1-Avrupa
Birliği’nin 15 üyesinin liderleri, İspanya’da Haziran
sonunda buluştuklarında, 10 Doğu ve Güneydoğu Avrupa
devletini Birliğe yeni üyelik listesine aldılar.
Meşhur Fransız gazetesi “Le Monde”un 20 Haziran
2002’deki başmakalesinde şöyle yazıyordu: “Avrupa
Birliği tarihi bir adım atarak on yeni üye kabul
ediyor. Bu “Küçük Avrupa” denen yerin basit bir
genişlemesinden öte birşeydir. Bu Avrupa ailesinin
gerçek birleşmesidir.” Fransız gazetesine göre Avrupa
Birliği’nin yeni üyesi olmak üzere seçilmiş ülkeler
“İkinci Dünya Savaşı’nın bir sonucu olarak onyıllarca
Batı’nın refahından uzak kalmışlardı ... Ama, onlar
eski düşmanlıkları aştılar ve demokratik bir bölge
oluşturdular ...” Bu ülkeler “komünizmin çöküşünden
sonra 10 yıl boyunca büyük sabır gösterdikleri ve
Brüksel’in isteklerini yerine getirerek binlerce
sayfalık ‘komüniteryan tecrübeyi’ kabul ettiler.”
2-Ülkem
Arnavutluk tamamen unutulmuş görünüyor. Avrupa Birliği
bir Birlik ve İstikrar anlaşması için görüşmelere
başlamaya bile hazır değil. Yine de bu görüşmelerin
başlangıcı Arnavut politika ve propagandasında ana
mesele ve büyük sorun oldu. Arnavut halkına hergün
Avrupalılar tarafından ve Arnavut Propaganda mekanizması
tarafından Brüksel’in onlar için öne sürdüğü şartları
yerine getirmekten başka hiçbirşey düşünmemeleri
söyleniyor ki, ülke “Avrupa’ya girişe” hazırlanabilsin.
Arnavutlara hergün AB’ye girmenin Arnavut milli
sorununa tek mümkün ve kabul edilebilir çözüm olduğu
söyleniyor. Arnavutlara Birleşik Avrupa’da hoşgeldin’le
karşılanacakları söyleniyor; AB’nin kapılarının
onlar için ardına kadar açık olduğu konusunda bol
keseden vaadler yapılıyor. Ama şimdiye dek bu Birlik,
Arnavutlar Birlik ve İstikrar süreci çerçevesi içinde
her görüşme talebinde bulunduklarında kapıyı onların
yüzüne çarptı. Artık şurası açıktır ki, Arnavutluk,
eğer o da olacaksa, AB’ye kabul edilecek son ülkedir.
Makedonya görüşmeleri bile daha büyük heyecanla
sürdürülmektedir.
3-Eylül
2001’de, Arnavut sorunu “AT Ülke Strateji Değerlendirmesi:
Arnavutluk” adlı 60 sayfalık bir raporda bir Brüksel
uzmanlar grubunca geniş olarak değerlendirildi.
Onlar analizlerini Arnavutluk’un son beş yıllık
ekonomik performansı, Arnavutluk’taki siyasi ve
idari durum, Arnavut toplumu ve komünizm, ve özellikle
1997 krizi konularında genişlettiler. Bu raporda
Arnavutluk “yıllık kişi başına 1100.$ gelirle Avrupa’nın
en fakir ülkelerinden biri ve Myanmar (eski Burma
ç.n.), Laos, Kongo Cumhuriyeti, Kamboçya ile birlikte
ekonomisi en çok tarıma dayalı ülkelerden biri”
olarak değerlendirildi. Raporda, Arnavutluk’un Avrupa’ya
katılma imkanlarını değerlendiren bir “küçük not”
da var: “Avrupalı olmaktan çok Afrikalı bir tarım
sistemiyle, yasaların uyumluluğu ve Avrupa’yla bütünleşme,
daha temel gelişme çabalarından daha mı önemlidir?”
Avrupalı uzmanların Arnavutluk’un yakın gelecekte
Avrupa Birliği’ne girmesi konusunda saydıkları her
şüpheyi burada zikretmeye gerek yok. Onlar fakirlik,
çevresel yıkım, göç, insan hakları ihlalleri, siyaset
basın ilişkilerini anlatmışlar. Avrupalı uzmanları
tek tatmin eden yan, “Arnavutluk’un Eski Yugoslavya’nın
dağılması trajedisinde iç karışıklıklar ve dış çatışmayı
başarılı şekilde önlemiş olmasıdır. Özellikle büyük
Arnavut nüfusa sahip Kosova ve Makedonya’ya yönelik
Arnavut politikası sorumlu ve tahrikçilikten uzaktır.”
Arnavutlar, bu nedenle, kendi milli gereklerine
karşı davrandıkları için övülmektedirler. Tabii
ki, bunları söyledikleri için AB uzmanlarına kızamayız.
Arnavutluk’un gerçekten de durumunu düzeltmek ve
Avrupa’yla normal bütünleşmeye hazırlanmak için
önünde uzun ve zahmetli bir yol vardır.
4-Ama
bazen bir ülkenin bu iç durumu AB’ye yeni üye olarak
kabulü sürecini geciktiren tek neden değildir. Başka
mülahazalar da vardır. Buna bir örnek Türkiye’nin
AB’ye tam üyeliğinin uzun süredir gecikmesidir.
“Türkiye ve Avrupa Topluluğu” adlı kitabın “önsözü”
şu ifade ile başlamaktadır: “Bu kitap Türkiye’nin
AB ile, topluluğa tam üyeliğe giden yolda, müsbet
ve ileriye dönük ilişkiler kurmak için uzun arayışında
yeni bir kilometre taşıdır.” Palais de Congress-Brussels’te
30-31Ekim 1991’de düzenlenen bir seminerdeki tebliğ
ve tartışmaları içeren bu kitapta şunun altı çizilir:
“Türkiye ile AT arasında, Türkiye’yi kurucu üye
kılan 1963 anlaşması aynı zamanda AT’ye Türkiye’nin
tam üyeliği için hukuki sorumluluk da yükler ...
1987’den beri oluşan genel değişiklikler Türkiye’nin
AT’ye tam üyeliği başvurusunun lehine olmuştur.
... Türkiye’nin AT’ye tam üyeliği ekonomik, politik,
sosyal ve kültürel açılardan Birleşik Avrupa idealini
ileriye götürecek; Avrupa ile Orta ve Yakın Doğu
arasındaki uluslararası ilişkilerde istikrarı da
güçlendirecektir. ... Hem Türkiye, hem de AT’nin
faydası için Türkiye’nin tam üyelik başvurusunun
kabulü ileri görüşlü ve mantıklı bir karar olacaktır.”
Bu sonuç çıkarıldıktan 11 yıl sonra aynı AB başkenti
Brüksel’de düzenlenen “Avrupa Konferansı Forumu”
adlı seminerde bu fikirler duyulmadığı gibi Türkiye’nin
tam üyelik isteği hala bir belirsizlik atmosferinde
bekletiliyor.
5-Türkiye’nin
30 yıldır başvurusunun kabulünü beklemesi Arnavutlara
AB’ye katılım isteklerinin gerçekleşmesi için çok
uzun bekleyecekleri ihtimalini telkin ediyor. Şu
çok iyi biliniyor ki, politik ve jeopolitik problemler
vardır; ve özellikle bölgesel düzeyde olanlar Türkiye’nin
AT’ye tam üyeliğinin kabulü yönündeki istekliliği
baltalamıştır. AT’nin tek Balkanlı üyesi Yunanistan
AT kurallarını geniş çapta istismar ederek Türkiye’nin
üyeliğini engellemiştir. Daha geçersiz gerekçelerle
Yunanistan aynı Arnavutluk konusunda da oynayarak
Arnavutluk meselesini Yunan iç politikasının Balkanlar
mini-hegemonyacılığı için malzeme yapmak istiyor.
Arnavut ve Türk sorunlarının bir başka benzer yönü
de gözardı edilmemelidir. Türkiye’nin yanısıra Arnavutluk
da müslüman inançlı bir nüfus çoğunluğunun yaşadığı
tek Avrupa ülkesidir. Ne yazık ki, bu faktör, “Büyük
Avrupa” inşa etmek peşindeki Avrupa politik çevrelerinden
gelen siyasi karar vericilerin zihinlerinde hala
etkiye sahiptir.
6-Arnavutluk’ta,
AB’nin mazlum halklara bir öncelik vermesi, kendilerini
biran önce kabul etmesi yönünde güçlü bir istek
var. Arnavutluk’un böylece durumunun hızla düzelmeyeceği
anlaşılmak istenmiyor. Asıl sorun AB’ye tam üye
ya da üye adayı olarak kabul edilmek değil, Arnavutluk
toplumunun ve Arnavut ekonomik, politik ve sosyal
hayatının temelden değişimi ve böylelikle Avrupa
standartlarına ve düzeyine mümkün olduğunca yaklaşmaktır.
Arnavutluk ve Türkiye’nin tam üyeliği için kimse
çok ciddi uğraşmamaktadır. Yapılması gereken beklemek
ve ülke içinde genel düzeyi yükseltmekle daha çok
ilgilenmek, diğer tarafa da gerçekten uyumlu biçimde
bütünleşmiş bir Birleşik Avrupa kurma istekleri
varsa bunun mantıki sonuçlarının ne olduğunu göstermektir.
7-Daha
iyi bir hayat, daha iyi gelecek, daha iyi barınma,
bizim için daha iyi bir ülke ve herkes için daha
iyi bir dünya düşü ve ümidi heryerde insanların
zihnini coşturmuş ve çalışmalarını teşvik etmiştir.
Yüksek vaadlere herkes bir dönem kanmış ve gerçekleşmediklerini
görüp hayal kırıklığına uğramıştır. Ben Arnavutluk’ta
öğrenciyken dünya üzerinde adı Sovyetler birliği
olan bir sosyalist harikalar diyarı olduğunu duymuştum.
Şimdi “üçüncü çağ” dediklere döneme girerken “Avrupa
Birliği” adlı başka bir harikalar diyarını ya da
refah ve demokrasinin bir dünya “cennetini” duyuyorum.
Uzun yıllara dayanan tecrübelerim bana dünyada bir
cennete inanmamayı ve bir milletler birliği fikrine
sevinmemeyi telkin ediyor.
8-1950’lerin
sonunda üniversitede dış politika okumak üzere Moskova’ya
vardığımda ilk kez “Avrupa Birleşik Devletleri”
sloganını duydum; V. İ. Lenin tarafından yazılarak
23 Ağustos 1915’te “Sosyal-Demokrat” ta yayınlanan
bir politik risalede Lenin bu slogana karşı çıkıyor
ve “Avrupa Birleşik Devletleri’nin “kapitalist koşulların
hükmü altında sömürgelerin güç kullanarak yeniden
paylaşımından başka birşey olmadığını” söylüyordu.
Lenin, Avrupa Birliği’nin, Amerika Birleşik Devletleri’ne
rakip bir Avrupa birleşik Devletleri olarak dünya
sahnesine çıkışı sürecini düşündüğümüzde bugün
de önem taşıyabilecek birşeyin altını çiziyordu:
“Avrupa’nın dört büyük gücü, Büyük Britanya, Fransa,
Rusya ve Almanya 250 - 300 milyon nüfus ve 7 milyon
kilometre karelik yüzölçümleri ile yarım milyar
nüfus ve 64,6 milyon kilometre karelik sömürgelere
hükmetmekteydiler.” Sömürgecilik bugün tarih olmuştur,
ama uluslararası ilişkilerde üstün konum elde etme
yarışı ve istekleri yokolmamıştır.
9-İngiliz
gazeteci Victoria Clark’ın “Melekler Neden Düşer”
adlı kitabında (Londra, 2000, s. 195) Georgios
Metolinos adlı bir Yunan papazı ile söyleşisinden
alıntıladığı şu satırlarda Lenin’in sesinin uzak
bir yankısını duyar gibi oluyoruz: “Şarlman’dan
önce Avrupa birleşmişti. Doğu Roma imparatorluğu
ayaktaydı. O zamanki adı Romania idi ve halkı Romaioi
diye çağırılırdı. Bu nedenle Bizans’ın gerçek adı
Romanya’dır. ... Bugünlerde kimileri başka bir birleşik
Avrupa kurmak istiyor, ama bu seferki bir Frank
Töton İmparatorluğu. Bunu istemiyoruz. Bu arada
siz İngilizleri, Birleşik Avrupa için Fransızlar
ve Almanlarla işbirliği yapmadığınız için seviyorum.”
20 Haziran 2002 tarihli “Le Monde” ise 10 yeni üye
devletin Avrupa Birliği’ne katılımı ile “Küçük Avrupa”nın
“Avrupa ailesinin yeniden birleşimi”ne doğru bir
adım daha attığı fikri ile sevinç içindedir. Bu
Şarlman’dan önceki 250 yıl süregelen 1054’te Doğu
ile Batı arasındaki Nifak (Schisma) ile sona eren
“Büyük Avrupa” mıdır? Avrupa’nın yeniden birleşmesi,
kimi gözlemcilerin tarihsel paralelliklerini vurgulamaya
çalıştığı gibi, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun
modern zamanlarda geri gelişi midir?!
10-
Yunan papazı Metalinos’un garip fikirleri şu gerçeği
hatırlatıyor ki, Avrupa Birliği’nin temel direği
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu eski iki düşmanın
barışmaları sonucu gelişen Fransız – alman işbirliğidir.
Fransız politikacılar ve diplomatlar 13 Haziran
tarihli “US News and World Report”un 59. sayfasında
çıkan şu sözler hatırlatıldığında rahatsız olmaktadırlar:
“Fransız – Alman dostluğunu ABD sağlamıştır.” “Büyük
Avrupa”nın, Avrupa’nın aktif politik çevrelerince
dünya arenasında ABD’nin bir karşı ağırlığı olarak
görüldüğüne dair birçok delil vardır, yine de bize
herşeyin Euro-Atlantik işbirliği ve dayanışması
çerçevesinde geliştiği söylenmektedir. Lenin’in
sosyalizm ve dünya devrimi adına Avrupa Birleşik
Devletleri sloganına karşı çıkışı bugün unutulmuş
görünüyor. Şimdi, birbirine zıt kapitalist ve sosyalist
sistemlerin ideolojik, politik ve askeri kamplaşmalarıyla
bölünmemiş bir Birleşik Avrupa’nın hayatlarımızda
yolaçacağı mucizevi etkiler konusunda talim görmekteyiz.
Ama yine de, Yunanlı papazın bahsettiği Katoliklik
ve Ortodoksluk arasındaki bölünmeyi unutamıyoruz.
Avrupa Birliği’nin 10 yeni üye devleti kendine katarak
büyümesi henüz Katolik ve Ortodoks ülkeleri bölen
hattı ya da Doğu ve Batı Roma’yı ayıran “Theodosios”
hattını aşmış değildir. Avrupa Birliği’ne dahil
edilmesi planlanan yeni devletlerin hepsi pratikte
Katolik ülkelerdir. Bunun tek istisnası Yunanistan
örneğini izleyen Kıbrıs’tır.
11-Lenin’in
1922’de sosyalizm bayrağı altında kurduğu Sovyetler
Birliği 70 yıl sonra beklenmedik ve utanç verici
bir biçimde çöktü. Böylece Atlantik Okyanusu’ndan
Urallara dek bir “Birleşik Avrupa”nın önündeki ideolojik
engeller temizlenmiş görünüyordu. Fransız devlet
adamı General Charles de Gaulle, onyıllarca önce
Batı Dünyası’nda Amerikan hegemonyasına başkaldırma
siyasetinin doruğunda bir Birleşik Avrupa düşü kuruyordu.
NATO ve Avrupa Birliği uzun süre önce demokrasi
ve insan hakları bayrağı altında doğuya doğru yayılma
planlarını tamamlamışlardır. Ama yine de, Avrupa
Birliği’nin yakın gelecekte ve kolaylıkla bir “Büyük
Avrupa”ya (Avrupa Birleşik Devletleri) dönüşmesi
imkan ve ihtimali bu politikayı savunanların iddialarının
aksine azdır. Unutmamalıyız ki, hala bir ulus-devletler
çağında yaşıyoruz. Ünlü İngiliz milliyetçilik uzmanı
Anthony D. Smith “Milliyetçilik, anahtar Kavramlar”
isimli kitabında (İngiltere, 2001) dünyadaki gelişmelerin
“millet ve milliyetçi ilkenin merkeziliği fikrini
yıkmakta pek birşey yapmadığını” tesbit ediyor.
Yayılan milliyetçiliği analiz ettikten sonra sonuç
bölümünde diyor ki: “Millet vatandaşların bir kutsal
cemaatı ve milliyetçilik de kendi yazı ve konuşma
dili ile azizleri ve ritüelleriyle bir “siyasal
din” olarak ele alınabilir.” Ona göre “milletlerin
kutsal temelleri devam ettikçe ... milli kimlik
çağdaş dünya düzeninin temel yapıtaşlarından birini
oluşturmaya devam edecektir.” Avrupa Birliği, çabucak
bir “Büyük Avrupa” ya da “Avrupa Birleşik Devletleri”ne
dönüşme hayaliyle bu yargıdan kaçamaz.
12-Bu
nedenle ülkeler ve milletler için genelde ve Arnavutluk
ile Türkiye için özelde (bu iki millet müslüman
nüfusları nedeniyle Avrupa ailesinin “fakir akrabaları”
olarak görülmektedir) Avrupa Birliği’ne katılma
imkan ve ihtimali hiçbir şekilde öncelikle milli
haklar ve çıkarları koruma ve geliştirme irade ve
gereğinin önüne geçemez. Hiçbir ülke, önce kendi
devlet ve toplumunda, az ya da çok Avrupa Birliği
üyelerinin çoğuyla kıyaslanır ya da rekabet eder
bir gelişme ve istikrar düzeyine erişmedikçe Avrupa
ile gerçekten ve başarılı biçimde bütünleşemez ve
bundan yarar sağlayamaz. Arnavutlar için, Avrupa
bütünleşmesinin durdurulamaz nehrinin kısa sürede
onları Birleşik Avrupa’nın mutlu kıyılarına taşıyacağı
fikrinde aşırı iyimser ve coşkulu olmakta vakit
henüz erkendir. Bu şüpheci fikirler de topluluğa
giden yolda birçok engellerle karşı karşıya olan
Türkiye ve Arnavutluk gibi ülkelerin AB’ye katılımının
önemini azaltmak şeklinde de anlaşılmamalıdır. Bu
“Büyük Avrupa”ya dönük çabalara da haksızlık değildir.
Bu sadece bazı durumlarda çarçabuk bir bütünleşmenin
zayıf ülkeler için daha çok dert çıkaracağına dair
bir kaygının tezahürüdür. n
*
Arnavutluk eski BM Temsilcisi, siyasetçi ve yazar