|
Avrupa
birliğine girmeyi muasır medeniyet
seviyesine ulaşmakla adeta eş değer
olarak görenler, Türkiye için başka
seçenekleri tartışmak şöyle dursun,
bu seçenekleri gündeme getirmeyi
dahi bir suç olarak görüyorlar.
Türkiye’nin geleceğini ipotek altına
alan politikaların Atatürk’e dayandırılması
ise bir başka garabet örneği.
|
|
|
Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne endeksli politikaları bir dış siyasa
olmaktan çıkarak temel bir öncelik haline geldi.
Avrupa
birliğine girmeyi muasır medeniyet seviyesine ulaşmakla
adeta eş değer olarak görenler, Türkiye için başka seçenekleri
tartışmak şöyle dursun, bu seçenekleri gündeme getirmeyi
dahi bir suç olarak görüyorlar. Türkiye’nin geleceğini
ipotek altına alan politikaların Atatürk’e dayandırılması
ise bir başka garabet örneği. Emperyalist bloka karşı
mücadele veren Kuva-yı Milliye hareketine en büyük destek
başta Azerbaycan, Hindistan ve Afgan müslümanları olmak
üzere Türk-İslam dünyasından geldi. 1923-1938 yılları
arasında Batı ile iyi ilişkiler kuruldu, ancak ittifak
anlaşmaları Balkan devletleri ve Türkiye’nin doğusundaki
devletlerle yapıldı. Bu Atatürk’ün dış siyasadaki önceliklerini
gösteriyor. İttifaklardan ilki Balkan Paktı, diğeriSadabat
Paktı’dır. Devlet başkanları da ilk dış gezileri Türkiye’nin
doğusundan başlattılar. Cumhurbaşkanı Sezer’in Şam ve
Tahran seyahatleri Atatürk’ün, Türkiye’nin çevresinde
bir dostluk çemberi kurma fikrine pareleldir.
EMPERYALİZME
KARŞI DAYANIŞMA
Afganistan,
Ankara Hükümetini tanıyan ilk ülkedir. Türkiye 1923’ten
1970’lere kadar ileri düzeyde yardım programı içeren
ilk dış politika misyonunu Afganistan’a yaptı. Kabil’deki
harp okulu, konservatuar, tıp ve mühendislik okulları
Türk danışmanlar tarafından kuruldu. 1920’lerin başında
Afgan ordusunu modernize edenler de başta Cemal Paşa
olmak üzere Türk subaylardı. Ankara hükümetinin ilk
büyükelçisi 1920’de Kabil’e gönderilen Abdurrahman Bey’di.
1921’de Türkiye ve Afganistan arasında Batı emperyalizmine
karşı dayanışma andlaşması gerçekleştirildi. 1 Mart
1921’de imzalanan ve Besmele ile başlayan andlaşmanın
3 maddesi: “Yüce Afganistan Devleti yüzyıllardan beri
İslamiyete önderlik ve ona üstün görevler yapmış olan,
Hilafet dünyasını elinde tutan Türkiyenin bu alanda
lider olduğunu bu fırsattan yararlanarak açıklar.” 4.maddesi,
“Bağıtlı taraflardan biri Doğuyu istila ya da sömürge
yapma siyasetini izleyen herhangi bir emperyalist devlet
tarafından ötekine yapılacak saldırıyı bizzat kendine
yapılmış sayarak, elindeki araçlar ve imkanlarıyla,
onu püskürtmeyi kabul eder”. 8.maddesi ise Türkiye’nin
Afganistan’a kültürel alanlarda yardım etmesi, öğretmen
ve subay göndermesi, subayların en az beş yıl Afganistan’da
kalmaları, gerekirse sürenin uzatılmasını öngörüyor.
Emekli Büyükelçi İsmail Soysal’a göre bu andlaşma
iki ülke arasında bir dostluk ve işbirliğinin ötesinde,
uzaklık ve zorluk nedeniyle kuramsal kalsa da ‘Emperyalist
devletlere’ karşı bir dayanışma andlaşması niteliği
taşıyor. Soysal, “Bir kez Türkiye Afganistan’ın bağımsızlığını
açıkca, Afganistan da Türk devletinin temsilcisi olarak,
Ankara Hükümetini dolayısıyla tanımaktadır. TBMM Hükümetinin
hukuksal açıdan geçerli ilk uluslararası siyasal bağıtıdır.
Bir başka özelliği, tarihte ilk kez bir andlaşma ile
Doğu uluslarının uyanışından, onların bağımsızlık ve
özgürlüğünden söz edilmektedir. Diğer özelliği Yeni
Türkiye’nin ilk kez bir Doğu ülkesine eğitim alanında
yardım yapmasını öngörmesidir ki Afganistana yardım
uzun yıllar sürecekti” diyor.
Andlaşmadan sonra Kabil’e Fahrettin Paşa Büyükelçi
olarak gönderildi. Afganistan da Kurtuluş Savaşını destekleyen
Sultan Ahmet Hanı Ankara’ya Büyükelçi olarak gönderdi.
Andlaşma bir törenle Kabil’de, halk huzurunda imzalandı.
Andlaşmanın Kabil’deki merasimi Türkiye’de kazanılan
zaferlerle aynı döneme denk düştü. 9 Ekim 1922’de Dilgüşa
Sarayı’nda Kuvayı Milliye’nin başarılarının şerefine
şölen tertip edildi. Gün boyu süren şenlikler akşam
sarayda devam etti. Davette Rus, İtalyan, Fransız ve
İran elçileri hazır bulundu. Kral, Mustafa Kemal Paşa
ve arkadaşlarına Afgan Nişanı’nın verileceğini açıkladı.
‘ŞİMDİ
TÜRKLERİN FEDAİSİ OLDUM’
Afgan
Ordusu’nda Talimgah Eğitim Subayı olarak görev yapan
Başkatipzade Ragıb Bey Kebikeç Yayınları’ndan neşredilen”Tarih-i
Hayatım” isimli hatıratında anlatıyor: “20 Ekimde,
Cuma günü Afgan Kralı, Hükümet yetkilileri, Kabil’de
bulunan bütün Türkler ve ahali ‘Iydgah’ denilen namazgahta
toplandılar. Cuma ezanı ve hutbesi Afgan Kralı tarafından
okundu. Kral, Türk ve İran Hükümetlerine dua etti. Namazdan
sonra halkın karşısına çıkan Afgan Emiri Türkiye’yi
metheden konuşmadan sonra andlaşmayı okuttu. Emir, andlaşmayı
imzaladıktan sonra siyah Afgan bayrağına sarılı olarak
Fahrettin Paşa’ya verdi. Sefir Paşa da öpüp başına koyduktan
sonra içinden andlaşmayı alarak bayrağı boynuna, göğsüne
sardı. Bizim bayrağımıza sarılı andlaşmayı Afgan Emiri’ne
verdi. O da öpüp başına koydu, bayrağımıza sarındı.
O muazzam cemaat karşısında İttihad-ı İslam adına el
sıkıştılar, kucaklaştılar. Emir hazretleri bu andlaşma
ve Türklerle ittifaktan doğan mennuniyetini Türkçe
şu sözle bitirdi: ‘Şimdiye kadar Türklerin dostuyum
derdim. Şimdi ise Türklerin bir fedasi oldum.’
İNGİLİZLER’İ
ÇOK KORKUTTU
İngilizlere
göre andlaşma İngiltere’nin Hindistandaki çıkarlarını
tehlikeye atacaktı. Salahi Sonyel’in aktardığına göre
İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen gizli raporlarda
andlaşmanın; Bir İslam Konfederasyonu kurulması, Hindistan,
Orta Asya, Doğu İran ve Belücistan’da ihtilal propagandası
yürütecek örgütler kurularak yönetilmesi, Afganistan’ı
savunması için bir Türk askeri kurulunca stratejik planlar
hazırlanarak uygulanması gibi gizli maddeleri olduğu
belirtiliyordu. Andlaşma, Ankara’nın Kabil’e gönderecekleri
askeri kurulun yardımıyla Afganistan’ı ‘Hindistanın
etine batacak bir diken’ biçimine getirebilecek planlarını
uygulamak için ortam hazırlayabilirdi. İstanbul’daki
İngiliz Yüksek Komiseri Sir H. Rumbold, Lord Curzon’a
gönderdiği gizli yazıda kuva-yı milliyeci kadronun andlaşmayı,
Türkiye’nin Doğu’da kazanacağı zafere yönelten önemli
bir adım olarak nitelediğini, bu durumun İngiltere’yi
çok üzeceğine, her hangi bir anda ‘Batı emperyalistlerine
karşı ayaklanmaya hazır olarak’ Hindistan İmparatorluğu’na
son verecek, Doğuda güçlü bir İslam Bloku doğmasına
yardımcı olacak İslam Federasyonu’na zemin hazırlayacağına
inandıklarını belirtiyordu.
Atatürk
Balkan Federasyonu kuracaktı!
Atatürk
Balkan ülkelerinin askeri, ekonomik ve kültürel potansiyelini
birleştirmek suretiyle bölgesel bir jeopolitik güç merkezi
yaratmayı hedefleyen bir Balkan birliği kurmayı tasarlıyordu.
Pakt, Türkiye, Yunanistan Romanya ve Yugoslavya arasında
imzalandı. Atatürk, Balkan Paktı’nın Avrupa’da teşekkül
etmekte olan bloklar arasında bir denge unsuru olmasını,
öte yandan da bir saldırı karşısında Balkan devletlerinin
teker teker ortadan kalkmasını engelleyeceğini öngörüyordu.
Ikinci Dünya Savaşı’ndaki gelişmeler bu öngörüleri haklı
çıkardı. Balkan Paktı büyük devletlerin siyasi yayılma
ve etki politikası neticesinde işlevini yitirdi. Paktın
başlıca kurucusu Yugoslavya, paktın yıkılışının da müsebbibi
oldu. Kral Alexandr, Sırp örgütü Ustaşi tarafından Marsilya’da
öldürüldü. Halefi Prens Paul’e, paktın ateşli savunucusu
Yevtiç hükümetinin düşmesine göz yumdu. Stayadinoviç
hükümeti ve Genelkurmay Başkanı Mareşal Nediç, Yugoslavyayı
Alman blokuna yaklaştırmayı istiyorlardı. Nediç ve taraftarları
paktı işlevsiz hale getirdiler, ancak Alman istilasını
önleyemediler.
Avrupa’ya
karşı jeopolitik güç dengesi
Balkan
Paktı’nın, Atatürk’ün istediği anlamda, Balkanların
içeriden olduğu gibi, özellikle İtalya düşünülerek,
dışardan gelebilecek saldırılara karşı bir savunma ittifakı
olamadığını kaydeden diplomat İsmail Soysal şunları
söylüyor:
“Böyle
olsaydı, hem daha sağlam ve caydırıcı bir güç, hem de
Avrupa kuvvetler dengesinde bir ağırlık elde edilebilecekti.
Bununla birlikte, pakt 7 yıllık ömrü boyunca, Bulgaristan’ın
herhangi bir saldırısını, hatta bir büyük devlete alet
olmasını önlemiştir” diyerek ekliyordu: “Ayrıca, ‘Balkanlar
Balkanlılarındır’ görüşünden hareketle, Balkanlılararası
işbirliğinin , uzak da olsa, bir federasyon doğrultusunda
gelişmesi gereğine olan inancı az çok yaymış ve ortaya,
tarih perspektivi içinde, değerli bir deney koymuştur.”
Çakmak
Cumhurbaşkanı olacaktı
Soysal’ın
sözünü ettiği federasyon, Atatürk’ün düşüncesiydi. Bu
fikrin gelişmesi için İstanbul’da Türk, Romen, Bulgar,
Yugoslav ve Yunanlıların iştirak ettiği Balkan Festivalleri
gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem eski müdürü
Haldun Derin(*), Hasan Rıza Soyak’tan bir anekdot anlatıyor:
“Bir akşam, Soyak, Atatürk’ün tasarladığı Balkan Fedarasyonunu
anlattı. Istanbul federasyon merkezi olacak. Tabii Atatürk
de başkanı. Mareşal Çakmak’ı cumhurbaşkanı yapacaklar.
Federasyonun gerçekleştiğini görmek kimseye kısmet olmadı,
ama 1934 Şubatının 9’unda Türkiye, Yunanistan, Romanya
ve Yugoslavya arasında imzalanan Balkan Paktı ve onun
Daimi Konseyi var. Her yıl sıra ile üye devletlerin
başkentlerinde yapılan toplantılar birbirini kovalıyor.
Hitler ile Mussolini’nin üst perdeden çalımları Balkan
ülkelerini enikonu düşündürüyor; tehlike ne denli uzak
da olsa, onları adeta yaklaşıp birlik halinde daha güçlü
olmaya itiyor. Hele pakt’tan daha elle tutulur, gözle
görülür o caanım Balkan Festivalleri muhakkak ki olmakta.”
(*)
Çankaya Özel Kalemini Anımsarken-1933-1951, Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, 1995 İstanbul
Doğu’da
Sadabat Paktı
Sadabat
Paktı, Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında imzalandı.
Çok taraflı bu bölgesel andlaşmayla taraflar birbirine
saldırıdan, kışkırtmalardan kaçınmayı, bölgede barışı
korumak üzere, aralarında danışmalar yapılmasını yükümlendi.
Andlaşma 8 Temmuz 1937de Tahran’da Sadabat Sarayı’nda
imzalandı. Sadabat Paktı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında
değerini yitirmeye başladı, Sovyet tehdidine karşı 1955’
de Ortadoğu’da kurulan Bağdat Paktı ile gölgelendi,
1980’de İran-Irak savaşıyla varoluş nedenini yitirerek
tarihe karıştı. Emekli Büyükelçi İsmail Soysal,
Sadabat
Paktı ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Türkiye
açısından Pakt, Atatürk’ün barışçı dış politikasını
ve ülkenin etrafında dostluk çemberi kurmak emelini
yansıtıyordu. İçerikleri farklı da olsa, Balkan Paktı
ile Sadabat Paktı, Türkiye’nin Batı ile Doğu arasında
bir barış köprüsü olmak isteğinin de ilk somut göstergesiydi.
Pakt Batı’da olumlu karşılanmıştı. Ayrıca, Ortadoğu’nun
o sırada az çok bağımsız üç Arap devleti olan Mısır,
Suudi Arabistan ve Yemen’de de İslam dünyasının uyanışı
ve dayanışması olarak selamlanmıştı.”
|