığı ile dünya ülkelerinin kendi
pazarlarını dünyaya açmalarını, ekonomilerini
liberalleştirmelerini ve yeni dünya düzeni (küreselleşme)
ile uyum içinde davranmalarını istemektedirler.
IMF ile DB arasındaki
görev paylaşımına göre, Yapısal Uyum Programları
DB tarafından projelendirilmekte, denetimi ise IMF
tarafından sağlanmaktadır. Projelendirilmesi Dünya
Bankasınca yapılan; ticaretin liberalizasyonu, vergi
reformu, bankacılık sektörünün kuralsızlaştırılması,
devletin elinde bulunan işletmelerinin ve tarım
alanlarının özelleştirilmesi olarak özetlenebilecek
bu süreç, IMF’nin hayata geçirdiği Yapısal Uyum
Programları ile gerçekleşmektedir.
GLOBAL
SARMALDA İPLER
KİMİN ELİNDE?
IMF ve Dünya
Bankası’nın arkasında dünya ekonomisine yön veren
güçlerin bulunduğu bilinen bir gerçektir. 2000 yılı
yaz aylarında Forbes Dergisi dünya dolar milyarderleri
listesini açıklamıştı. Bu çalışmaya göre;
■ Dünyada
482 milyarder var
■ En zengin
200 milyarderin toplam varlığı 1.1 Trilyon Dolar
■ En zengin 3
milyarder 48 yoksul ülkenin milli gelirine eşit bir
varlığa sahip
■ 15 bin zengin
tarafından yönetilen 200 çokuluslu şirket dünya üretiminin
dörtte birini gerçekleştiriyor.
■ Çokuluslu bir şirket
bir ülke ekonomisinden daha büyük ekonomik güce
sahip olabiliyor. 40 kişi tarafından yönetilen en büyük
5 çokuluslu şirketin üretimi bütün Orta Doğu ve
Afrika ülkelerininkine eşit, Güney Asya ülkelerininkinin
iki katı.
■ 168 çokuluslu şirket
ABD, Japonya, Fransa, Almanya, İngiltere İtalya, İsveç,
İsviçre, Hollanda ve Belçika merkezli.
■ Avrupalı
Sanayiciler Yuvarlak Masası (European Round Table of
Industrialists), Atlantik Ötesi Sermaye Diyalogu (Transatlantic
Business Dialogue), sular idaresinin özelleştirilmesi
için kampanya yapan Dünya Su Konseyi gibi kurumlar,
IMF, DB ve DTÖ’yü kontrol eden çokuluslu şirketlerce
oluşturuldu.
IMF, DB ve DTÖ’nün
dünyaya dayattıkları talepler genel olarak, çokuluslu
şirketlerin, 200 milyarderin ve birkaç bin milyarder
olmaya çalışan milyonerin çıkarlarını gözeten
talepler konumundadır. Şu unutulmamalıdır ki; gelişmemiş
veya gelişmekte olan ülkelere yönelik gündeme
getirilen “uyum planların” dan bahsedildiğinde,
aslında çokuluslu şirketlerin ülkelere diledikleri
gibi girip çıkabilmelerine olanak sağlanmasından
bahsediliyor demektir.
YAPISAL UYUM
PROGRAMI VE SONUÇLARI
Hiçbir, IMF ve
D.B.’nın “Yapısal Uyum Programını” kabul
etmeden borç alabilme olanağına sahip değildir. İşte
IMF ve D.B.’nın kendilerinden borç isteyen ülkelere
sundukları “yapısal uyum programı” reçetesinin
ana maddeleri ve bunların doğurduğu bazı sonuçları:
1.
Sosyal harcamaların kısılması
Sosyal güvenlik,
sağlık ve eğitime ayrılan kamu harcamalarının kısılması
sonucu;
■ Tedavisi kolay ve
önlenebilir kolera, sarılık, tifo, sıtma gibi bulaşıcı
hastalıklarda artış,
■ Bebek ölümlerinde
artış,
■ Milyonlarca eğitimsiz,
ucuz işgücü
2. Devletin “küçültülmesi”
Devletin boş bıraktığı
“yüksek kâr” vadeden alanlara, özellikle yabancı
sermayenin girmesini sağlayacak “özelleştirme”,
IMF politikalarının ana hedefidir. Bunun sonucu;
■ Özelleştirme,
taşeronlaştırma ile gelen işten atmalar,
■ Ücretlerde düşme,
■ Kamu
hizmetlerinde niteliksel ve niceliksel azalma
3. Doğal kaynaklar
ve sınai faaliyetlere yabancı sermayenin girişini ve
işleyişini düzenleyen yasaların kaldırılması
Uluslararası şirketlerin
kolayca her sektöre girebilmesini sağlayan yasaların
çıkarılması ve anlaşmazlıkların o ülkenin ulusal
yasaları ile değil, Uluslararası Tahkim yolu ile çözümünü
öngören anlaşmaların imzalanması sonucu;
l
“Kamu yararı” ilkesi yerine, şirketlerin ekonomik
çıkarlarının gözetilmesi, uluslararası şirketlerin
herhangi bir sorunla karşılaştıklarında ev sahibi
devletten yüklü tazminatlar alabilmesi
■ Stratejik sektörlerde
bile devlet denetiminin ortadan kalkması
■ Vergi
gelirlerinde önemli bir düşme
■ Küçük işyerlerinin
tekelci rekabete dayanamayarak kapanması, işsizliğin
artması
■ Ulusal kaynakların
yabancı tekellerin istekleri doğrultusunda yönlendirilmesi
■ Çalışma ve çevre
standartlarının düşmesi
4. Gümrük
tarifelerinin kaldırılması
Ulusal ekonominin
korunmasına yönelik olarak ithal mallar için devlet müdahalesinin
(kota, tarifeler) ortadan kaldırılması sonucu;
■ Uluslararası
tekellerin kolayca iç piyasalara girmesi
■ Yerli üreticilerin,
daha donanımlı ve zengin yabancılarla rekabet
edemeyerek iflas etmeleri veya onların “bayisi”
durumuna düşmeleri
■ Ulusal ölçekteki
işyerlerinin kapanması, işsizliğin artması
5. Temel tüketim
maddelerine sübvansiyonun kesilmesi
■ Uluslararası
tekellere karşı rekabet şansı azalan ulusal
sermayenin yok olması
■ Tarımda sübvansiyonun
kalkmasıyla birlikte temel tüketim maddelerinde
fiyatların yükselmesi, halkın alım gücünün düşmesi,
■ Sübvansiyonun
kesildiği sektörlerde işsizliğin artması, kente göçün
hızlanması
6.
Ekonominin ihracata yönlendirilmesi
Dış
borçların ödenmesi amacıyla gerekli döviz
girdisinin sağlanabilmesi için ekonomi tamamen
ihracata dayalı bir biçimde örgütlenir ve üretim ülke
ihtiyaçlarına göre değil, uluslararası rekabet koşullarına
göre yapılır. Bunun sonucu;
■ Uluslararası bir
krizin ihracata dayanan ekonomiyi felç etmesi
■ İhracata bel bağlayan
bir ekonomide acımasız uluslararası rekabet ortamında
ücretlerin minimumda tutulabilmesi için sendikalılığa
ve sendikalara karşı baskı ve güç kullanılması
■ Küçük üreticilerin
kentlere hızlı göçü, işsizlik, ucuz işgücü
■ Bir toprak
planlaması yapılmadan, en verimli toprakların en iyi
para getiren ihraç ürünlerine ayrılması, temel tarım
ürünlerinin ise daha verimsiz topraklarda yetiştirilmesi,
erozyonların artması
■ Tarımda ihracata
yönelik olarak çiftçilerin tek ürüne yoğunlaşmaya
teşvik edilmeleri nedeniyle topraktaki doğal dengenin
bozulması, haşere ve bitki virüslerinin hızla bütün
ürüne yayılması ve hasadı yok etmesi
■ Kendi üretebileceği
alanlarda bile ülkenin ithal ürünlere bağımlı hale
gelmesi
■ Ormanlar ve maden
kaynaklarının hızla tüketilmesi, çevrenin tahribi
BU POLİTİKALARIN
UYGULANAN ÜLKELERDEKİ SONUÇLARI
IMF’nin Yapısal
Uyum Programlarını uygulayan ülkeler arasında yapılan
araştırmalar, hiç bir ülkenin bu programı
uygulayarak ekonomik büyüme kaydetmediğini, aksine
ekonomik krizler yaşadığını göstermektedir. Bu ülkelerde,
ekonomide tam bir istikrarsızlık hakim olmakla
birlikte; kamu harcamaları kısılmakta, ücretler
dondurulmakta, ulusal paralar değer kaybetmekte, kişi
başına düşen milli gelir gerilemekte, sefalet ve
yoksulluk hakim olmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin
son yıllarda içine düşmüş olduğu durum bu konuyu
açıklar özeliktedir.
Peki; IMF
talimatlarını uygulayan ülkeler büyük ekonomik
krizler yaşarken, neden hala bu talimatlara uymakta ve
ekonomik gelişimlerini bu yönde planlamaktadırlar?
Bunun nedeni dünyada artık ödenemeyecek hale gelmiş
bir borç zincirinin oluşmasıdır. Kısacası bir çok
ülke artık IMF’ye bağımlı hale gelmiştir.
1947’den 1989’a kadarki dönemde altı ülke
IMF’den 30 yıldan fazla, 24 ülke 20-29 yıl arası
ve 47 ülke 10-19 yıl arası bir süre yardım
talebinde bulunmuşlardır. Bu ülkelerin mevcut
durumları incelendiğinde ortaya korkunç bir gerçek
çıkmaktadır. Bu gerçek; verilen borçların ülkenin
kalkınması ve ödemeler dengesini düzeltmek için değil,
o ülken kaynaklarını uluslararası sermayenin
hizmetine sunmak ve dışa bağımlılığı sürekli kılmaktır.
Yapılan bir araştırmada
IMF politikalarını uygulayan 89 az gelişmiş ülkenin
1965’den 1995’e kadar ki ekonomik büyümesi
incelenmiş ve oldukça ilginç sonuçlara ulaşılmıştır.
Bu ülkelerden 48’i, borç aldığı yıla göre kişi
başına düşen zenginlik açısından bir ilerleme
kaydetmemiş, bu 48 ülkeden 32’si daha da fakirleşmiş,
bu ülkelerden 14’ünün ekonomisi borç aldığı yıla
oranla en az %15 küçülmüştür.
Büyük ölçüde
ABD denetiminde olan IMF ve D.B., “yapısal uyum
programları” ve bu programları dayatmanın yolu olan
“krediler” aracılığıyla, azgelişmiş ülkeleri
sefalete ve giderek artan bir dışa bağımlılığa sürüklemektedir.
IMF ve D.B. tarafından önerilen ve yerel iktidarlarca
uygulanan ekonomik programlar, bu ülkelerde dış borç
sarmalının artmasına ve mali krizlerin giderek
derinleşmesine neden olmaktadır. Derinleşen ekonomik
krizler ise sosyal patlamalara dönüşmekte ve kaos
ortamlarına yol açmaktadır. Bu ise ekonomik gücü
ellerinde bulunduranların dünyayı istedikleri gibi yönetmelerine
ve yerel siyasal iktidarların onlara bağımlı olmasına
dönüşmektedir! n
|