|
-
Ahmet
Uluçay ne Yeşilçam’a ne de 90’lı
yılların Holywood özentisi kuşağına
ait olan bir sinemacı. Yaşadığı
zaman ve mekânın imkânsızlıklarını
dehasıyla aşan Uluçay, yokuş yukarı
akarak ve olmayan mecrasını tırnaklarıyla
kazarak geldiği bu noktada, yıllardır
rüyasını gördüğü uzun metrajlı
filmine de nihayet kavuştu. “Karpuz
Kabuğundan Gemiler Yapmak” adlı film
önümüzdeki aylarda vizyon imkânı
arayacak.
|
|
|
25 Mayıs akşamı
Taksim Atatürk Kitaplığı’nın küçücük
salonunda seyrettiğim yedi kısa filmle tanıştım
Ahmet Uluçay’ın o hassas, rafine ve alabildiğine
renkli iç dünyasıyla. Şimdiye dek hakkında kaleme
alınanlar dolayısıyla zihnimde bir telefon ajandasında
durur gibi sadece isim olarak yer bulan bu sanatçının
yapıtlarına çivileme daldım ve hiçbir hayâl kırıklığına
uğramadım. Gerçi hazırlıksız değildim. Hakkında
az da olsa kaleme alınan birkaç yazıdan haberdardım.
Ancak bütün o yazılanların öznesi olan yapıtla doğrudan
bir bağ kuramadıktan, o seyir tecrübesini yaşayamadıktan
sonra hakkında kaleme alınanlardan ne ölçüde
istifade edebilirdim ki?
Ahmet Uluçay’ın
kısa filmlerinde her sekansın, hatta her karenin uzun
uzun muhasebesi yapılmış, bir derviş sabrıyla çilesi
doldurulmuş. Çünkü onda ve poetikasında tercüme ya
da özenti hiçbir şey yok. Yapıtlarında, milyonlarca
dolar harcanmasına rağmen tekdüzelikten, sığlıktan
kurtulamayan Postyeşilçam ve Küçük Holywood
filmlerine inat, kendisine ait alabildiğine zengin ve
ufuksuz bir dünya var. O dünyayı temaşa ederken, bu
dervişane vizyonun, seyirciyi kendisiyle kurabildiği
diyaloğa ve paylaşmaya bağlı olarak adeta kanatlandırdığını
hissetmek mümkün.
Her ne kadar söyleyenini
hatırlayamasam da, seyrettiğim kısa filmler boyunca
“Çocukluğunu al ve kaç. Zira sahip olduğun tek şey
odur” sözü beynimde sürekli yankılandı. Evet, Uluçay
çocukluğuna, yani pek çok insanın ‘moda bir tüketim
nesnesi’ olarak, sözümona hayıflanarak hatırlarmış
gibi yaptığı döneme, öylesine sahip çıkmış ki,
onun içinde bulunduğu koşullarda ve yetişme şartlarında
birinin kolayca düşeceği mahallilik ve nahiflik gibi
tuzaklardan kendini korumayı başardı ve hatta içinde
bulunduğu ‘dezavantajları’ dahiyane çözümlerle
birer avantaja ve zenginliğe, imkânsızlıkları imkâna
çevirmeyi başardı. Tıpkı her dahi sanatçının başardığı
gibi.
SİNEMANIN YUNUS
EMRE’Sİ
Uluçay, kısa
filmlerinde, hem her filmin biricikliğini gözeterek
yelkenini farklı rüzgârlarla şişirmiş, hem de
alabildiğine kendisi olduğu o yalın diliyle sürekli
aynı konuyu anlatmayı başarmış. Kimi kareleri
haiku’ların yalın ve zengin dünyasıyla yarışıyor.
Uluçay’ın
filmografisinde ironi ve paradinin çok önemli bir yeri
var. Özellikle “Şeytan
Çıkarma” (Exorciste) ve “Uzun Metrajlı Filmin
Resmi” adlı çalışmaları Uluçay’ın bu özelliğini
vurgulayabilmek için biçilmiş kaftan niteliğinde örnekler.
Batılı bir kült korku filminin adaşı olan “Şeytan
Çıkarma”da Uluçay, batılı bir temayı alabildiğine
doğulu bir nefesle yerle bir ediyor. “Uzun Metrajın
Resmi”nde ise sinemamızın yakalayamadığı yerli
bir damarı hissettiriyor. “Optik Düşler”de ya da
“İnci Deniz Dibinde” adlı filmlerde, sahile vuran
çer çöpü toplayan lodosçu sinemacıların aksine,
vurgun yeme pahasına denizin dibindeki inciye talip
olan gerçek bir sanatçının perdeye yansıttığı rüyalar
ta gönlünüze nüfuz ediyor. Uluçay, gönülden gönüle
giden o bilinmez yolu birkaç arşınlık filmleriyle inşa
ediyor.
Mizansenlerin ve
canlandırmaların Uluçay’ın filmlerinde aldığı o
özel yerden bahsetmeden geçmek olmaz. Öncelikle hiç
birinin filmlerde ‘maksat animasyon’ olsun diye
konmadığını, filmin bütünlüğü içinde hiçbiri
yapıştırma bıyık gibi sırıtmayan bu çalışmaların,
kimi kısa filmlerinde adeta başrolde yer aldığını
vurgulamak isterim. Bu bazen oyunbaz bir gölge, bazen
kendi kendine yürüyen bir ayakkabı, bazen de içinde
bir gözün yer aldığı yumurta.
Bir Uluçay filmi
izlemek demek, başka hiçbir filmde rastlanılmayacak
ayrıntılara hazırlıklı olmak demek.
ÖZEL
BİR ADA DAHA!
Ayşe
Şasa, “inşallah biz yanılırız da değeri
anlaşılır” diyor Ahmet Uluçay için. Bu
noktada aşık olduğu pelikülle dünyalar kuran,
koltuk değneğinden kanat yapan Uluçay’ın
özel bir ada olduğunu söylemek ve hemen her
müstesna insan için söylenebileceği gibi,
mahallede özel bir ada keşfetmiş hal olmadığı
realitesine tosladığımıza hayıflanmak hiç de
abartı olmaz. Tıpkı Cahit Zarifoğlu’nda olduğu
gibi. Ancak metropollerimizin hali ve merkezi
mesken tutarak isminin başına sanatçı sıfatını
getiren o kofluğun yüceltilmesiyle her gün karşı
karşıya olduğumuz için Ahmet Uluçay iyi ki
bir köyde büyümüş, herşeyi dönüştüren ve
yutan merkez onu fark edememiş ve filmlerini
kendi bildiğince yapmasına müdahil olmamış
demek zorundayım. Şimdi ender de olsa seyretme
imkânı bulduğumuz bütün o filmlerinin
güzelliği, Uluçay’ın kendi yağıyla
kavrulmaktan başka çaresinin olmamasının bir
sonucu belki de.
Metin
Erksan gibi bir yeteneği bile boğmayı başaran,
Emel Sayın filmi çektirmek zorunda bırakan bu
kimliksiz ve sığ sinema ortamının dışında
kalması, onu sıradan bir vasatistan vatandaşı
olma tuzağına düşmekten korudu.
Bürolarda
dağ gibi yığılan ve asla gerçekleşmeyen sayısız
film projesine imza atmaktan ister istemez
‘rate’ olan nice isimsiz cevher ve cevherimsi
kervanına dahil olmadı ve yaptıklarıyla bir
mücevher gibi parlıyor. Zaten ancak sinemamızın
yoz ve arabesk medeniyetine dahil olmayan öncü
bir ‘bedevi’ sanatçıdan böylesi üst
düzeyde eserler sadır olabilirdi.
“Uzun Metrajlı Filmin Resmi”nde hıdrellez
dolayısıyla ağaca bağlanan peliküller nihayet
tutmuş olmalı ki Uluçay’ın uzun metrajlı
film rüyası kısa metrajlı bir filminin adından
ibaret kalmadı. Ahmet Uluçay’ın ilk uzun
metrajlı filmi olan “Karpuz Kabuğundan Gemiler
Yapmak” adlı çalışmasını sabırsızlıkla
bekliyorum |
- KAYIP
- FOTOĞRAFLAR
- ALBÜMÜ
-
- Cengiz Coşkun
|
- Karabaşın
Arzıhali
-
- Sıkılıyorum efendim.
- En çok da korkuyor ve üşüyorum
- yüzünüzden.
- Ceberut ve buyurgan ve çatık
kaşlı bir gayrı menkul olan gövdenizden.
- Oyun oynamasını
bilmiyorsunuz.
- Şakadan anlamıyorsunuz.
- Anlamıyorsunuz san’attan,
incelikten.
- Hasta oluyorum,
- Yaralanıyorum,
- doğuyorum,
- evleniyorum,
- çoğalıyorum,
- ölüyorum,
- yıkılıyorum,
|
- uykularımı deprem çadırımı
çamur basıyor.
- Sonsuz imzalı kağıtlar yığıyorsun
önüme.
- Boğuluyorum.
- Bana güvenmiyorsun.
- İkametkâh, nüfus cüzdanı
sureti, sabıka kaydı istiyorsun her fırsatta.
- Beni bana rağmen dış ve
iç
- düşmanlardan koruyorsun ısrarla.
- Konuşsam; işaret parmağın
ayarlı azara.
- Düşünsem; zaptiyeler ve
kolluklar doluşuyor beyin kıvrımlarıma.
- Efendim.
|
- Dünya değişiyor.
- Senin de değişmeni
istiyorum.
- En azından denemeni.
- Çok kolay bir şey değil
istediğim.
- Dudaklarının uç kıvrımları
yukarıda,
- göz bebekleri hareketli,
- şakadan anlayan, fıkralara
gülen,
- karşılıklı çay içip
sigara
- tellendirebileceğim,
- sırt çantamda okula,
- sepetimde pikniğe
götürüp
- getirebileceğim,
- beraber türküler
söyleyebileceğim,
- sesi sesime ayarlı,
- rengi rengime uyan
- menkul ve makul bir gövden
olsun istiyorum.
- Çok mu?
|
|