|
İngiliz
eğitiminden geçmiş jakobenlerin Fransız
Devrimi sırasında terör yaratması gibi,
Maoizm de izleyen yarım yüzyılda Çin'i
1966 - 1976 yılları arasında Kültür
Devrimi kabusu ile doruğa ulaşan ilkel
bir cehenneme geri çevirmeye yaradı.
|
|
|
1960’ların
sonu ve 1970’lerin başında Çin, tüm dünyada İngilizlerin
sponsorluğunda ortaya çıkmaya başlayan pek çok terörist
operasyon için bir eğitim merkezi haline geldi. Bu çerçevede,
İngilizlerin, I. Dünya Savaşı’nı müteakip Versay Antlaşması
sırasında yaratılan “güç dengesi” yapısının çoklu parçalarından
biri olarak Çin Komünist Partisi’nin ve Maoizmin oluşumunda
ve gelişmesinde kritik bir rol oynadıklarını önemle
kaydetmek gerek. O tarihsel dönüm noktasında İngilizler,
özellikle, Çin’in başta gelen cumhuriyetçi lideri Dr.
Sun Yat-sen’in, Konfüçyüsçü manevi gelenek, Rönesans’tan
gelen Hıristiyan hümanist gelenek ve Amerikan ekonomi
politik sisteminden oluşan eşsiz kombinasyonu ile Çin’i
modernleştirme ülküsünde başarılı olabileceği endişesi
taşıyorlardı. Böyle bir politika, Çin’i dünyadaki büyük
güçlerden biri olma yoluna sokacaktı ki, bu Londra’nın
tercih ettiği “dengeyi” şiddetle sarsacaktı. Pratikte
bu “güç dengesi” İngilizlerin kontrolü elde tutmasını
sağladı. Bu, üstün bir kültür sayesinde değil, fakat
palazlanan her gücün tahrip edilmesi ve boyunduruk altına
alınan sömürge ve yarı-sömürgelerin kaynaklarının emilmesi
sayesinde mümkün oldu.
Sun Yat-sen’in Çin için programı, Avrupa ve ABD’deki
cumhuriyetçi güçlerle işbirliği içerisinde tüm Asya’nın
kalkındırılmasını öngörüyordu. Bu durum, İngiliz finans
gücünün dünyadaki süregiden egemenliği için olabilecek
en büyük tehlike sayıldı. İngiliz politikasında adet
olduğu üzere, bir yandan Sun’un teşkilatına karşı belli
doğrudan tedbirler alırken, güçlü bir cumhuriyetçi Çin’in
doğmasını önlemek amacıyla bir yandan da Sun’un Milliyetçi
Partisi’ne karşı radikal bir karşı-devrimci güç yaratılmasına
koyuldular.
Sonuç Maoizmdi. Aynen İngiliz eğitiminden geçmiş Jakobenlerin
Fransız Devrimi sırasında terör yaratması gibi, Maoizm
de izleyen yarım yüzyılda Çin’i, 1966-1976 yıları arasındaki
Kültür Devrimi kâbusu ile doruğa ulaşan ilkel bir cehenneme
geri çevirmeye yaradı. İşte bu kâbus sırasındadır ki
İngilizler, dünyanın dört bir köşesinde yeni yeni ortaya
çıkmaya başlayan abartısız onlarca terörist hareket
liderini eğitim için Çin’e intikal ettirdi.
|
Kültür
Devrimi
Russell’ın çalışması, Kültür Devrimi
ile uygulama alanına kavuştu. Burada,
onun insan anlayışının kötü yüzü,
Mao yönetimi altında gerçekte şeytani
bir uygulamaya dönüştürüldü.
Russell’ın talep ettiği üzere ailenin
parçalanması (çocukların da Klasik
öğretileri –Batılı veya Çinli –
izleme suçunu işledikleri için ebeveynlerini
kınamaya zorlanması); Dewey’ın “yaparak
öğrenme” talimatına uyarak okulların
kapatılıp öğrencilerin “köylülerden
öğrenmek” üzere kırlara gönderilmesi
suretiyle gelişmiş öğrenimin tahrip
edilmesi; her ailenin sahip olabileceği
çocuk sayısını sınırlamak suretiyle
Malthusçu doğum kontrol politikaları
izlenmesi; “anti-otoriteryen” bir
gazaba sürüklenmiş gerçekten milyonlarca
gencin kitleler halinde ülkeyi dolaşıp
kitapları ve sanat eserlerini yoketmesi,
diledikleri kişilere işkence etmesi
yahut öldürmesi.
Mao’nun yandaşları, aydınlara ve
Klasiklere karşı bir “Konfüçyüs
Karşıtı Kampanya” bile yürüterek,
Konfüçyüscü bilginleri diri diri
toprağa gömdüğü için adı kötüye
çıkmış tiran Ch’in Shi-huang’ı övüyorlardı.
Şöyle diyordu Mao: “İmparator Ch’in
topu topu 460 bilgini diri diri
gömdü. Biz ise 46.000 bilgin gömdük.
Fakat, karşı devrimci aydınları
öldürmedik mi?”. İşte
bu dönemdedir ki Kızıl Kmerlerin
Pol Pot’u, Aydınlık Yol’un Abimal
Guzman’ı ve onlarca başka terörist
fanatik eğitim için Çin’e geldi
–genellikle de Londra’nın sponsorluğu
altında. Eşzamanlı olarak, gelişmekte
olan “kurtuluş ilahiyatı” hareketi,
Maoizmi yüceltici bir uluslararası
kampanya başlatıyor, Kültür Devrimi’nin
vahşet ve kitle kıyımını bir ütopya
cenneti olarak tarif ediyordu.
|
|
|
|
1842 Afyon Savaşı’nı müteakip 19. yüzyılda Çin’i giderek
kontrolü altına alan İngiliz Doğu Hindistan Şirketi,
Maoizme giden süreci aslında 1877’de başlattı. Bu tarihte,
afyon bağımlısı bir radikal Çinli genç olan Yen Fu’yu
eğitim için İngiltere’ye yolladılar. Yen Fu’nun görevi,
Herbert Spencer ve Adam Smith gibi İngiliz ampirizminin
önemli eserlerini tercüme etmekti. Buradaki amaç, bir
yandan genç Çin entelijansiyasını hedonistik ve irrasyonel
dogmalara garketmek; bir yandan da, bu Aristocu İngiliz
felsefesinin “batı düşüncesi” ile bir ve aynı olduğu,
özellikle de gerçekte anti-bilimsel olan bu ideolojinin
modern bilim ve modern sanayi ekonomilerinin gelişiminin
temeli olduğu şeklindeki yanlış izlenimi Çinlilere aşılamaktı.
Her ne kadar Sun Yat-Sen, İngiliz İmparatorluğu’nun ve
gerisinde yatan İngiliz amprisist ideolojisinin şerrini
20. yüzyıl dünya liderlerinin hepsinden belki de daha
iyi anlamışsa da, 20. yüzyılın başlarındaki genç Çin
aydınlarının çoğunluğu radikal İngiliz liberalizminden
derinden etkilendiler. Bununla birlikte, İngilizlerin
Çin’de sömürge gücünü koruma ve genişletme niyetlerine
ilişkin Sun Yat-sen’in acil uyarıları Versay Antlaşması
ile teyid edilince Çinliler şiddetle tepki gösterdiler.
4 Haziran’da Tiananmen Meydanı’ndaki katliamla sonuçlanan
1989 Pekin Baharı’na benzer şekilde, Pekin Üniversitesi’nden
tüm Çin’e bir öğrenci isyanı yayıldı. 4 Mayıs 1919’da
başlayan bu öğrenci isyanı ve izleyen birkaç yıldaki
siyasi hareketler tarihte “4 Mayıs Hareketi” olarak
bilinir. Bu hareketin Dr. Sun’u ve onun fikirlerini
destekleyen bir cumhuriyetçi-milliyetçi kalkışmaya dönüşme
potansiyeli, İngilizlerin öncülüğündeki sömürgeci güçlere
ciddi bir tehdit olarak değerlendirildi.
RUSSELL
VE DEWEY ÇİN'DE
Bu “tehdide” karşı koymak, esas olarak kültürel bir mücadeleyi
gerektiriyordu. İngiltere bu amaçla, 20. yüzyılın en
şer şahsiyeti olarak bilinen adamı, Bertrand Russell’ı
Çin’e gönderdi. Amerikan “Pragmatizm” okulunun kurucusu
ve hayattaki işi klasik eğitimin tahrip edilmesi olan
John Dewey de ona katıldı. Dewey’in çifte işlevi vardı:
bir gazeteci olarak ve Çin’in yağmalanmasını yürüten
bankacılık kuruluşlarının (özellikle de House of Morgan’daki
dostlarının) politikalarının reklamcısı olarak.
Kritik 1919-1921 döneminde Çin’de olan Russell ve Dewey,
ikisi birlikte, 4 Mayıs Hareketi’ni Dr. Sun Yat-Sen’in
cumhuriyetçi ilkelerinden saptırma çabalarına öncülük
ettiler. Her ikisinin de yazıları zaten 1910’larda tercüme
edilmiş, Çin’e yayılmıştı bile. Onların Pekin ve Şanghay’daki
derslerinden, komünist bir hareketin çekirdek lider
kadrosu ortaya çıktı.
Sun Yat-Sen, hem Çin-Konfüçiyen hem de Batı-Hıristiyan
kültürünün en iyi hümanist geleneklerine dayanmış, bir
yandan da Batı Aristoculuğu ve onun Çin’deki muadili
Legalizm ve Taoizmin oligarşik geleneklerini reddetmişti.
Russell ve Dewey ise tam da bunun tersini yaptı. Konfüçyanizm
ve Hıristiyanlık, Çin’deki geri kalmışlığın sebebi olarak
gösterildi. Russell ve Dewey, gelişmenin, İngiliz radikal
felsefecilerinin liberteryen ve serbest ticaret dogmasının
kabulüne ve Legalistlerin “pragmatik” yönetim biçimiyle
Taoizmin “anti-otoriter” mistisizmine geri dönüşe bağlı
olduğunda ısrar ediyordu.
Russell
Çin’e bir Rusya turunun hemen arkasından geldi; Çin
seyahatinin sponsorluğunu “Din Karşıtı Cemiyet” yaptı.
Rusya’daki Bolşevik liderliği bazı açılardan açıkça
eleştirse de örgütlenme ve amaçlarını övüyor, dersleri
yoluyla Marksist-Leninist fikirleri Çin’e sokuyordu.
Ona göre Bolşevizm Batı Avrupa’da başarılı olamazsa
da o zamanki gelişme safhasında Çin’e faydalı bir şekilde
tatbik edilebilirdi. (Mao’nun Russell ile daha sonraki
anlaşmazlığı, Çin’de komünizmin uygulanması için hangi
taktiklerin en uygun olduğuyla sınırlıydı).
Russell,
sömürge ulusların geri halklarının bilimsel ve teknolojik
gelişmenin kötülüklerine bulaşmaksızın aslında geriliklerinde
çok daha iyi oldukları şeklindeki ırkçı, sömürgeci
“asil ve vahşi” nosyonunu açıkça savunuyordu. Bu geri
uluslar üzerindeki İngiliz yönetimi, istenmeyen ama
gerekli bir görevdi, “beyaz adamın omzundaki yük” idi.
Russell,
kendinden sonraki Mao gibi, Konfüçiyen klasikleri yakan
ve Konfüçiyen bilginleri diri diri toprağa gömen Legalist
İmparator Ch’in Shi-Huang’a övgüler yağdırıyordu. Konfüçiyen
etkiyi ve manevi geleneğini küçümsüyordu. Russell, “kurtuluşu
bulması için Çin’e bir anarşi dönemi lazım” diyordu.
|