ANALİZ
Michael Billington / Çev: Musa Ceylan
 

MAOİZMİN OLUŞUMUNDA İNGİLİZLERİN ROLÜ

 
İngiliz eğitiminden geçmiş jakobenlerin Fransız Devrimi sırasında terör yaratması gibi, Maoizm de izleyen yarım yüzyılda Çin'i 1966 - 1976 yılları arasında Kültür Devrimi kabusu ile doruğa ulaşan ilkel bir cehenneme geri çevirmeye yaradı.

1960’ların sonu ve 1970’lerin başında Çin, tüm dünyada İngilizlerin sponsorluğunda ortaya çıkmaya başlayan pek çok terörist operasyon için bir eğitim merkezi haline geldi. Bu çerçevede, İngilizlerin, I. Dünya Savaşı’nı müteakip Versay Antlaşması sırasında yaratılan “güç dengesi” yapısının çoklu parçalarından biri olarak Çin Komünist Partisi’nin ve Maoizmin oluşumunda ve gelişmesinde kritik bir rol oynadıklarını önemle kaydetmek gerek. O tarihsel dönüm noktasında İngilizler, özellikle, Çin’in başta gelen cumhuriyetçi lideri Dr. Sun Yat-sen’in, Konfüçyüsçü manevi gelenek, Rönesans’tan gelen Hıristiyan hümanist gelenek ve Amerikan ekonomi politik sisteminden oluşan eşsiz kombinasyonu ile Çin’i modernleştirme ülküsünde başarılı olabileceği endişesi taşıyorlardı. Böyle bir politika, Çin’i dünyadaki büyük güçlerden biri olma yoluna sokacaktı ki, bu Londra’nın tercih ettiği “dengeyi” şiddetle sarsacaktı. Pratikte bu “güç dengesi” İngilizlerin kontrolü elde tutmasını sağladı. Bu, üstün bir kültür sayesinde değil, fakat palazlanan her gücün tahrip edilmesi ve boyunduruk altına alınan sömürge ve yarı-sömürgelerin kaynaklarının emilmesi sayesinde mümkün oldu.

Sun Yat-sen’in Çin için programı, Avrupa ve ABD’deki cumhuriyetçi güçlerle işbirliği içerisinde tüm Asya’nın kalkındırılmasını öngörüyordu. Bu durum, İngiliz finans gücünün dünyadaki süregiden egemenliği için olabilecek en büyük tehlike sayıldı. İngiliz politikasında adet olduğu üzere, bir yandan Sun’un teşkilatına karşı belli doğrudan tedbirler alırken, güçlü bir cumhuriyetçi Çin’in doğmasını önlemek amacıyla bir yandan da Sun’un Milliyetçi Partisi’ne karşı radikal bir karşı-devrimci güç yaratılmasına koyuldular.

Sonuç Maoizmdi. Aynen İngiliz eğitiminden geçmiş Jakobenlerin Fransız Devrimi sırasında terör yaratması gibi, Maoizm de izleyen yarım yüzyılda Çin’i, 1966-1976 yıları arasındaki Kültür Devrimi kâbusu ile doruğa ulaşan ilkel bir cehenneme geri çevirmeye yaradı. İşte bu kâbus sırasındadır ki İngilizler, dünyanın dört bir köşesinde yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan abartısız onlarca terörist hareket liderini eğitim için Çin’e intikal ettirdi.

 
Kültür Devrimi

Russell’ın çalışması, Kültür Devrimi ile uygulama alanına kavuştu. Burada, onun insan anlayışının kötü yüzü, Mao yönetimi altında gerçekte şeytani bir uygulamaya dönüştürüldü.

Russell’ın talep ettiği üzere ailenin parçalanması (çocukların da Klasik öğretileri –Batılı veya Çinli – izleme suçunu işledikleri için ebeveynlerini kınamaya zorlanması); Dewey’ın “yaparak öğrenme” talimatına uyarak okulların kapatılıp öğrencilerin “köylülerden öğrenmek” üzere kırlara gönderilmesi suretiyle gelişmiş öğrenimin tahrip edilmesi; her ailenin sahip olabileceği çocuk sayısını sınırlamak suretiyle Malthusçu doğum kontrol politikaları izlenmesi; “anti-otoriteryen” bir gazaba sürüklenmiş gerçekten milyonlarca gencin kitleler halinde ülkeyi dolaşıp kitapları ve sanat eserlerini yoketmesi, diledikleri kişilere işkence etmesi yahut öldürmesi.

Mao’nun yandaşları, aydınlara ve Klasiklere karşı bir “Konfüçyüs Karşıtı Kampanya” bile yürüterek, Konfüçyüscü bilginleri diri diri toprağa gömdüğü için adı kötüye çıkmış tiran Ch’in Shi-huang’ı övüyorlardı. Şöyle diyordu Mao: “İmparator Ch’in topu topu 460 bilgini diri diri gömdü. Biz ise 46.000 bilgin gömdük. Fakat, karşı devrimci aydınları öldürmedik mi?”.
İşte bu dönemdedir ki Kızıl Kmerlerin Pol Pot’u, Aydınlık Yol’un Abimal Guzman’ı ve onlarca başka terörist fanatik eğitim için Çin’e geldi –genellikle de Londra’nın sponsorluğu altında. Eşzamanlı olarak, gelişmekte olan “kurtuluş ilahiyatı” hareketi, Maoizmi yüceltici bir uluslararası kampanya başlatıyor, Kültür Devrimi’nin vahşet ve kitle kıyımını bir ütopya cenneti olarak tarif ediyordu.
 


1842 Afyon Savaşı’nı müteakip 19. yüzyılda Çin’i giderek kontrolü altına alan İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, Maoizme giden süreci aslında 1877’de başlattı. Bu tarihte, afyon bağımlısı bir radikal Çinli genç olan Yen Fu’yu eğitim için İngiltere’ye yolladılar. Yen Fu’nun görevi, Herbert Spencer ve Adam Smith gibi İngiliz ampirizminin önemli eserlerini tercüme etmekti. Buradaki amaç, bir yandan genç Çin entelijansiyasını hedonistik ve irrasyonel dogmalara garketmek; bir yandan da, bu Aristocu İngiliz felsefesinin “batı düşüncesi” ile bir ve aynı olduğu, özellikle de gerçekte anti-bilimsel olan bu ideolojinin modern bilim ve modern sanayi ekonomilerinin gelişiminin temeli olduğu şeklindeki yanlış izlenimi Çinlilere aşılamaktı.

Her ne kadar Sun Yat-Sen, İngiliz İmparatorluğu’nun ve gerisinde yatan İngiliz amprisist ideolojisinin şerrini 20. yüzyıl dünya liderlerinin hepsinden belki de daha iyi anlamışsa da, 20. yüzyılın başlarındaki genç Çin aydınlarının çoğunluğu radikal İngiliz liberalizminden derinden etkilendiler. Bununla birlikte, İngilizlerin Çin’de sömürge gücünü koruma ve genişletme niyetlerine ilişkin Sun Yat-sen’in acil uyarıları Versay Antlaşması ile teyid edilince Çinliler şiddetle tepki gösterdiler. 4 Haziran’da Tiananmen Meydanı’ndaki katliamla sonuçlanan 1989 Pekin Baharı’na benzer şekilde, Pekin Üniversitesi’nden tüm Çin’e bir öğrenci isyanı yayıldı. 4 Mayıs 1919’da başlayan bu öğrenci isyanı ve izleyen birkaç yıldaki siyasi hareketler tarihte “4 Mayıs Hareketi” olarak bilinir. Bu hareketin Dr. Sun’u ve onun fikirlerini destekleyen bir cumhuriyetçi-milliyetçi kalkışmaya dönüşme potansiyeli, İngilizlerin öncülüğündeki sömürgeci güçlere ciddi bir tehdit olarak değerlendirildi.

RUSSELL VE DEWEY ÇİN'DE

Bu “tehdide” karşı koymak, esas olarak kültürel bir mücadeleyi gerektiriyordu. İngiltere bu amaçla, 20. yüzyılın en şer şahsiyeti olarak bilinen adamı, Bertrand Russell’ı Çin’e gönderdi. Amerikan “Pragmatizm” okulunun kurucusu ve hayattaki işi klasik eğitimin tahrip edilmesi olan John Dewey de ona katıldı. Dewey’in çifte işlevi vardı: bir gazeteci olarak ve Çin’in yağmalanmasını yürüten bankacılık kuruluşlarının (özellikle de House of Morgan’daki dostlarının) politikalarının reklamcısı olarak.

Kritik 1919-1921 döneminde Çin’de olan Russell ve Dewey, ikisi birlikte, 4 Mayıs Hareketi’ni Dr. Sun Yat-Sen’in cumhuriyetçi ilkelerinden saptırma çabalarına öncülük ettiler. Her ikisinin de yazıları zaten 1910’larda tercüme edilmiş, Çin’e yayılmıştı bile. Onların Pekin ve Şanghay’daki derslerinden, komünist bir hareketin çekirdek lider kadrosu ortaya çıktı.

Sun Yat-Sen, hem Çin-Konfüçiyen hem de Batı-Hıristiyan kültürünün en iyi hümanist geleneklerine dayanmış, bir yandan da Batı Aristoculuğu ve onun Çin’deki muadili Legalizm ve Taoizmin oligarşik geleneklerini reddetmişti. Russell ve Dewey ise tam da bunun tersini yaptı. Konfüçyanizm ve Hıristiyanlık, Çin’deki geri kalmışlığın sebebi olarak gösterildi. Russell ve Dewey, gelişmenin, İngiliz radikal felsefecilerinin liberteryen ve serbest ticaret dogmasının kabulüne ve Legalistlerin “pragmatik” yönetim biçimiyle Taoizmin “anti-otoriter” mistisizmine geri dönüşe bağlı olduğunda ısrar ediyordu.

Russell Çin’e bir Rusya turunun hemen arkasından geldi; Çin seyahatinin sponsorluğunu “Din Karşıtı Cemiyet” yaptı. Rusya’daki Bolşevik liderliği bazı açılardan açıkça eleştirse de örgütlenme ve amaçlarını övüyor, dersleri yoluyla Marksist-Leninist fikirleri Çin’e sokuyordu. Ona göre Bolşevizm Batı Avrupa’da başarılı olamazsa da o zamanki gelişme safhasında Çin’e faydalı bir şekilde tatbik edilebilirdi. (Mao’nun Russell ile daha sonraki anlaşmazlığı, Çin’de komünizmin uygulanması için hangi taktiklerin en uygun olduğuyla sınırlıydı). 

Russell, sömürge ulusların geri halklarının bilimsel ve teknolojik gelişmenin kötülüklerine bulaşmaksızın aslında geriliklerinde çok daha iyi oldukları şeklindeki ırkçı,  sömürgeci “asil ve vahşi” nosyonunu açıkça savunuyordu. Bu geri uluslar üzerindeki İngiliz yönetimi, istenmeyen ama gerekli bir görevdi, “beyaz adamın omzundaki yük” idi.

Russell, kendinden sonraki Mao gibi, Konfüçiyen klasikleri yakan ve Konfüçiyen bilginleri diri diri toprağa gömen Legalist İmparator Ch’in Shi-Huang’a övgüler yağdırıyordu. Konfüçiyen etkiyi ve manevi geleneğini küçümsüyordu. Russell, “kurtuluşu bulması için Çin’e bir anarşi dönemi lazım” diyordu. 

yazikonusu-jeopolitik
 
BU YAZIYA GÖRÜŞ BİLDİR


   


Yarın imzalı yazılar dergiyi diğer yazılar yazarlarını bağlar.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Dergimiz basın ahlak ilkelerine uymayı taahüt eder. Yarın 2002 ©