|
Müslüman
savaşları çağı 1980’lerde soğuk
savaşın çöküşü ile başlamıştır.
1980’de Irak, İran’a saldırdı
ve ardından çıkan savaşın bilançosu
en az 500 bin ölü oldu. Aynı dönemde
Sovyetlerin Afganistan’ı işgali,
1989’da Sovyetleri çekilmeye
zorlayan dinamik bir direnişin doğmasına
neden oldu |
|
|
Çağdaş küresel
politikaların en önemli sorun alanı çağımızda Müslümanların
savaşlarıdır. Müslümanlar, diğer uygarlıkların
halklarından çok daha fazla, hem kendi aralarında hem
de gayrimüslimlerle çatışmaktadırlar. Müslümanların
savaşları, soğuk savaşın uluslararası çatışma
formunun yerini almaktadır. Bu savaşlar, terörizm,
gerilla savaşları, sivil savaşlar ve devletler arası
çatışmaları kapsamaktadır.
Müslümanların şiddetlerinin
bu örnekleri, İslam ile batı arasında veya İslam
ile ötekiler arasında büyük bir medeniyetler çatışmasına neden
olabilir. Bu çatışma önlenemez olmamakla birlikte, Müslümanlarla
ilgili olarak, daha çok dağınık, birbirinden farklı
ve belli sıklıkta devam edeceğe benzemektedir.
Müslüman savaşları
çağı 1980’lerde soğuk savaşın çöküşü ile başlamıştır.
1980’de Irak İran’a saldırdı ve ardından çıkan
savaşın bilançosu en az 500 bin ölü ve yüzbinlerce
yaralı oldu. Aynı dönemde Sovyetlerin Afganistan’ı
işgali, 1989’da Sovyetleri çekilmeye zorlayan
dinamik bir direnişin doğmasına neden oldu.
Bu zafer Amerikan
teknolojisi, Pakistan’ın eğitim ve yardımı, çoğunluğu
Arap ülkelerinden olmak üzere İslam ülkelerinden
binlerce savaşçının katkıları ile mümkün oldu.
Ardından Saddam Hüseyin
Kuveyt’i işgal ederek ilhak etmeye kalkıştı. Birleşik
Devletler Saddam’a karşı, içinde İslam ülkelerinin
de bulunduğu uluslararası bir koalisyonu organize
etti.
1990’larda şiddet
Bosna, Kosova, Makedonya, Çeçenistan, Azerbaycan, Keşmir,
Hindistan, Filipinler, Endonezya, Ortadoğu, Sudan ve
Nijerya’da Müslümanlarla ve gayrimüslimler arasında
meydana geldi.
Dünya genelindeki
Müslüman organizasyonlar ve teröristler kadar
Afganistan savaşından kalan mücahit savaşçılar da
bu çatışmaların birçoğunda merkezi rol oynadılar
.
1990’ların
ortalarında, Müslümanların kendi aralarında ve
gayrimüslimlerle çatışmalarının yaklaşık yarısı
etnik çatışmalardır. The Economist’ten bir uzmana
göre Müslümanlar, 1983-2000 arasındaki 16 büyük
uluslararası terörist eylemin 11’inden belki de
12’sinden sorumludurlar.
Amerika’nın terörizmi
destekleyen ülkeler listesindeki 7 ülkenin 5’i İslam
ülkesidir. Terörizmle ilişkileri olan yabancı
organizasyon listesinde de durum aynı.
1980-1995 arasında
ABD silahlı kuvvetlerinin denizaşırı 17 askeri
harekatı Müslümanlara karşı oldu. Uluslararası
stratejik çalışma enstitüsüne göre 2000 yılında
2/3 ü Müslümanlarla ilgili 32 silahlı çatışma
meydana gelmiştir. Oysa Müslümanlar dünya nüfusunun
sadece 1/5 ini oluşturmaktadırlar.
11 Eylül’de başlayan
şiddeti yeni savaş olarak tanımladı yetkililer.
Ancak, zannedildiği gibi bu yeni bir savaş değildir.
Bu yeni durum, Müslümanlarla ilgili önceki şiddet örneklerinin
artarak devam etmesinden ibarettir. Bununla birlikte önceki
İslami terörizm, göreceli olarak daha sınırlıydı.
1983’de Beyrut’ta ABD Marinasına saldırıda 299
insan öldürüldü. 1988’de Panam Havayolları’na
saldırıda 270, 1998 ABD’nin Afrika büyükelçiliklerine
saldırıda 224 kişi öldürüldü. Farklı İslam ülkeleri
ve Müslüman grupların bu saldırılarla ilişkileri söz
konusudur..
1993 başlarında
Amerikalılara ve Amerikan faaliyetlerine saldırıların
arkasında ve merkezinde Usame Bin Ladin görünüyordu.
11 Eylül, yaklaşık 40’dan fazla ülkede örgütlenmiş
hücreleriyle uzman ve kaynaklarıyla mükemmel terörist
saldırı planları yapabilecek bir global teröristin
varlığının farkına vardırdı. Öte yandan ilk defa
iletişim ağının
felç olması ABD içinde devasa bir etki yarattı
ve bu hareket kimyasal ve biyolojik saldırı ihtimalini
kuvvetlendirdi. Müslüman savaşları çağı Amerikanın
içine kadar girdi.
Hiç kuşkusuz bu
savaşların çeşitli sorumluları var. Hıristiyanlara
karşı devam eden savaşta Sudanlılar, Gazze ve Batı
Şeria’ya yerleşmek ve askeri varlığını sürdürmek
yoluyla ikinci intifadanın başlamasından ve de
provokasyonundan İsrail sorumludur. Bütün
bunların üzerinde yine de Müslüman savaşları çağı
birçok genel olayda kendi köklerinden kaynaklanan
nedenlere sahiptir. Ancak bu, İslam inancı ve
doktrininin mirasının tabiatı gereği değildir. Hıristiyanlıkta
olduğu gibi taraftarlarınca barış için de, savaş için
de kullanılabilir. Çağdaş İslami savaşların
temelinde politik nedenler yatmaktadır.
Yoksa 17. Yüzyılın dinsel doktrinleri değil.
İlk önce hemen
her yerde geçtiğimiz birkaç on yılda Müslüman
toplumlar arasında İslami kimlik, İslami hareket ve
İslami bilinçte, sosyal, kültürel ve siyasal
alanlarda ciddi gelişmeler oldu. Söz konusu bu İslami
diriliş birçok alanda olduğu gibi yapıcıdır.
Modernleşme ve globalleşmenin önemli nedenlerinden
biridir. Müslüman yönetimlerin yetersiz kaldığı ve
çözemediği işsizlik, eğitim, sağlık, refah, moral
değerler ve sosyal yardımlar konusunda
İslami organizasyonlar gelişen kentsel Müslüman
nüfusun ihtiyaçlarıyla buluştular ve karşılamaya
çalıştılar. Buna ek olarak birçok Müslüman
toplumda İslamcılar aşırı baskıcı rejimlerin
tabii muhalifi rolünü üstlendiler.
Bu İslami diriliş
aynı zamanda bazı küçük marjinal gruplar arasında
da yayıldı ve bunlar terörizmin ve gayrimüslimlere
karşı gerilla savaşlarının potansiyel elemanları
oldular. İkincisi genel olarak İslam dünyasında ve
özel olarak da Araplar arasında, batıya ve onun
zenginliğine refahına gücüne ve kültürüne karşı
büyük bir haset, düşmanlık ve çekememezlik söz
konusudur.
Bu kısmen, 20. yüzyılın
önemli bir bölümünde, İslam dünyasındaki batı
emperyalizminin ve egemenliğinin, kısmen de batı
politikalarının sonucudur. 1991’den beri Irak’a
yapılan Amerikan saldırılarının İsrail’le
Amerika arasında devam eden yakın ilişkilerden
kaynaklanmaktadır. Bu reaksiyon, Müslüman toplumların
batı tarafından desteklenen kendi baskıcı hantal ve
rüşvetçi yönetimlerine olan tepkilerinden daha yaygındır.
Üçüncüsü, İslam dünyasındaki kültürel,
politik, etnik, dini ayrılıklar ve farklılıklar Müslümanlar
arasında şiddeti teşvik etmektedir. Aynı zamanda değişik
İslami grupların ve İran ve Suudi Arabistan gibi yönetimlerin,
kendi aralarında, kendi İslami anlayışlarını yayma
noktasındaki rekabetleri gereği, Bosna’dan
Filipinler’e kadar İslami grupları, müslüman
olmayanlara karşı savaşlarında desteklemektedirler.
Eğer bir yerde iki
egemen, dominant devlet olsaydı İslam dünyasında, ki
Osmanlı İmparatorluğunun sona ermesinden beri olmamıştır,
müslüman dünyada daha az şiddet olurdu. Muhtemelen müslüman ve gayrimüslim dünyada da daha az
olurdu. Dördüncüsü, İslami diriliş birçok İslam
toplumunda yüksek doğum oranıyla eş zamanlı olarak
ortaya çıktı. Bu hızlı nüfus artışı 16-30 yaş
arasında geniş bir nüfusu patlamasına yol açtı ki
bu da “gençlik patlamasını” doğurdu. Bu yaşlardaki
erkekler ortaöğretim, teknik ve yükseköğretimde yığılmakta,
çoğunluğu işsiz ve bu nedenle batıya göçmekte
radikal örgütlere ve siyasal partilere üye olmakta,
az bir kısmı da müslüman gerilla örgütlerine ve
teröristlere katılmaktadırlar. Bu faktörler müslümanlarla
ilgili geniş ve yaygın şiddetin kaynakları arasındadır.
Günümüze kadar bu şiddet geniş ölçüde lokal ve sınırlıydı.
Bu durum İslam, batı
ve diğer uygarlıklar arasında geniş bir
uygarlıklar savaşına yol açar mı? Bu, Usame Bin
Ladin’in açık bir hedefidir ve de nitekim ABD’ye
cihad ilan etti. Müslümanlardan, Amerikalıları gördükleri
yerde öldürmelerini istedi ve cihad için müslümanların
her yere dağılmalarını emretti.
İslamın çeşitli
versiyonları nedeniyle bu arzusunda başarılı olamadı.
Diğer taraftan ABD terörizme karşı global savaş
ilan etti. Fakat gerçekte birçok yönetim farklı birçok
terörist gruba karşı savaşmaktadır. ABD öncelikle
Alkaide ile ilgilenmektedir. Diğer yönetimler ise
kendi lokal teröristleriyle ilgilenmektedirler. Bir
genel uygarlıklar çatışmasını yaratacak mevcut
potansiyel, 11 Eylül’e tepkiler ve ABD’nin cevabı
uygarlıklar ekseninde yer aldı. Batılı yönetimler
ve milletler terörizmle savaşta ABD’den yana tavır
koymaktadırlar. Bu yargı özellikle Anglo kültüre
sahip İngiltere, Kanada ve Avustralya için doğrudur.
Bu ülkeler ABD’yi derhal askeri kuvvetlerle de
desteklediler. Kendilerini ABD’nin sorunlarıyla bütünleştiren
Almanlar, Fransızlar ve diğer Avrupa toplumları
ABD’ye desteklerini ilan ettiler. Bunlar ABD’ye yapılan
saldırıyı kendilerine yapılmış gibi kabul ettiler.
Bu bakış kendini ünlü Le Monde gazetesinin
“Hepimiz Amerikalıyız” manşetiyle su yüzüne çıkardı
ve Berlin’lilerin sesleri “bizler New Yorkluyuz”
diye yankılandı. Başkan Kenedy Meydanı’nda Batı dışındaki
gayrimüslim dünyada da Rusya’da Çin’de
Hindistan’da Japonya’da saldırıya reaksiyon destek
gördü ve sempati ile karşılandı. Hemen hemen tüm müslüman
yönetimler terörist saldırıyı kınadılar. Kuşkusuz
kendi otoriteryen rejimleri için tehdit oluşturan aşırı
radikal İslamcı gruplarla
ilişkilendirerek.
Sadece Özbekistan,
Pakistan ve Türkiye, ABD’ye doğrudan destek verdi.
Arap ülkelerinden sadece Ürdün ve Mısır ABD’yi
onayladı. İslam ülkelerinin çoğunda halkın çoğu
terörist saldırıyı kınadı, çok küçük bir kısmı
da saldırıyı onayladı. Ve yine büyük bir kısmı
ABD yi suçladı.
ABD ve müttefiklerinin
daha şiddetli ve uzun süren askeri güç kullanımları
muhaliflerine karşı müslümanların daha yaygın ve
şiddetli reaksiyonlarına neden olacaktır. 11 Eylül
batının birleşmesini sağladı. 11 Eylül’e cevabın
uzaması da İslam birliğini sağlayabilir. Müslüman
savaşları çağı, nedenler ortadan kalkarsa ya da
kaldırılırsa sona erecektir. İran da açıkça olduğu
gibi nesillerin başarısı ile İslami şuurun şiddeti
azalabilir. Müslümanların batıya düşmanlıkları
ABD’nin İsrail’e yönelik politikasının değişmesi
ile azaltılabilecektir.
Yine de uzun dönemde
İslam ülkelerinde ekonomik sosyal ve siyasal koşullarda
iyileşme gerekli olacaktır. Kendi halkının temel
ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayamayan ve
özgürlükleri kısıtlayan baskı uygulayan yönetimler
hem kendilerine hem de kendilerini destekleyen batıya
karşı şiddete dayanan muhalefet üretmektedir. Bunun
gibi bazı müslüman olmayan ancak müslüman nüfusu
kontrol eden Rusya, Hindistan ve İsrail gibi yönetimlerde,
kendi tarzları olarak yanlış yönetimleri tercih
etmektedirler.
İslam dünyasının
içinde bulunduğu bu dağınıklık yakın gelecekte
ortadan kalkacak gibi görünmemekle birlikte nüfus
hareketleri ve gelişmeleri oldukça olumludur. Birçok
İslam ülkesinde doğum oranları düşmektedir.
Balkanlarda bu oldukça dramatik bir hal almıştır.
Arabistan dahil bazı Müslüman toplumlarda bu oran
hala yüksektir.
2020’lere kadar Müslüman
toplumlarda genç nüfus sorunu azalacaktır. Mantıken
bundan sonra Müslüman savaşlarının çağı tarihe
mal olacak ve yeni çağda dünya toplumları arasında
başka şiddet formları hakim olacaktır. n
(Newsweek
Aralık 2001-
Şubat 2002 Davos eki)
|