EKONOMİ/POLİTİK

ADNAN BOYNUKARA

 
GLOBAL SARMAL 
IMF - DÜNYA BANKASI - DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ
 
IMF’nin Yapısal Uyum Programlarını uygulayan ülkeler arasında yapılan araştırmalar, hiç bir ülkenin bu programı uygulayarak ekonomik büyüme kaydetmediğini, aksine ekonomik krizler yaşadığını göstermektedir.
 
Bu ülkelerde, ekonomide tam bir istikrarsızlık hakim olmakla birlikte; kamu harcamaları kısılmakta, ücretler dondurulmakta, ulusal paralar değer kaybetmekte, kişi başına düşen milli gelir gerilemekte, sefalet ve yoksulluk hakim olmaktadır. 
 

Geri kalmış veya gelişmekte olan tüm ülkelerde sıklıkla ismi duyulan bazı uluslararası örgütlenmeler vardır. Bu tür uluslararası örgütlenmelerin en önemlileri;  IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütüdür. Ülkemizin yaşamakta olduğu ekonomik kriz ile birlikte, konunun uzmanları tarafından isimleri sıkça anılan ve medyada her gün yer bulun bu örgütlenmelerin ne tür çalışmalar yaptığı, ekonomik sıkıntıdaki ülkelere nasıl yardımcı (!) oldukları konusunda toplumun büyük bir kesiminin bilgi sahibi olmadığı aşikardır.  

Ekonomik sıkıntı içinde bulunan toplumumuza birer kurtarıcı edasıyla takdim edilen bu örgütlenmelerin gerçek amaçlarını kavrayabilmek için kuruluş amaçları ve mevcut uygulamaları hakkında bilgi sahibi olmak gereklidir. Tabi bu tür bir bilgilenme bu kuruluşların ülkemiz için hangi anlamlar taşıdığını ortaya çıkarması bakımında da önemlidir. 

ULUSLARARASI PARA FONU (IMF)

IMF (Uluslararası Para Fonu); 01-22 Temmuz 1944 tarihleri arasında Bretton Woods’ta (New Hampshire, ABD) toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı’na katılan 44 ülkenin imzası sonucu Dünya Bankası ile birlikte kurulmuştur. Bu nedenle, bazı yayınlarda kurulmalarına karar verilen konferansın adı nedeniyle Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası, Bretton Woods kuruluşları olarak da anılmaktadır. 1946 yılında faaliyete geçen ve 182 ülkenin üye olduğu uluslararası bir organizasyon olan Uluslararası Para Fonuna Türkiye 1947 yılında üye olmuştur.

Uluslararası Para Fonunun (IMF) kuruluş amacı şu şekilde açıklanmaktadır;

* Uluslararası parasal işbirliğinin geliştirilmesi,

* Uluslararası ticaretin geliştirilmesi,

* Döviz kurlarında istikrarın teşvik edilmesi ve üye ülkelerin rekabetçi devalüasyonlarının önlenmesi,

* Dünya ticaretinin büyümesine engel oluşturan kambiyo kısıtlamalarının engellenmesi ve üyeler arasında çok taraflı bir ödemeler sisteminin oluşturulması,

* Dış ödeme güçlükleri ile karşılaşan üye ülkelere Fon’un kaynaklarını kullanabilme olanağı sağlamak,

* Üye ülkelerin uluslararası ödemeler dengelerinde olabilecek açıklarının azaltılmasına yardımcı olmak şeklinde tanımlar.

Fon’un temel kaynağı, üye ülkelerin kotaları karşılığında Fon’a yapmış oldukları ödemelerdir. Kuruluşa üye olan her ülke, ekonomik gücüne göre belirlenen kota payını yatırır ve ülkelerin oy ve çekiliş hakları bu kotaya göre belirlenir. Dolayısıyla kotaları yüksek olan gelişmiş ülkelerin, yani ABD, Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın IMF politikalarını belirlemede büyük bir etkinlikleri söz konusudur. ABD dünya nüfusunun yüzde 5’ine sahip olmasına rağmen IMF’deki oy hakkı yüzde 17, en büyük sanayi ülkeleri olan G-7 ülkelerinin toplam oy oranı yüzde 45’tir. Kotaları oldukça düşük olan az gelişmiş ülkeler Fon’da yeterince temsil edilme olanağından yoksundurlar.

Fon’da borçlanma dört kredi dilimi içinde gerçekleşmektedir. Her kredi dilimi, üye ülkelerin kotasının %25’idir. Fon’dan kredi almak isteyen her ülke, ödeme süresi boyunca izleyeceği ekonomi politikasının içeriği ile alacağı “İstikrar Tedbirleri”ni açıklayan bir niyet mektubunu IMF’ye vermek zorundadır. Birinci kredi dilimini kullanmak fazla güç değildir. Ancak; daha yüksek kredi diliminde borçlanabilmek için Fon’un öne sürdüğü koşullar giderek ağırlaşmakta ve ekonomik, mali ve ticaret politikaları konusunda öne sürülen şartlar bir anlamda ilgili ülkenin iç işlerine müdahale niteliği taşır. Bu koşullar arasında, üye ülkelerin kamu harcamalarını kısması, vergileri artırması, para hacmini daraltması, maaş ve ücretleri dondurması, dış ticaret ve kambiyo kısıtlamalarını yumuşatması ve devalüasyon gibi talepler yer alır. IMF, üye ülkelere normal kredilerinin yanında bir de “stand-by” (destekleme) kredileri sağlar. Bu kredilerle IMF, üye ülkelerdeki “istikrar programı”nın uygulanışını sıkı bir şekilde denetlenir. 

DÜNYA BANKASI 

Uluslararası Yeniden Yapılandırma ve Kalkınma Bankası (The International Bank For Reconstruction and Development: IBRD) veya kısa adıyla Dünya Bankası (The World Bank), Uluslararası Para Fonu (The International Monetary Fund: IMF) ile birlikte 1-22 Temmuz 1944 tarihleri arasında Bretton Woods’ta (New Hampshire, ABD) toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı’na katılan 44 ülkenin imzası ile kurulmuştur. 27 Aralık 1945 tarihinde, Bankaya katılan üyelerin (sermayenin % 65’ini temsil eden ülkeler) önemli bir bölümünün Banka Anasözleşmesi’ni (Articles of Agreement) onaylaması ile çalışmalarına başlamıştır.

Dünya Bankası’nın, uzun adında (The International Bank For Reconstruction and Development) yer alan “yeniden yapılandırma” sözcüğü (reconstraction), II. Dünya Savaşı’nın neden olduğu büyük yıkım ve tahribatı giderme amacını taşımaktaydı. Ancak ilerleyen yıllarda banka bu amaçtan uzaklaşarak, gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelere yönelik kredi veren büyük bir sermaye kuruluşu haline dönüşmüştür.

Dünya Bankası’na üye olabilmek için IMF’ye üye olmak gerekmektedir. (Ana Sözleşme Madde II/1). Bu nedenle, Banka üyeliği Fon üyeliğine paralel bir seyir izlemektedir. IMF’ten ayrılan ülke, Dünya Bankası’ndan da istifa etmek zorundadır. Ancak, Dünya Bankası Guvernörler Kurulu’nun dörtte üç oy çokluğu ile alacağı kararla, Dünya   Bankası üyeliğinin devamı sağlanabilmektedir. Dünya Bankası’nın üye sayısı 2000 yılı itibarıyla 181’e ulaşmış bulunmaktadır.

DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ (WTO)

Dünya ekonomik sistemindeki liberalleşme çalışmaları IMF, Dünya Bankası ve gelişmiş ülkeler tarafından düzenlenen görüşmelerin ana konusuydu. “Round” olarak adlandırılan Uluslararası mal ticareti alanındaki genel liberalleşme görüşmeleri 1947 yılında Cenevre’de “Çok Taraflı Ticaret Görüşmeleri” ile başlamıştı.

Gümrük tarifelerin ticarette engel oluşturduğu düşüncesiyle, bu tarifeleri olabildiğince azaltılmak ve ortak taahhütlerin indirime tabi tutulmak istenmesi amacıyla başlatılan tarife indirim görüşmeleri süreci, 1947 yılında Cenevre’de başlayıp, 1994 yılında sonuçlanan en son Uruguay Round’u görüşmelerine kadar sürdürülmüştü.

Uruguay Turu (Round) sonucunda imzalanan ve 01.01.1995 tarihinde yürürlüğe giren “Nihai Senet” ile Dünya Ticaret Örgütü kuruldu. Dünya Ticaret Örgütü, uluslararası mal ticaretinde liberalleşme çalışmalarını yürütecek yeni ve güçlü bir merkez olarak düşünüldü ve organize edildi.

GATT (Gümrük Tarifleri ve Ticaret Genel Anlaşması) sürecinde gerçekleşen Roundların sonuncusu olan Uruguay Round, Eylül 1986 yılında 105 ülkenin katılımıyla başlamış ve 4 yıl sürmesi öngörülmüştür. Ancak görüşmeler  Aralık 1993’te tamamlanarak, Nisan 1994 yılında Fas’ın Marakeş kentinde, 117 ülke tarafından imzalanmıştır. 1995  yılı itibariyle yürürlüğe giren 

Uruguay Round, o güne kadar yapılanların en kapsamlı ve geniş hedefli olanıdır. Sonuçta 20.000 sayfayı aşan bir anlaşma imzalanmıştır.

Uruguay  Punto del Este’de  üye ülkelerin Ticaret Bakanları toplantısı ile başlayan Round’un amacı; yeni korumacı eğilimlere son vererek serbest ticareti artırmak, gelişmiş ülkelerin uyguladığı yeni ithalat kısıtlamalarını önleyerek ülkelerin GATT çerçevesinde hak ve yükümlülüklerini dengelemektir. Ayrıca, GATT sistemini güçlendirmek ve işlerlik kazandırmak hedeflenmiştir.

Uruguay  Round’a kadar olan görüşmelerin gündemini uluslararası dış ticarette  gümrük vergilerinin azaltılması ve tarifeler oluştururken, bu Round ile birlikte gümrük vergilerinin azaltılması yanında dünya ticaretinin bir sistem üzerine oturtulması amaçlanmıştır. Bu çerçevede tüm üye ülkelerin taraf olduğu Nihai Senet, 29 anlaşma ve 25 bildiriden oluşan bir paket halinde kabul edilmiştir.

Bugün Dünya Ticaret Örgütü, uluslararası ekonomik ve siyasal ilişkilerdeki artan gücüyle, dünya ekonomisini yönlendiren en önemli örgütlerden biri haline gelmiştir.

GLOBAL SARMAL

Bu üç kurum söylenen amaçlarının ötesinde, ulusal ve uluslararası ekonomileri sermaye kesiminin istekleri doğrultusunda yapılandıran, serbestleştiren ve sermayenin özgürleşmesi girişimlerini sürükleyen yapılardır. IMF, Dünya Bankası ve DTÖ’nün empoze ettiği ekonomik politikaların ana fikri “devletin ekonomik hayattan elini çekmesi” olarak ifade edilen Neo-Liberalizm (yeni-liberal ekonomiler) doktrinine dayanmaktadır.

Neo-Liberalizm, batı ekonomisinin 70’li yıllardan itibaren yaşadığı krize çözüm olarak önerilen bir politikaydı. Temel yaklaşım; “Devleti Küçültelim”ve “daha fazla kar” dır. Sistemin kendini yaşatabilmesi için; üretimini kâra dönüştürmesi ve rekabet koşullarında satacağı malı daha ucuza üretmesi şarttır. Bu durum ise; çalışanlara yönelik ücret politikalarında ve kamu kesiminde istihdam edilen işgücünü daraltma çalışmalarında, insanları daha düşük ücretle çalışmaya razı etmede bir baskı unsuru olarak kullanılmaktadır. “Daha fazla kâr” mantığı, ücretlerin düşürülmesinin yanında, devletin tekel durumunda olduğu sektörlerin, kar oranını yükseltecek bir araç olarak özel sektöre devrini içeriyor. Çünkü, özel sermaye birikimi artık bu sektörlere girebilecek büyüklüğe erişmişti. (Batı sistemi içinde oldukça mantıklı olan özelleştirme, bizim gibi geri kalmış veya gelişmekte olan  ülkelerde devlet malını talana dönüşmektedir.)

Bu ve benzeri ekonomik politikalar, IMF, D.B. ve D.T.Ö. aracılığıyla uygulamaya koyuldu. Dünya ekonomik sistemi içinde oldukça güçlü olan devletler (ABD ve Avrupa ülkeleri) bu kurumlar aracılığı ile dünya ülkelerinin kendi pazarlarını dünyaya açmalarını, ekonomilerini liberalleştirmelerini ve yeni dünya düzeni (küreselleşme) ile uyum içinde davranmalarını istemektedirler.

IMF ile DB arasındaki görev paylaşımına göre, Yapısal Uyum Programları DB tarafından projelendirilmekte, denetimi ise IMF tarafından sağlanmaktadır. Projelendirilmesi Dünya Bankasınca yapılan; ticaretin liberalizasyonu, vergi reformu, bankacılık sektörünün kuralsızlaştırılması, devletin elinde bulunan işletmelerinin ve tarım alanlarının özelleştirilmesi olarak özetlenebilecek bu süreç, IMF’nin hayata geçirdiği Yapısal Uyum Programları ile gerçekleşmektedir.

GLOBAL SARMALDA  İPLER KİMİN ELİNDE?

IMF ve Dünya Bankası’nın arkasında dünya ekonomisine yön veren güçlerin bulunduğu bilinen bir gerçektir. 2000 yılı yaz aylarında Forbes Dergisi dünya dolar milyarderleri listesini açıklamıştı. Bu çalışmaya göre;

Dünyada 482 milyarder var

En zengin 200 milyarderin toplam varlığı 1.1 Trilyon Dolar

En zengin 3 milyarder 48 yoksul ülkenin milli gelirine eşit bir varlığa sahip

15 bin zengin tarafından yönetilen 200 çokuluslu şirket dünya üretiminin dörtte birini gerçekleştiriyor.

Çokuluslu bir şirket bir ülke ekonomisinden daha büyük ekonomik güce sahip olabiliyor. 40 kişi tarafından yönetilen en büyük 5 çokuluslu şirketin üretimi bütün Orta Doğu ve Afrika ülkelerininkine eşit, Güney Asya ülkelerininkinin iki katı.

168 çokuluslu şirket ABD, Japonya, Fransa, Almanya, İngiltere İtalya, İsveç, İsviçre, Hollanda ve Belçika merkezli.

Avrupalı Sanayiciler Yuvarlak Masası (European Round Table of Industrialists), Atlantik Ötesi Sermaye Diyalogu (Transatlantic Business Dialogue), sular idaresinin özelleştirilmesi için kampanya yapan Dünya Su Konseyi gibi kurumlar, IMF, DB ve DTÖ’yü kontrol eden çokuluslu şirketlerce oluşturuldu.

IMF, DB ve DTÖ’nün dünyaya dayattıkları talepler genel olarak, çokuluslu şirketlerin, 200 milyarderin ve birkaç bin milyarder olmaya çalışan milyonerin çıkarlarını gözeten talepler konumundadır. Şu unutulmamalıdır ki; gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelere yönelik gündeme getirilen “uyum planların” dan bahsedildiğinde, aslında çokuluslu şirketlerin ülkelere diledikleri gibi girip çıkabilmelerine olanak sağlanmasından bahsediliyor demektir.

YAPISAL UYUM PROGRAMI  VE SONUÇLARI

Hiçbir, IMF ve D.B.’nın “Yapısal Uyum Programını” kabul etmeden borç alabilme olanağına sahip değildir. İşte IMF ve D.B.’nın kendilerinden borç isteyen ülkelere sundukları “yapısal uyum programı” reçetesinin ana maddeleri ve bunların doğurduğu bazı sonuçları:

 1. Sosyal harcamaların kısılması

Sosyal güvenlik, sağlık ve eğitime ayrılan kamu harcamalarının kısılması sonucu;

Tedavisi kolay ve önlenebilir kolera, sarılık, tifo, sıtma gibi bulaşıcı hastalıklarda artış,

Bebek ölümlerinde artış,

Milyonlarca eğitimsiz, ucuz işgücü

2. Devletin “küçültülmesi”

Devletin boş bıraktığı “yüksek kâr” vadeden alanlara, özellikle yabancı sermayenin girmesini sağlayacak “özelleştirme”, IMF politikalarının ana hedefidir. Bunun sonucu;

Özelleştirme, taşeronlaştırma ile gelen işten atmalar,

Ücretlerde düşme,

Kamu hizmetlerinde niteliksel ve niceliksel azalma

3. Doğal kaynaklar ve sınai faaliyetlere yabancı sermayenin girişini ve işleyişini düzenleyen yasaların kaldırılması

Uluslararası şirketlerin kolayca her sektöre girebilmesini sağlayan yasaların çıkarılması ve anlaşmazlıkların o ülkenin ulusal yasaları ile değil, Uluslararası Tahkim yolu ile çözümünü öngören anlaşmaların imzalanması sonucu;

 l “Kamu yararı” ilkesi yerine, şirketlerin ekonomik çıkarlarının gözetilmesi, uluslararası şirketlerin herhangi bir sorunla karşılaştıklarında ev sahibi devletten yüklü tazminatlar alabilmesi

Stratejik sektörlerde bile devlet denetiminin ortadan kalkması

Vergi gelirlerinde önemli bir düşme

Küçük işyerlerinin tekelci rekabete dayanamayarak kapanması, işsizliğin artması

Ulusal kaynakların yabancı tekellerin istekleri doğrultusunda yönlendirilmesi

Çalışma ve çevre standartlarının düşmesi

4. Gümrük tarifelerinin kaldırılması

Ulusal ekonominin korunmasına yönelik olarak ithal mallar için devlet müdahalesinin (kota, tarifeler) ortadan kaldırılması sonucu;

Uluslararası tekellerin kolayca iç piyasalara girmesi

Yerli üreticilerin, daha donanımlı ve zengin yabancılarla rekabet edemeyerek iflas etmeleri veya onların “bayisi” durumuna düşmeleri

Ulusal ölçekteki işyerlerinin kapanması, işsizliğin artması

5. Temel tüketim maddelerine sübvansiyonun kesilmesi

Uluslararası tekellere karşı rekabet şansı azalan ulusal sermayenin yok olması

Tarımda sübvansiyonun kalkmasıyla birlikte temel tüketim maddelerinde fiyatların yükselmesi, halkın alım gücünün düşmesi,

Sübvansiyonun kesildiği sektörlerde işsizliğin artması, kente göçün hızlanması

 6. Ekonominin ihracata yönlendirilmesi

 Dış borçların ödenmesi amacıyla gerekli döviz girdisinin sağlanabilmesi için ekonomi tamamen ihracata dayalı bir biçimde örgütlenir ve üretim ülke ihtiyaçlarına göre değil, uluslararası rekabet koşullarına göre yapılır. Bunun sonucu;

Uluslararası bir krizin ihracata dayanan ekonomiyi felç etmesi

İhracata bel bağlayan bir ekonomide acımasız uluslararası rekabet ortamında ücretlerin minimumda tutulabilmesi için sendikalılığa ve sendikalara karşı baskı ve güç kullanılması

Küçük üreticilerin kentlere hızlı göçü, işsizlik, ucuz işgücü

Bir toprak planlaması yapılmadan, en verimli toprakların en iyi para getiren ihraç ürünlerine ayrılması, temel tarım ürünlerinin ise daha verimsiz topraklarda yetiştirilmesi, erozyonların artması

Tarımda ihracata yönelik olarak çiftçilerin tek ürüne yoğunlaşmaya teşvik edilmeleri nedeniyle topraktaki doğal dengenin bozulması, haşere ve bitki virüslerinin hızla bütün ürüne yayılması ve hasadı yok etmesi

Kendi üretebileceği alanlarda bile ülkenin ithal ürünlere bağımlı hale gelmesi

Ormanlar ve maden kaynaklarının hızla tüketilmesi, çevrenin tahribi

BU POLİTİKALARIN UYGULANAN ÜLKELERDEKİ SONUÇLARI

IMF’nin Yapısal Uyum Programlarını uygulayan ülkeler arasında yapılan araştırmalar, hiç bir ülkenin bu programı uygulayarak ekonomik büyüme kaydetmediğini, aksine ekonomik krizler yaşadığını göstermektedir. Bu ülkelerde, ekonomide tam bir istikrarsızlık hakim olmakla birlikte; kamu harcamaları kısılmakta, ücretler dondurulmakta, ulusal paralar değer kaybetmekte, kişi başına düşen milli gelir gerilemekte, sefalet ve yoksulluk hakim olmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin son yıllarda içine düşmüş olduğu durum bu konuyu açıklar özeliktedir. 

Peki; IMF talimatlarını uygulayan ülkeler büyük ekonomik krizler yaşarken, neden hala bu talimatlara uymakta ve ekonomik gelişimlerini bu yönde planlamaktadırlar? Bunun nedeni dünyada artık ödenemeyecek hale gelmiş bir borç zincirinin oluşmasıdır. Kısacası bir çok ülke artık IMF’ye bağımlı hale gelmiştir. 1947’den 1989’a kadarki dönemde altı ülke IMF’den 30 yıldan fazla, 24 ülke 20-29 yıl arası ve 47 ülke 10-19 yıl arası bir süre yardım talebinde bulunmuşlardır. Bu ülkelerin mevcut durumları incelendiğinde ortaya korkunç bir gerçek çıkmaktadır. Bu gerçek; verilen borçların ülkenin kalkınması ve ödemeler dengesini düzeltmek için değil, o ülken kaynaklarını uluslararası sermayenin hizmetine sunmak ve dışa bağımlılığı sürekli kılmaktır.

Yapılan bir araştırmada IMF politikalarını uygulayan 89 az gelişmiş ülkenin 1965’den 1995’e kadar ki ekonomik büyümesi incelenmiş ve oldukça ilginç sonuçlara ulaşılmıştır. Bu ülkelerden 48’i, borç aldığı yıla göre kişi başına düşen zenginlik açısından bir ilerleme kaydetmemiş, bu 48 ülkeden 32’si daha da fakirleşmiş, bu ülkelerden 14’ünün ekonomisi borç aldığı yıla oranla en az %15 küçülmüştür.

Büyük ölçüde ABD denetiminde olan IMF ve D.B., “yapısal uyum programları” ve bu programları dayatmanın yolu olan “krediler” aracılığıyla, azgelişmiş ülkeleri sefalete ve giderek artan bir dışa bağımlılığa sürüklemektedir. IMF ve D.B. tarafından önerilen ve yerel iktidarlarca uygulanan ekonomik programlar, bu ülkelerde dış borç sarmalının artmasına ve mali krizlerin giderek derinleşmesine neden olmaktadır. Derinleşen ekonomik krizler ise sosyal patlamalara dönüşmekte ve kaos ortamlarına yol açmaktadır. Bu ise ekonomik gücü ellerinde bulunduranların dünyayı istedikleri gibi yönetmelerine ve yerel siyasal iktidarların onlara bağımlı olmasına dönüşmektedir! n

 

yazikonusu-EKONOMİ/POLİTİK
 
BU YAZIYA GÖRÜŞ BİLDİR


   


Yarın imzalı yazılar dergiyi diğer yazılar yazarlarını bağlar.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Dergimiz basın ahlak ilkelerine uymayı taahüt eder. Yarın 2002 ©