|
Dünya-sistemi
teorisi, Batı Avrupa’da 1500’den
sonraki (modern dönem) yüzyıllarda yükselen
‘yeni’ toplumsal, siyasal ve iktisadi
yapıyı anlamaya dönük ilmi çalışmalarda
bulunan Karl Marx, Max Weber, Emile
Durkheim ve Fernard Braudel gibi sosyal
bilimcilerin endişe ve çözümlemelerinin
bir devamı olarak zuhur etti. |
|
|
1980’lerin
ortasından başlayan ve bir süre daha devam edeceğinin
işaretlerini veren ‘küreselleşme, tarihsel kapitalizmin
sistemik krizi, tekkutuplu dünya hegemonyası ve geçiş
çağı’ tartışmalarının her ekol, düşünce ve medeniyet
yatağına, siyasi duruş ve jeopolitik/jeostratejik konumlanmaya
göre farklı çözümlemelere ulaşıldığı bir zaman diliminden
geçiyoruz. Popüler kültürün deniz kopüğü babındaki söylemlerine
kurban gitmeden; ahlaklı, dürüst ve tüm insanlığın hayrına
olabilecek toplumsal çözümlemelere ulaşmak, bu sürecin
en kritik sağduyusu olacaktır. İnsanoğlunun tabiata
hükmetme tarihi, yeni dünyanin keşfedilmesi ve 1600’lerin
ortasına (II.Ziraat devrimi) kadar takriben yatay bir
çizgi oluşturmaktaydı. Bu tarihten bugünlere kadar insanoğlu,
tarihinin daha önce hiçbir döneminde görmediği bir (linear)
ivmeyi yakaladı. Tabiata dair sırlari bir bir öğrenmeye
ve bazılarını çözmeye, ardındanda doğrudan pratik hayatin
tüm ‘felsefi, teknik ve ahlaki kodunu’ değiştirecek
güçte fonksiyonlar kuracak bir kudrete erişti. Bu süreç;
ihtiyaç yerine tüketmeye, üretmek yerine kâra, paylaşmak
yerine bölmeye ve düşünmek yerine hareket etmeye varan
bir dizi sonuca da ulaştı. Kazanımların yanında beraberce
zuhur eden sorunlara çağdaş düşünürler bir çok sosyolojik,
siyasi ve iktisadi ekollerle cevap verdiler. Ekseriyeti
euro-centric olan düşünce akımlarından bir damar, kendisini
Avrupa ve Akdeniz dışında yeniden canlandıran bir kültür
havzası ve düşünürler grubu buldu. Bu ekol, manifestosu
kabul edilen kitabın isminden ve genel yaklaşımlarından
dolayı “Dünya Sistemi Teorisi” olarak bilinmektedir.
(Wallerstein, 1974:1980:1989)
TEORİK
KRONOLOJİSİ VE ARKAPLANI
Dünya-sistemi
teorisi, Batı Avrupa’da 1500’den sonraki (modern dönem)
yüzyıllarda yükselen ‘yeni’ toplumsal, siyasal ve iktisadi
yapıyı anlamaya dönük ilmi çalışmalarda bulunan Karl
Marx, Max Weber, Emile Durkheim ve Fernard Braudel gibi
sosyal bilimcilerin endişe ve çözümlemelerinin bir devamı
olarak zuhur etti. Dünya-sistemi teorisi, ayni zamanda,
1970’lerle başlayan ve yapısal-fonksiyonculuğa karşı
antitez bir işlevde gördü. Bu antitez’in en temel hedefi
modernizmin yapısal-fonksiyonculuğuna karşı çıkması
ve toplumsal sistem içerisinde her yapının bir fonksiyonu
ifa eden bünyenin birer parçaları olduğunu idda etmesidir.
Bu söylemin en önemli isimlerinden olan Wilbert E. Moore
modernizmin merhalelerini şöyle anlatmaktadır:
…Geleneksel
ve modern öncesi toplumun, teknolojik, siyasi olarak
istikrarli, iktisadi olarak ‘gelişmiş’ toplum (Batı)
haline ‘toptan’ dönüşümü; günlük hayatın ve toplumsal
ağın kodununda aynen transferidir..(Moore, 1974: 94)
Özetle,
bu ekol ‘modernizmin’ bir türev (differentiation) alma
sureci olduğunu ve geleneksel toplumsal yapının ise
türevi alınmamış bir şekilde hayatına devam eden bir
fonksiyon olduğunu idda etmektedir. Fonksiyon basit
ve sade kurgulu oldugundan kurumsallaşma fazla büyümezken,
türev surecini yaşayan toplumsal yapı bir çok farklı
‘kurumsal yapı’ üretebilmiştir. Teorisyenler üçüncü
dünyanın batıdan bilgi ve teknoloji transferini gerçekleştirebilmesinin
tek çıkar yolunun bu ‘türev alma’ sürecinin geleneksel
koda uygulanması olduğu iddia ederler. Ancak bu şekilde
‘merkez’den ‘çevre’ye doğru(bu makele boyunca kullanacagimiz
‘merkez’, ‘çevre’, ‘yarı-çevre’ ve ‘öteki alanlar’ kavramları
dünya-sistemi teorisinin terminolojisi bağlamında anlaşılmalıdır)
bir akış yaşanabilecektir. Bu akışın yaşanabilmesi için
gerekli olan potansiyel ise, Dünya-Sistemi teorisyenlerine
göre, öncelikle her toplumun kendi tarihsel tecrübesinin
bizzat içinde bir türev almaya gitmesi gerekliliği (Türkiye’nin
batılılaşma sorunsalı); şu anki hal ile ‘merkez’ yükselirken
çevre ile arasındaki derin(kapatıl(a)mayan) farkı yeniden
okumaya tabi tutmak (tarihsel dersler ve düşüşler);
çevrenin kendi lokal şartlarında sömürgecilik karşıtı
bir yapılanmayla varolan iktidara ortak olma mücadelesi.
Bu son çözümleme, 1960’lar sonrası Dünya-Sistemi teorisini
salt ‘tarihsel çözümleme’ yapan bir sosyolojik ekol
modundan çıkarıp Marx’in söylemleri üzerinde de yoğunlaşmaya
yönlendirdi.
Dünya-Sitemi
teorisi bir çok temel yaklaşımda ve terminolojide Marxist
teorik yaklaşımı benimsemiştir. Dünya-Sistemi ekolu
çağdaş toplumsal yapıyı anlamak için Marx’ın önkoşul
olarak kabul ettiği; kapitalizmin tabiatı ve işleyişini
anlamaya dair felsefik ve sosyolojik yaklaşımları paylaşırlar.
Kapitalizmin yükselişi ve yayılması, tahribkar tabiatı,
sebeb olduğu savaş ve çatışmalar Dünya-Sistemi teorisyenlerinin
modern dönemde insanoğlunun en büyük, çözülmeyi bekleyen
sorunsalı olarak kabul ettikleri bir sistemik krizdir.
Ekolün Marxist akrabalığı, Marxsizmin bütün önğörülerini
kabul ettigi anlamına da gelmemektedir. Bir çok Marxist,
Dünya-Sistemi ekolüne getirdikleri sert eleştirilerle
de bilinirler. Dünya-Sistemi ekolu Marx’ın geleneksel
bir modifikasyonu düzeyinde kalmış, Marxist ilkelerin
ateşli bir savunucusu durumuna hiçbir zaman düşmemiştir.
Bu yaklaşım ekole farklı kaynaklardanda beslenme imkanı
sağlamıştır.
Dünya-Sistemi
teorisinde, diğer tüm postmodernizm teorileri gibi,
‘merkez’ ile ‘çevre’ arasındaki ilişkileri okurken,
Lenin’in ‘emperyalizm’ kuramı dominant bir rol oynar.
Lenin, varolan kar marjının devamını sağlamak (kapitalin
birikmeye devam etmesi) üzere ‘finans kapitalizmi’,
önceleri ‘yeni piyasa’ arayışına girer, yeni piyasalarin
kar marjı tatminkar olmayınca önce sömürgecilik ardında
da son merhale olan ‘emperyalizm’in sahneye çıktığını
savunur. Dünya-Sistemi teorisyenleri de Lenin’le aynı
görüşü paylaşırlar. ‘Merkez-Çevre’ ilişkisinin nihai
olarak ‘emperyalizmle’ son bulduğunu gözlemlerler. Ancak
Lenin’in, emperyalizmin tarihsel kapitalizmin bir ‘merhalesi’
olduğuna dair görüşüne Dünya-Sistemi ekolü katılmaz.
Aksine tarihsel kapitalizmin 500 yıllık geçmişinde farklı
formlarda ‘çevrenin’ sömürülmesinin süregittiğini iddia
ederler. Bu meyanda, 19.yy kolonyalizmi kapitalizmin
otantik tabiatının modern çağdaki resmidir. Daha öz
bir ifade ile; Dünya-Sistemi Teorisi medeniyetlerin,
siyasal iktidarların ve kültür havzalarının tarihsel
kopukluğunu reddeder. Bu anlamda tarihsel kapitalizm,
feodalizmin sahneden çekilişiyle, icad edilen degil,
tüm kurumlarıyla dönüşen bir yapıdır. Kapitalizmin yükselişini
bu makaleye sığdıramayacagımız kadar geniş bir konu
olmakla birlikte; Wallerstein’ın ‘dünya imparatorlukları’ndan
‘dünya sistemi’ne geçiş süreci olarak tanımladığını
bir dizi siyasi, iktisadi ve felsefik değişimin ‘döngüsel’
bir formatta vuku bulduğunu ve bu dönüşümün kapitalizmin
zuhurunda önemli rol oynadığı vurgulamak lazım.(Wallerstein,
1979:1982) Feodal aile yapısının dağılması, mülkiyetin
metamorfozu, kilisenin dönüşümü, kârın ve faizin zuhur
edişi, demografik yapıdaki hızlı değişimler, ulus devlet
sürecinin ilk işaretleri, siyasi haritaların ve yönetim
tarzlarının (d)evrimler geçirişinin ve sekülerizmin
yükselişi gibi temel etkenleri başlıklar halinde hatırlatmakta
da fayda var.
Dünya-Sistemi
teorisyenlerinin bizzat yaşamında himmetini aldıkları
diğer bir düşünce çevresi ise Annales Okuludur. Anneles
okulunun (Annales, bu ekolun bir çok düşünürün yazılarının
çıktığı fransızca derginin ismidir) genel tabiati, yine
tüm yönleriyle olmamakla birlikte, Marxist bir karektere
sahiptir. Bu akademisyenler arasında en önemli isim
Fernard Braudel’dır. Braudel’in ‘Medeniyet ve Kapitalizm,
15 ve 18.yy’ (Braudel, 1992) eseri Dünya-Sistemi teorisinin
genel karakterini belirlemiştir. Braudel’e gore toplum
büyük bir sistemin altında hayatına devam eden küçük
birleşik yapılardan ibarettir. Aslolan büyük sistemdir.
Bu büyük yapı ‘dünya iktisadını’ oluşturan damarı canlı
tutar ve alt-yapıların bu ‘sistem’ içindeki tabiatlarına
şeklini ve rengini verir. Braudel çağdaş dünya iktisadını
üç kavramla tanımlar: “yatay”, “dikey”, ve “kronolojik”.
Yatay boyut, dünya iktisadının coğrafi ‘merkez’inin
etrafında iskan etmiş olan çevreden ibarettir. Merkez
iktisadi ve askeri olarak güçlü olan, en son tekniklerle
üretim yapan (Marxist terminoloji) ülkelerden ibarettir.
Merkez, dünya gayri safi hasılasından en fazla faydalanan
ve bu düzeneği koruyabilen güçtür. Merkezden uzaklaştıkça
‘üretim modunda’ ve ‘güç dengesinde’ asimetrik yapıyı
görürüz. Lakin bu asimetrik yapı merkez için hayati
öneme haizdir. Merkez her zaman farklı modlardaki üretimi
ve hasılasını kendisi için stratejik bir denge unsuru
olarak görür ve kullanır. Merkez ve çevrenin yapısına
dair bu tanım, dünya-sistemi teorisine özgü bir yaklaşımdır.
Bu tanımlamaya bir çok iktisatçı eleştiriler getirmekte
ve toptancı bir yaklaşım olduğunu idda etmektedir. Özellikle
modern çağda kapitalin, sermayenin, sektörlerin ve emeğin
tabiatinda yaşanan derin degişimler dünya-sistemi teorisinin
yaptığı sınıflandırmalarda sorunlar yaratmakta; kapital-emek
ilişkisini yeniden okumaya tabi tutmayı icbar etmektedir.
Kısaca değinmek gerekirse Marxist literatürün gölgesinde
oluşmuş olan terminoloji zaman içerisinde sınıf, ülke
ve siyasi iktisat alanlarındaki öngörülerinin bir kısmı
modern kurumları açıklamakta her zaman yeterli kalmamaktadır.(Wallerstein,
1984: Braudel, 1992)
Dikey
boyuttaki iktisadi örgütlenme ise farklı seviyelerde
vuku bulur. En altta günlük yaşamla ilgili ‘bayağı’
üretim modu bulunur (Maddi medeniyet). Orta seviyede
piyasa ilişkilerinin bulunduğu sistemik yapı vardır.
En üst seviyede ise mülkiyet ve iktisadi faaliyetin
kontrol edildiği sistem bulunur.
Kronolojik
boyut ise dünya iktisadının tarihsel yapı içindeki sistemik
dalgalanmaları, krizleri, sosyal kodu, iktidar’ın gücü,
yükseliş ve düşüşleri, ve siyasi tabiati oluşturan ‘uzun
döngü’lerden ibarettir. Braudel, bu ‘uzun döngüleri’
tecrübe etmiş dört devlet örneği verir. 14.yy Kuzey
İtalya şehir devletleri,17.yy Hollanda, 19.yy Britanya,
20.yy Amerika. Özetle, Braudel çağdaş dünya iktisat
sisteminin münferit bir yapı olduğunu reddeder. Bilakis,
Braudel’e göre modern dünya sistemi bir dizi kronolojik
tarihsel safanın dönüşümünden ibarettir. Bu dönüşümlerin
her biri ‘dikey’ ve ‘yatay’ boyutta yaptıkları değişimlerle
‘merkez’in varlığının bekasını sağlamışlardır.(Braudel,
1967)
Braudel’in
dünya sistemi teorisine katkısı azami boyuttadır. Daha
Review(Fernard Braudel Center’ın yayın organı olan dergi.
Genel anlamda dünya-sistemi teorisinin ilk yayın organı
olarakta bilinmektedir ve hala yayın hayatına devam
etmektedir.)’in ilk sayısında, Halil İnalcık’tan Wallerstein’a
bir dizi ismin makalelerinin arasinda Fernard Braudel’in
ismide bulunur. Braudel 1978’deki bu ilk sayıda sonuç
yazısını yazarken, Wallerstein ‘Direniş Okulu Annales’
makalesini yayımlayacaktır. Daha sonraları Wallerstein,
fikirlerinin oluşması safasında etkilendiği isimleri;
Marx’dan Freud’a, Schumpeter’den Polanyi’ye sıralayıp,
Braudel’e çok özel bir yer verecektir. Braudel’in kendisinin
tüm sosyal yapıyla ilgili analizlerini etkilediğini
ifade edecektir. Wallerstein dünya sistemi vizyonunun
oluşmasında temel rolü oynayan üç isim sayar: Frantz
Fanon, Fernard Braudel ve İlya Prigogine. Wallerstein,
ismi geçen bu düşünürlerin katkılarıyla tezini oluştururken,
akademik dünyada Samir Amin, Giovanni Arrighi ve Gunder
Frank’le birlikte ‘dörtlü çete’ lakabıyla anılacaktır.(Wallerstein,
2000) Geçen sene ekim ayında Binghamton Üniversitesindeki
Fernard Braudel Center’da yapılan ve bir anlamda dünya
sistemi teorisyenlerinin yıllık kongresi sayılabilcek
üç günlük toplantıda, aynı ‘çete’ hazır bulunmuştu.
Göze çarpan en önemli nokta ise, bir çok farklı sosyal
bilim dalından yeni simalarin katılımlarıydı. 11 Eylül
sonrası yaşanan sürecin, bir çok konuda dünya sistemi
teorisini haklı çıkaracağa benzeyen tabiatı teorisyenlerine
haklı bir güven vermişti. Her ne kadar Arrighi’yle Wallerstein
arasındaki teorik yaklaşım farklılıkları iyice zirveye
çıkmış olsada, genel anlamda dünya-sistemi teorisinin
kısa tarihinde elle tutulur bir olgunluğa ulaştığını
söylemekte fayda var.
Modern
dünya sistemi ekolu 1970’lerde yavaş yavaş şekillenmeye
başlarken en ciddi entellektüel bağı ‘bağımlılık yaklaşımı’nı
benimsemiş düşünürlerden bulacaktır. Bağımlılık teorisyenlerinin
bir çoğu daha sonraları kendilerini dünya-sistemi ekolü
içinde resmetmişlerdir. Bu teorisyenlerden en önemli
isim Andre Gunder Frank’tır. Frank önceleri bir çok
konuda hemfikir olsada, daha sonraları Wallerstein’la
bazı konularda aykırı düşen fikirleriyle bilinen bir
bağımlılık yaklaşımı teorisyenidir. Bu ekol modernizme
alternatif düşünce sistemleri ve çalışmalarıyla bilinmektedir.
Lakin, bu temel karekterleri modern-dünya sistemi teorisiyle
yaptıkları evlillikle bir çok evrime uğramıştır. Genel
anlamda çevrenin ‘merkez’e olan bağımlılığı üzerine
çalışmalar yapmışlardır. Frank’ın ‘çevre’nin varolan
ekonomik yapısını anlamlandırmada salt ‘merkez/çevre’
denklemini kullanması bir çok Marxist ve Modernist okulundan
tepki almıştır. Modern dünya-sistemi teorisinin tarihsel
sureklilik yaklaşımı Frank’ın bir anlamda cevap bulamadığı
eleştiriler karşısında yardımına yetişmiş, daha sonralarıda
bizzat bağımlılık yaklaşımı evrilerek dünya-sistemi
teorisine katkılarda bulunmuştur. (Frank, 1993: 3-59,
200-221, 297)
Dünya-sistemi
teorisinin diğer bir başarısı ise geleneksel akademik
sınırları zorlayan ve disiplinler arası verimli bir
iletişimi geliştirmiş olmasıdır. Bu yapısı bazen sert
eleştirilerede muhatap olmaktadır. Özellikle ekonomistler,
dünya-sistemi teorisyenlenlerinin derin iktisadi bir
vukufiyetleri olmamasından dolayı ‘bağlamdan sapmış’
sonuçlara kolayca vardıklarını dile getirmişlerdir.
Öyleki, bu pek de haksız bir eleştiri değildir. Lakin
genel anlamda dünya-sistemi teorisi bir çok sosyal bilimi
barıştıran ve birlikte çalışmaya zorlayan yapısıyla,
yanlıştan çok doğru yaptığını da söylemek gerekmektedir.
Modern-dünya
sistemi teorisi gerek son dönem sosyal bilimlerde yaşanan
‘krizden’, gerekse bizzat kendi orijinalliğinden; günümüz
iktisatçılarından sosyologlara, tarihçilerden siyaset
düşünürlerine varan geniş bir kitleye bir çok konuda
ilham kaynağı olmaktadır. Bu yükseliş son dönem Türkiye
içindeki tartışmalarda da geçerli gibi durmaktadır.
Lakin, bir çok konuda referans gösterilen ‘teori’ arka
planına dair ciddi bilgi yoksunluklarından dolayı çoğu
kez ‘bağlamından’ koparılmaktadır. Bunun belkide en
büyük sebebi, dünya sistemi teorisinin bir çok farklı
sosyal bilimin terminolojisini bir potada erittiğinin
yeterince anlaşılmamış olmasından kaynaklanmakta. Dünya-sistemi
analizi bir teorik manifesto oldugu kadar bozulmuş epistemolojilere
ve ihmal edilmiş konulara karşı aynı zamanda bir protestodur.
Entellektüel bir çaba olduğu kadar siyasi bir mücadeledir.
Çünkü ‘gerçeği’ ve ‘iyiliği’ bulma meselesi aynı mücadelenin
sorunudur. Max Weber’in kullandıgı şekliyle ‘büyük ölçüde
akılcı’ bir dünyaya doğru ilerliyorsak, entellektüel
ve siyasi zorlukları birbirinden ayırma lüksüne sahip
değiliz demektir. Yaşamakta olduğumuz geçiş çağı, Annales
geleneği ve direnişinin yeni mekteplere dölyatağı olup
olmayacağını da gösterecek. Bu makalemizde, özetle,
genel anlamda arka planını, dayanak noktaları ve düsünürler
tarihini verdigimiz dünya-sistemi teorisinin yapısını
gelecek yazıda Wallerstein ağırlıklı inceleyerek, sosyal
bilimlere, jeopolitiğe katkılarını ve yapılan eleştirileri
aktarmaya çalışacağız. n
Braudel
Fernard, 1967. Capitalism and Material Life 1400-1800.New
York: Harper~Torchboks.
___1978.
“En Guise de Conclusion”. Review, A Journal of the Fernard
Braudel Center for the Study of Economics, Historical
Systems, and Civilization. P.243. Volume I, Number _,
Winter/Spring 1978
___
1992. Civilization and Capitalism 15th-18th Century.
Volume I-II-III. California: California University Press
Frank
G. Andre, 1993. The World System; Five hundred years
or five thousand? London and New York:Routledge.
Moore
Wilbert, 1974. Social Change, 2nd Edition. Englewood
Cliffs, NJ: Prentice-Hall
Wallerstein
Immanuel, 2000. The Essential Wallerstein. New York:
The New Press
___1984.
“Patterns and Prospectives of the Capitalist World Economy.”
Contemporary Marxism 9:59-70.
___
1982. “World-System Analysis: Theoretical and interpretative
Crisis”, by S.Amin, G.Arrighi, A.G Frank, and I.Wallerstein.
New York. Monthly Review Press.
___
1974. Modern-World System: Capitalist Agriculture and
the Origins of the European World-Economy in the Sixteenth
Century.Volume I. 1980:Volume II, 1989: Volume III.
San Diego, CA: Academic Press
|