|
-
Sol’da
üç önemli isim; Niyazi Berkes, Mahmut
Dikerdem ve Yalçın Küçük’ün 27
Mayıs ve ABD arasındaki ilişkilere
dair söyledikleri genel sol söylemi
yalanlıyor.... .
|
|
|
Deniz Gezmiş ve
iki arkadaşının 1972’de idam edilmeleri, son günlerdeki
idam cezasının kaldırılmasıyla ilgili tartışmalarda
bir kez daha gündeme geldi. Bu tartışmalarda söz dönüp
dolaşıp 68’lilere geliyor.
Tv programlarına
konuk olan ve 68’lileri temsil ettiğini söyleyen pek
çok kişi, kendi kuşaklarının en tipik özelliği
olarak, antiamerikancılığı ve yirmiyedi-mayısperestliği
vurguluyorlar. 27 Mayıs’ta Amerika’nın rolü var mıydı
ya da Türkiye’yi Amerikan yörüngesine DP mi soktu?
Kimi aydınlara göre 27 Mayıs ile 12 Mart’a,
Menderes ve Demirel Hükümetleri’nin Moskova ile
ABD’nin rızası dışında ilişki kurmaya yönelmeleri
neden oldu. Soldaki genel yaklaşıma göre, 12
Mart’ta Amerika’nın rolü kesindir.
Öte yandan sol,
27 Mayıs’a toz kondurmaz.
MİLLİ ŞEF’İN
VEBALİ BÜYÜK
Soldaki genel kabulün
aksine, -sayıları az da olsa- 27 Mayıs’ta
Amerika’nın rolüne değinen sosyalist aydınlar da
var; Niyazi Berkes, Mahmut Dikerdem ve Yalçın Küçük
gibi. Prof. Niyazi Berkes, 1947’de Behice Boran ve
Pertev Naili Boratav ile birlikte komünist oldukları
gerekçesi ile Milli Şef İsmet İnönü döneminde
DTCF’den tasfiye edilen üç hocadan biri. Berkes İngiltere’de,
Boratav ise Fransa’da yaşama veda ederler. Berkes,
yurt dışında iken ünlü sosyalistlerden Burhan Oğuz’la
mektuplaşır. Prof. Niyazi Berkes’in, 1977’de
Burhan Oğuz’a yazdığı mektuplardaki görüşleri,
soldaki genel geçer yaklaşımın dışındadır.
Burhan Oğuz’un Simurg Yayınları tarafından yayınlanan
“Yaşadıklarım Dinlediklerim” isimli hatıralarında
yer alan mektuplarda Berkes şöyle der: “İnönü
rejiminin Türkiye’yi eninde sonunda nasıl Amerikan
mandacılığı doğrultusuna sokmaya muvaffak olduğu
sonucuna vardığımdan bu ırkçılık-turancılık
olayı önemli bir test, bir dönüm noktası, bir nişantaşı
rolü oynayacaktı. Şimdiye kadar İnönü hakkında söylenen
şeylere kişisel kıskançlıklar diye değer
vermezdim. Fakat şimdi bu adamın 1919’dan 1950
sonrasına kadar kariyerine toptan bakınca, bütün aşamalarda
şaşılacak bir tutarlılık görmeye başladım: 1919
mandacılığı; Lozan’daki tutumu; İkinci dünya
savaşı zamanındaki tutumu, 1945’ten itibaren
Amerika’yı çekip getirmeye muvaffak olması. Hepsi
birbirini tutuyor. Ülkeyi bugünkü duruma getiren ne
Menderes’tir ne de Demirel. Onlar sadece İnönü’nün
başlattığının mantıki sonuçları üzerinde yürüyorlar.”
Berkes bir başka
mektupta şöyle der: “Gazetelerde okuduklarım,
durumu çok kötü gösteriyorlar. Doğru mu acaba? Çünkü
bir yandan da bakıyorum Türkiye yazı bayram içinde
geçirdi. TV’de Kolombo mu yoksa Bionic Woman mı gösterileceği
bile ilgi konusu. Maşallah hiçbirşeyimiz eksik değil.
Batı uygarlığının düzeyine çıkmak istemiyor
muyduk? Çıktık işte. Hatta bu düzeyi
Washington-Bonn arası çizginin düzeyi sayarsak, İngiltere
gibi yerlerin düzeyinin
de parmak kadar üstüne bile çıktık. Tabii
pahalılık olacak,
borç olacak, IMF olacak. Bunlar hep Batı düzeyinde
olmanın gerekleri değil mi? Bunları ne Demirel, ne
Erbakan ne Menderes
başlattı. Sevgili milli şefimizin mirası bunlar hep,
ama en akıllılarımız bile bunu unutmuş, şimdi zırıl
zırıl şikâyet.”
MENDERES
ABD’YE YÜZ ÇEVİRDİ
‘Marksist
Hariciyeci’ olarak bilinen diplomat Mahmut Dikerdem
ise 27 Mayıs 1960’daki askeri darbede Amerika’nın
rolünü diplomasinin içinden kritik ediyor. 27 Mayıs’tan
önce, Kıbrıs Masası’nda çalışan, 27 Mayıs
darbesi olduğunda İran’da büyükelçi görevinde
bulunan Dikerdem, aşırı solcu olduğuna dair Milli
Birlik Komitesi’ne sunulan bir rapor üzerine
merkeze çekildi. Çeşitli ülkelerde büyükelçilik
yapan Dikerdem, 12 Eylül döneminde Barış Derneği
Davası’ndan tutuklandı. Dikerdem, Menderes hükümetinin
devrilmesinde, Amerika’nın dümen suyundan çıkma eğiliminin
rol oynadığını düşünüyor.
TÜRKEŞ’TEN
AMERİKA NOTLARI
27
Mayıs ve Amerika arasındaki ilişkilere ayna
tutacak olan bir diğer kişi, Alparslan Türkeş’tir.
27 Mayıs bildirisini radyodan okuyan, NATO’ya
ve CENTO’ya bağlıyız diyen de Türkeş’tir.
Türkeş, ordunun
gençleştirilmesiyle ilgili olarak gerçekleştirilen
operasyonda Amerika’nın katkısını kabul
ediyor. Kamuoyunda EMİNSU(Emekli Inkilap Subayları
Derneği Mensupları)-olarak bilinen operasyonun
ABD’nin isteği doğrultusunda gerçekleştirildiği
kuşkusu güçlüdür. Türkeş ise EMİNSU’lar
olayını şöyle anlatıyor: “275 general ve
amiral ile 7000 subay emekliye ayrıldı. Şimdi böyle
bir tasfiyeyi düşünürken, bir taraftan da MBK
olarak, bu silah arkadaşlarımızı sefalete
itmemenin yollarını araştırmaya koyulduk.
Bunlara yüksek ikramiye vererek,
yüksek emeklilik maaşı vererek,
tasfiyeye girişmek için bir bütçe çalışması
başlatıldı. Fakat, para yoktu. Devlet borç içindeydi.
Düşündük taşındık, dostumuz ve müttefikimiz
ABD’den yardım isteyelim dedik. Daha önce de
yardım istemiştik. Çünkü 27 Mayıs olduktan
sonra, biz idareyi ele alınca, önümüze bir başka
problem geldi. O problem şuydu: Devletin elinde döviz
olmadığı için, dış temsilciliklerimizde maaşlar
ödenemiyor, masraflar karşılanamıyordu. Bu yüzden
çok sıkışık vaziyetteydik. Ne yapalım diye düşündük.
Dostumuz Amerika’ya başvurduk. Hatırımda kaldığına
göre, 15 milyon dolar alarak, büyükelçiliklerimizin
masraflarını karşıladık. Hatırımda kaldığına
göre bu para, bağış şeklinde alınmıştı.
Ordunun gençleştirilmesi hareketinde de yine
paraya ihtiyaç vardı. O sırada NATO’nun
Paris’teki Başkomutanı Hava Orgenerali Norstad,
Türkiye’ye gelmişti. Projemizi kendisine
anlattık. Bize yardım edin dedik. Bu iş için
12 milyon dolara ihtiyaç vardı. Para ABD’den
temin edildi. Bu, NATO parası değildi. Bundan
sonra , tasfiye hareketine girişildi. (Şahinlerin
Dansı, Türkeş’in Anıları, Hulusi Turgut,
ABC Yayınları, 1995, İst.) |
SOĞUK SAVAŞI BİTİRME
PLANI
Dikerdem’e göre
Menderes, Amerika’dan talep ettiği kredileri alamayınca
yüzünü Moskova’ya çevirir. Dikerdem şu
tespitlerde bulunuyor: “1960’da Menderes-Zorlu
ikilisini iktidardan düşürmek için ABD’nin ciddi
nedenleri vardı. 1947’den beri ABD’nin dümen
suyuna girmeyi milli politika olarak kabullenmiş
bir ülkenin hükümeti,
ilk kez kendi başına
bir harekete yelteniyordu. Soğuk savaşın henüz
hızını kaybetmediği bir dönemde NATO üyesi bir müttefikin
ABD’den izin almadan Moskova ile diyalog kurmaya kalkışması
NATO içinde ve
Hür Dünya’da siyasi dalgalanmalara yol açacak
nitelikte bir olaydı ve cezasız bırakılmamalıydı.
“
Dışişleri Bakanı
Fatin Rüştü Zorlu, Dikerdem’e,
şunları söylüyor:
“Şimdiye kadar Sovyetlerle ilişkilerimizde
Amerika’nın müttefiki gibi davranmayı önplanda
tutuyorduk. Soğuk savaş döneminde Amerika’nın müttefiki
olmanın gereği Sovyetler’le ilişkilerimizi en alçak
düzeyde tutmaktı. Bu dönemin sona erdiğinin işaretini,
Sovyetler’le başbaşa görüşmelere başlamak
suretiyle, bizzat Amerika vermiş bulunuyor. Şimdi
bizim de Sovyet hükümetiyle ikili müzakerelere girişmek,
dondurulmuş ilişkilere canlılık vermek hem hakkımızdır
hem çıkarımıza uygundur. Bugüne kadar
Sovyetler’in karşısına NATO bloku olarak çıkıyorduk,
soğuk savaşın mantığı bunu gerektiriyordu. Mademki
Amerikalılar Moskova ile diyalog kurmanın kendileri için
zamanı geldiğine inandılar, bizim de vakit yitirmeden
Sovyetler’le normal ve giderek dostça ilişkiye yönelmemiz
zorunludur. Amerikalılar’a danışmadan Moskova
ziyaretini düzenledik, danışırsak Ruslar’la başbaşa
görüşmemizi engellemek isteyeceklerini biliyorduk.
Sovyet hükümeti önerimizi hemen kabul ettiği gibi
ziyaret tarihinin bir an önce açıklanmasını istedi.
15 Temmuz tarihi üzerine anlaştık. “
MOSKOVA SEYAHATİ
ŞANTAJ MI?
Dikerdem devam
ediyor: “Menderes’in
Moskova’ya gitme kararının, Amerikan CIA’sını
harekete geçirerek DP iktidarının sonunu çabuklaştırdığını
ileri sürenler oldu. 27 Mayıs sabahı Ankara
Radyosu’ndan yayınlanan ilk bildiride Milli Birlik
Komitesi’nin NATO ve CENTO’ya bağlılığını
vurgulaması bu söylentilere ağırlık kazandırdı.
(...) “Menderes’in Moskova ziyareti konusunda akla
takılan soru şudur: Acaba DP iktidarı Sovyetlerle ilişkilerine
yeni bir yön vermeyi, başka bir deyişle,
Amerika’dan bağımsız bir dış politikaya yönelmeyi
gerçekten düşünüyor muydu? Yoksa Zorlu’nun
Bayar’la Menderes’e benimsettiğini söylediği plan
aslında DP hükümetinin o sırada şiddetli gereksinme
duyduğu 300 milyon dolarlık yardımı ABD’den elde
edememesinden doğan geçici bir tepki, hadi adını da
koyalım, bir çeşit santaj mıydı.?” Amerika’nın
Yakın-doğu’daki en sadık müttefiki olan İran’da
büyükelçilik görevinde bulunan Dikerdem’in
tespitleri önemlidir. 27 Mayıs darbesiyle birlikte
okunan bildiri ve akabinde Dışişleri Bakanlığı’na
getirilen kişinin kimliği, Dikerdem’in Amerika’nın
darbede oynamış olabileceği role dikkatleri çekmesine
neden oluyor: “Milli Birlik Hükümeti’nin NATO ve
CENTO’ya bağlılığı dünyaya ilan edilmiş, eski
dostlukların -ve de düşmanlıkların- olduğu gibi sürdürüleceği,
Amerikan hükümetinin tam güvenini kazanmış bir
diplomat olan Selim Sarper’in Dışişleri Bakanlığı’na
getirilmesiyle açıkça belli olmuştu. Sanırım İran
Şahı, Menderes ile Zorlu’nun Moskova’ya yakınlaşma
siyasetine yöneldikleri kanısına varınca DP iktidarının
askeri bir darbe ile düşürülmesinden rahatlık da
duymuştu. Sonradan söylenenler yazılanlar doğru ise,
İran gizli servisleri Türk ordusunda darbe hazırlıkları
yapıldığından haberli idi. Bu istihbaratı İranlıların
CIA kanalıyla aldıkları düşünülebilir, çünkü
1953 yılında Musaddık’ı deviren komployu başarıyla
sonuçlandırdığından beri CIA’nın İran haberalma
servisleriyle sıkı işbirliği halinde olduğu
bilinmektedir. Belki de Şah, Menderes’in Moskova
ziyaretinin kendilerine danışılmadan kararlaştırılması
üzerine Amerikalıların DP iktidarını kaderiyle başbaşa
bırakmayı uygun gördüklerini anlamıştı.”
Yalçın
Küçük’ten farklı bir yaklaşım
12
Mart 1971’de Başbakanlık koltuğundan
indirilen Sileyman Demirel, 27 Mayıs ve 12
Mart’ta Amerika’nın rol oynadığına inanıyor.
Cüneyt Arcayürek’in Yeni Demokrasi Yeni Arayışlar,
1960-1965 başlıklı kitabında Demirel,
“1960’ların başında Türkiye, NATO ve
ABD’nin hemen her istediğini yapmış, NATO ve
ABD’nin sadık bir müttefiki ve her vecibesini
yerine getirmiş bir ülkedir. Sadakatinde o kadar
ileri gitmiştir ki, Sovyetler Birliği’nin yumuşak
karnında oturmasına rağmen kendini topun ağzına
koymaktan çekinmemiştir. Topun ağzına koymuştur
kendini. İzmir’e jüpiter füzelerinin konulmasına
müsaade etmiştir. İhtilal Türkiye’ye NATO ve
CENTO’ya bağlıyız diye gelmiştir. Bir
iktidarı deviren ihtilal bile, bu sadıkane bağlılıktan
kendini kurtaramamıştır. O kadar ki, jüpiter füzeleri
1960 Ağustosu’nda, yani ihtilalden bir kaç ay
sonra gelmiştir Türkiye’ye.” demektedir.
Marksist
solun önemli isimlerinden Yalçın Küçük’e
yer vermek gerekir. 27 Mayısçılar’ın
darbe yapma gerekçelerinden biri de üniversitelerdeki
öğrenci olaylarıdır.
28-29
Nisan 1960 Öğrenci Gösterileri’ni organize
eden gençlik liderlerinden biri olan Yalçın Küçük
şöyle diyor: “27 Mayıs öncesinde Türkiye’de
bir ciddi istikrarsızlık görüldüğü açıktır.
27 Mayıs sonrasında ise CIA’nın gelmekte olan
askeri müdahaleyi haber aldığı ve Türk yönetenlerine
haber vermediği kesine yakın bir biçimde gösterilmiş
bulunuyor. Bu nokta 1960 tarihindeki askeri müdahalenin,
Washington’un bilgisi çerçevesinde gerçekleştirildiği
yollu değerlendirmelerin temelini oluşturuyor.” |
|